Yunanistan’da Syriza’nın İhanetinin Siyasi Dersleri – I. Bölüm

Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin açıklaması

  1. İşçi sınıfı için muazzam bir stratejik deneyim

Yunanistan’da Başbakan Alexis Tsipras’ın önderliğindeki Syriza’yı (Radikal Sol Koalisyon) yeniden iktidara getiren Eylül 2015 seçimleri, işçi sınıfı için muazzam bir stratejik deneyim olduğu kanıtlanmış bir döneme son vermiştir.

Syriza, Ocak ayında iktidara yürürken, Avrupa Birliği’nin (AB) kemer sıkma önlemlerine son vermeyi vaat etmişti. AB’nin azılı toplumsal saldırıları, Yunanistan’ı, işçilerin yaşam standartlarına ve temel haklarına yönelik, 2008 çöküşünden itibaren devam eden acımasız saldırıların merkezine yerleştirmişti ve uluslararası ölçekte milyonlarca işçi ve genç, Yunanistan işçi sınıfının mücadelelerini izliyordu. Medyadaki haberler, AB politikacılarının Syriza’ya yönelik eleştirileri ve bizzat Syriza’nın açıklamaları, kitlelerin, Tsipras ile onun maliye bakanı Yanis Varoufakis’in Yunan kapitalizmi ve uluslararası kapitalizm ile kapışmaya hazır ateşli insanlar olduklarına inanmasına yol açmıştı.

Yunanistan’ın hem içinde hem de dışında, kendilerini “kapitalizm karşıtı” ya da “solcu” olarak gösteren çok sayıda parti, Syriza’nın iktidara gelmesini, solun zaferi ve hem Avrupa’da hem de uluslararası ölçekte kemer sıkma politikalarına karşı mücadele için bir model olarak selamladı.

Bununla birlikte, sonraki sekiz ay içinde, Syriza, seçim vaatlerine bütünüyle ihanet etti. Syriza, iktidara gelmesinden yalnızca birkaç hafta sonra, Şubat ayında, AB’nin kemer sıkma önlemlerini genişleten bir anlaşmayı imzaladıktan sonra, Temmuz ayında, kemer sıkma önlemleri üzerine düzenlemiş olduğu referandumdaki ezici “hayır” oyunu ayaklar altına aldı ve parlamentodan kapsamlı bir yeni kemer sıkma-kurtarma paketini geçirdi.

Halk oylaması sonucunun bu apaçık çiğnenmesi, kitleler üzerinde şok etkisi oluşturdu. Tsipras, Syriza’nın, AB’nin ve bankaların tercih edilen partisi olarak katıldığı Eylül ayında yenilenen ve katılımın düşük olduğu seçimleri, Yeni Demokrasi Partisi (ND) karşısında küçük bir farkla kazandı. Syriza, ikinci iktidar dönemine başlarken, şimdiden milyonlarca insanı işsizliğe, yoksulluğa ve açlığa mahkum etmiş olan kemer sıkma önlemlerini yoğunlaştırıyor.

Halk kitleleri, protesto hareketlerine hakim olmuş ve tüm tarihsel dönem boyunca sol siyaset olarak kabul edilmiş olan partilerin iflasıyla ve ihanetiyle karşı karşıya kalmış durumda. Ernesto Laclau gibi akademisyenlerin post-modern teorilerini izleyen bu örgütler, şimdiki çağın “post-Marksist” olduğunu ilan ettiler. Orta sınıfın hali vakti yerinde kesimlerinde kök salmış olan bu örgütler, işçi sınıfının artık devrimci bir güç olmadığı; onun yerini ulusal, ırksal, cinsel ya da yaşam tarzına ilişkin kimliklerle tanımlanan toplumsal grupların almış olduğu konusunda ısrar ettiler.

Bu partiler, onlarca yıldır, politikalarını, gerçekte olmadıkları biçimde, radikal ya da kapitalizm karşıtı olarak yutturmuşlardı. Onların iktidardaki ilk deneyimi, bu iddiaları, işçi sınıfı zararına toplumun en zengin yüzde 10’luk kesiminin çıkarlarını ilerletmek için tasarlanmış kapitalizm yanlısı politikalara siyasi kılıf sağlayan bir aldatmaca olarak teşhir etmiştir.

