Suudi Arabistan ve “terörle mücadele”

Salı günü Türkiye’deki İncirlik üssüne yaptığı ziyaret sırasında medyaya konuşan ABD Savunma Bakanı Ashton Carter, Suudi monarşisini, yeni bir terörizm karşıtı “İslami ittifak” ilan ettiği için övdü.

Carter, “Suudi Arabistan tarafından oluşturulan ittifaktan memnunuz ve onlar tarafından terörizme karşı atılacak adımları bekliyoruz.” dedi.

Bununla birlikte, Suudilerin açıklamasından kısa süre sonra, bir dizi ülkeden, haberleri olmadan bu sözde ittifaka dahil edilmelerine ilişkin sorular gündeme geldi. Ezici çoğunluğu Müslüman olan üç ülke (Irak, İran ve Suriye), Suudi monarşisinin, bölgedeki Şii nüfusa karşı kendi mezhepçi savaşını sürdürmek için yalnızca Sünni Müslüman bir ittifak oluşturduğu iddialarına yol açacak şekilde dışlanmıştı.

Daha temel bir soru, Suudi yönetiminin “terörizm”den neyi kastettiği üzerine. Onun, tamamı Vahhabi Suudi krallığından önemli mali desteğin yanı sıra çok sayıda savaşçı ve dini ideolojik esin alan Suriye’deki çeşitli El Kaide bağlantılı gruba atıfta bulunmadığı ortada.

Bu gerçek, “Suudi Arabistan’daki bağışçılar dünya çapındaki Sünni terörist gruplar için en önemli finansman kaynağını oluşturuyor” denilen 2009 yılına ait gizli bir iletide, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton tarafından doğrulanmıştı.

Bu, geçtiğimiz yıl Harvard’da yaptığı bir konuşmada, Başkan Yardımcısı Joe Bidden tarafından da doğrulanmıştı. Biden, Suudi yönetimi, Ortadoğu’daki diğer ABD uşağı despotlarla birlikte, “Esad’a karşı savaşacak herkese yüz milyonlarca dolar ve onlarca, binlerce ton silah akıttı. Bunların dışında yardım alanlar, El Nusra ve El Kaideliler ile dünyanın başka bölgelerinden gelen cihatçıların aşırı unsurlarıydı.” itirafında bulunmuştu.

Clinton ve Biden’ın gizlemeye çalıştığı şey, bu operasyonun, Türkiye’nin güneydoğusundaki bir istasyondan, bütünüyle CIA tarafından koordine edilmiş olmasıydı. Washington, benzeri grupları, Libya’daki ABD-NATO rejim değişikliği savaşında silahlandırıp finanse etmiş; ondan çok önce de, Afganistan’daki Sovyet destekli yönetime karşı, El Kaide’yi doğuran İslamcı savaşta Suudiler ile yakın işbirliği içinde çalışmıştı.

Peki, Suudi monarşisinin terörizm olarak gördüğü şey ne? Bunun yanıtı, tamamı reşit olmadan tutuklanmış üç genç insanın, Riyad’daki ABD destekli yönetimin acımasız baskısına karşı barışçıl bir gösteriye katılma “suç”undan kafaları kesilerek öldürülmeyi beklediği Suudi hapishane hücrelerinde bulunabilir.

Onlar, her an topluca infaz edilmesi beklenen benzeri 52 “terörist” arasında. Onlardan ikisi (tutuklandığında 17 yaşında olan Ali Muhammed el-Nimr ile tutuklandığında 15 yaşında olan Abdullah el-Zahir), kafaları kılıçla kesilerek öldürülmeye ek olarak, kafasız bedenlerinin, Suudi Sarayı’na karşı gelmeyi düşünenlere ibret olarak, halka açık bir yerde çarmıha gerilmesi cezasına çarptırıldı.