Tsipras, Eylül ayında, Amerika Birleşik Devletleri’ne yaptığı seçim sonrası gezisinde, uzun vadeli, iş dünyası yanlısı gündemini samimi bir şekilde ortaya koymuştu. New York’taki Clinton Global Initiative’de [Clinton Küresel Girişimi] ABD’nin eski başkanı Bill Clinton tarafından sorgulanan Tsipras, şunları söylemişti: “Yabancı yatırımcıları memnuniyetle karşılıyoruz. Onlar, ülkeye değişim getirme yetkisi almış bir hükümet bulacaklar… Yunanistan, birkaç yıl içinde, yabancı yatırımcıların başlıca hedefi haline gelecek. Benim düşüncem ve arzum budur.”

Tsipras Yunanistan’a yatırımları nasıl çekecek? Avrupa’nın dört bir yanındaki hükümetler ücretlere ve sosyal yardımlara yönelik ağır saldırıları hızlandırırken, Syriza, kendi kesintilerinin, uluslararası ve Yunanistanlı yatırımcılara, Avrupa’daki en çok sömürülen ve en karlı emeği sunmaya devam etme imkanı sağlayacağını ummaktadır.

Tsipras’ın programı, Batı Avrupalı işçilerin kuşaklar boyu sahip olduğu temel sosyal hakların ortadan kaldırılması üzerine kuruludur. Yunanistan’daki patronlar, genel sağlık sigortasını korumanın maliyetlerinden muaf tutulmuştur. Syriza’nın emekli maaşları kesintileri, işçilerin, medyada tartışılan tamamlayıcı emeklilik sistemine para yatırmasını gerektirecek daha kapsamlı bir planın parçasıdır ki bu plan, devlet tarafından finanse edilen emekliliğe ulaşma hakkına etkili bir şekilde son vermektedir. Yunanistan’ın 683 avroya düşürülmüş olan aylık asgari ücreti, artık, Hollanda veya Fransa gibi daha varlıklı avro bölgesi ülkelerindeki asgari ücret seviyelerinden çok, Çin’deki veya en yoksul Doğu Avrupa ülkelerindeki ücret seviyelerine yakındır.

Syriza deneyimi, işçi sınıfının, gençliğin ve sosyalist aydınların köklü bir yeniden yöneliminin gerekliliğine işaret etmektedir. 1930’lardan bu yana görülmedik bir küresel ekonomik krizle ve tüm kapitalist sınıfın azılı saldırısıyla karşı karşıya olan işçi sınıfı, yeni, “sol” kapitalist hükümetleri seçerek kendisini savunamaz.

İleriye giden tek yol, işçi sınıfını Yunanistan’da ve uluslararası ölçekte seferber eden gerçek bir devrimci politikadan geçmektedir. Bu, kapitalist sınıfa yönelik doğrudan bir saldırıyı, onların servetlerinin kamulaştırılmasını;  emekçilerin demokratik denetimi altına almak üzere, büyük bankalara ve üretici güçlere el konulmasını ve tüm Avrupa’da ve dünyada işçi devletlerinin kurulmasını gerektirir. Böylesi mücadeleler, Syriza gibi partilere karşı acımasız mücadele içinde işçi sınıfına siyasi önderlik sağlayacak olan Marksist partilerin inşasını gerektirmektedir.

Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK), “sahte sol” Syriza gibi partilere karşı Troçkizmin sürekliliğini savunmasının tarihsel önemi budur. İşçileri, Syriza’nın “radikal sol” değil ama işçi sınıfına düşman, kemer sıkma politikalarına son verme vaatlerine ihanet edecek kapitalizm yanlısı bir parti olduğu konusunda uluslararası düzeyde uyaran yalnızca DEUK oldu. DEUK’un Syriza’ya yönelik ileri sürdüğü eleştirilerin doğruluğu, bütünüyle kanıtlanmıştır.

Tsipras’ın sicili, DEUK’un sahte sola karşı mücadelesinin hizipsel bir tartışma değil, ama uzlaşmaz biçimde karşıt sınıfsal eğilimler arasında bir mücadele olduğunu göstermiştir. Syriza, işçi sınıfını mali sermayenin talimatlarına ve Yunan kapitalist sınıfının ihtiyaçlarına tabi kılmaya çalışırken, DEUK, işçi sınıfı için devrimci bir perspektif geliştirme mücadelesi veriyordu.

  1. Syriza’nın ihanetini gizleme ve gerekçelendirme çabaları

Kemer sıkma politikalarına karşı sürmekte olan mücadeledeki ilk adım, Tsipras’ın siciline ilişkin, Syriza ve müttefikleri tarafından geliştirilmiş savunmaları reddetmektir. Sekiz ay önce Syriza’nın seçimleri kazanmasını kemer sıkma politikalarına karşı ileriye atılmış bir adım olarak yücelten aynı güçler, şimdi, büyük bir çabayla, bu olayların önemini gizliyorlar.

Onların bazıları, bütün eylemlerine rağmen, Syriza’yı hala “radikal sol” bir parti olarak selamlıyor. Almanya’daki Sol Parti, Syriza’nın yeniden iktidara gelmesini, Yunan seçmenler, “bir kriz içinde, solcu bir hükümetin eski yozlaşmış partilere geri dönmekten daha iyi olduğuna” karar vermiştir diyerek kutladı.

Diğerleri, Syriza’nın AB’ye teslim olmasının Yunanistan’daki krize verilebilecek mümkün olan tek yanıt olduğu; dolayısıyla, hiçbir şekilde bir ihanet oluşturmadığı biçimindeki demoralize yaklaşımı ileri sürüyorlar.  Londra’daki King’s College’de bir felsefe profesörü olan, Syriza’nın Sol Platform hizbinin (şimdiki Halkın Birliği partisinin) önde gelen üyelerinden Stathis Kouvelakis’in yaklaşımı budur. Kouvelakis, Britanya’daki Sosyalist İşçi Partisi’nin bir toplantısında şunları söyledi:

Bana göre, olup bitenleri anlamak istiyorsak, ‘ihanet’ sözcüğü uygun değildir. Elbette, nesnel olarak, halkın talimatına bir ihanetin söz konusu olduğunu; halkın, son derece meşru biçimde, kendisini ihanete uğramış hissettiğini söyleyebiliriz.

Bununla birlikte, ihanet kavramı, genel olarak, insanın belirli bir anda, kendi yükümlülüklerinden vazgeçme yönünde bilinçli bir karar alması anlamına gelir. Bana göre, gerçekte olan şey, Tsipras’ın, samimi bir şekilde, görüşmelere odaklanmış bir yaklaşım ortaya koyarak ve iyi niyet sergileyerek olumlu bir sonuç elde edebileceğine inanmış olmasıydı ki onun sürekli olarak alternatif bir planı olmadığını söylemesinin nedeni de buydu.

Syriza’nın suçlarını gizlemeye yönelik ne acınası bir çaba! Kouvelakis, bir sınıf çözümlemesinin yerine ucuz psikolojik kurguyu geçirmektedir. O, dinleyicilerinden, AB liderlerinin kemer sıkmada herhangi bir azalmayı hoş görmeyeceklerine ilişkin yinelenen açıklamalarına rağmen, Tsipras’ın, AB’nin sunacağı bir anlaşmayı kabul etmekten başka bir stratejiye sahip olmadığını açıklayarak, onları kemer sıkma taleplerinden vazgeçmeye ikna edebileceğini gerçekten varsaydığına inanmalarını istiyor.

Bu açıklama hiçbir şeyi aydınlatmamaktadır. Tsipras, iktidara geldiğinde, yirmi yıldan uzun süredir politikanın içindeydi ve o noktada, uluslararası ölçekte devlet ve sermaye sahipleri ile yakın ilişki halindeydi. Onun, Kouvelakis tarafından sunulduğu gibi siyasi olarak masum olduğunu iddia etmek inandırıcı değildir. Tsipras’ın hayal edilebilecek en saf insan olduğu kabul edilse bile, Kouvelakis’in Syriza’yı savunusu, AB tahmin edildiği gibi kemer sıkma konusunda ısrar ettiğinde Tsipras’ın neden tam teslimiyete karşı bir alternatif geliştirmediğini açıklamıyor.