Dahası, Suudi monarşisinin neyi “terörizm” olarak gördüğü, geçtiğimiz yıl çıkartılan yeni bir yasada derlendi. Bu yasa, terörizmin, başka şeylerin yanı sıra, “devletin saygınlığını zedeleme”yi, “kamu düzenine zarar verme”yi ya da “toplumun güvenliğini sarsma”yı amaçlayan “her türlü eylem”i kapsadığını belirtiyor.

“Terörizm” olarak tanımlanan diğer eylemler şunlar: “Herhangi bir şekilde ateist düşünceye ya da ülkenin üzerinde kurulu olduğu İslam dininin temellerini sorgulamaya davet”; “Krallığa düşman herhangi bir grupla, akımla ya da bireylerle ilişki veya yazışma.”

Şimdi 19 yaşında olan Abdullah el-Zahir’in anne-babası, onun hayatının bağışlanması için ortaya çıktılar. Onlar, Abdullah’ın, tutuklanmasından sonra okumasına bile izin verilmeyen sahte bir itirafı imzalayana kadar nasıl işkence gördüğünü ve demir çubuklarla dövüldüğünü anlattılar.

Suudi yönetimi, bu yıl içinde, şimdiye kadar en az 151 kişiyi idam etti ki bu, dünyadaki tüm ülkeler arasında kişi başına ölüm cezasındaki en yüksek oran.

Ali Muhammed el-Nimr, Abdullah el-Zahir ve her an kafası kesilerek öldürülme ile karşı karşıya olan onlarca diğer kişinin yaşamının bağışlanması yönünde Obama yönetiminden ve şirket medyasından yapılan çağrılar duymazdan geliniyor.

Washington, Suudi Arabistan’ı Arap dünyasındaki en yakın müttefiki olarak görmeye ve ona yeryüzündeki diğer ülkelerin her birinden daha fazla ABD silahı satmaya devam ediyor. Bu petrol krallığı, yalnızca geçen yıl, 1,2 milyar dolarlık ABD silahı satın aldı. Pentagon, milyonlarca insanı açlıktan ölümün eşiğine getirirken 7.000’den fazla insanın yaşamına mal olmuş olan Yemen’deki kirli savaşında Suudi ordusuna ikmali sürdürürken, kısa süre önce, 1 milyar dolarlık yeni bir anlaşma duyuruldu.

ABD’deki medya, kafası kesilme ve çarmıha gerilme cezası almış gençlerin durumunu büyük ölçüde görmezden gelmektedir. ABD medyası, bunun yerine, kadınlara, gerçekte diğer bütün haklardan mahrum bırakılmış olmalarına rağmen, ilk kez seçme ve seçilme hakkı tanındığı gerekçesiyle, en son belediye meclisi seçimlerine övgü yağdırdı.

Medyadaki haberlerin ve yorumların çoğu, gerçek güce sahip herkesi kraliyet ailesinin atadığı bir ülkede bütünüyle güçsüz danışma kurulları olan yerel yönetim organları için, nüfusun yüzde 10’dan daha azının ve Suudi kadınlarının ancak yüzde 1’inin oy kullanma zahmetine girdiği gerçeğini, bir görev duygusuyla görmezden geldi.

Medyanın anlamsız görevlere aday olan bir avuç zengin Suudi kadınını kutlamasında, köleler gibi davranılan binlerce yabancı ev işçisi kadından biri olan ve zina suçlamasıyla taşlanarak öldürülmeyi bekleyen bir Sri Lankalı kadın ile de hiç ilgilenilmedi. Endonezyalı iki temizlikçi kadın, bu yılın başlarında kafaları kesilerek öldürülmüştü.

ABD yönetiminin Suudi rejimini Arap dünyası içindeki en yakın müttefiki olarak görmesi, onun bölgedeki kesintisiz savaşlarını haklı çıkarmakta kullandığı bütün bahaneleri çürütmektedir. Nasıl ki, ABD’nin gençlerin kafasını kesen ve onları çarmıha geren bir mutlak