Tsipras’ın kararlarını belirleyen sınıfsal etmenleri kavramak zor değildir. O, Yunanlıların en zengin yüzde 10’unun avro para biriminde kalmaktaki çıkarlarını, bankaları ve Yunanistan’ın AB’ye ve NATO’ya bağlılığını koruyacak şekilde davranmıştır. Mevcut kemer sıkma politikalarına yönelik kitlesel muhalefeti grevler ya da protestolar yoluyla harekete geçirme yönünde herhangi bir girişim, onun Eylül ayındaki seçimlerin hemen ardından dile getirmiş olduğu kapitalizm yanlısı gündeme karşı gelecekti.

Her şeyden önce, Tsipras’ın Ocak ayında göreve başladığındaki niyetleri, son tahlilde konu dışıdır. Onun başlıca kararları (Şubat ayında bir AB kemer sıkma protokolü imzalaması; Temmuz referandumundaki “hayır” oyunu çiğnemesi ve yeni bir kemer sıkma kurtarmasına imza atması; nihayet, Ekim ayında bir kemer sıkma bütçesi sunması), AB’nin kemer sıkma talimatını uygulama yönündeki sarsılmaz bir kararlılığı ortaya koydu. Bu eylemler, Syriza’nın kemer sıkmaya son vermeye yönelik seçim vaatlerine açık bir ihanet oluşturuyordu.

Kouvelakis’in Tsipras’ın sicilini temize çıkarmaya yönelik beceriksiz girişimi, onun daha kapsamlı kaygısı ile sıkı sıkıya bağlantılıdır: Syriza’ya karşı solda bir alternatifin ortaya çıkmasını engellemek.

Kouvelakis, aynı SWP toplantısında, “Siyasi mücadelede doğrulanmanın ya da yenilgiye uğratılmanın ne anlama geldiği konusunda daha genel bir düşünceyi eklemek istiyorum. Bana göre, bir Marksist için gerekli olan şey, bu kavramların bir tür tarihselleştirilmiş anlayışıdır. Bir yandan, söylenenlerin, doğru oldukları kanıtlandığı için doğrulandığı söylenebilir. Bu, alışıldık, ‘ben böyle olacağını söylemiştim’ stratejisidir. Ama bu düşünceye somut bir güç sağlayacak durumda değilsen, siyasi olarak yenilgiye uğramışsındır.” dedi.

Kouvelakis’in mesajı bütünüyle siniktir. O, Syriza’nın sol karşıtlarına, gerçekte şunları söylemektedir: “Syriza’ya yönelik eleştirilerinize rağmen, bizim ihanetimizi engelleyebilecek durumda değildiniz. Devlet iktidarını elinde tutan bizler, kendi gerici politikalarımızı uyguluyoruz. Ama bizi eleştiren sizler, ‘ben böyle olacağını söylemiştim’ demekten başka bir şey yapamıyorsunuz.”

Oysa Kouvelakis gibi Syriza savunucuları ne kadar inkar etmeye çalışırsa çalışsın, Syriza’nın ihaneti ile ilgili deneyimin siyasi sonuçları olacaktır. İşçi sınıfı, sahte solun sınıfsal karakterine ilişkin acı ve unutulmaz bir ders almıştır.

Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi, siyasi durumu anlamış ve işçilere gerçekleri anlatmış olduğunu belirtmekte tereddüt etmiyor. Proleter devrimci bir eğilim, işçi sınıfı içindeki saygınlığını böyle oluşturur ve sosyalist devrimde ona önderlik etmeye böyle hazırlanır. İşçi sınıfı, Syriza ve dünyanın dört bir yanındaki diğer gerici hükümetlerle kozunu, başka bir yolla değil ama bu süreç üzerinden, “somut olarak” paylaşacaktır.

13 Kasım 2015

Devam edecek

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir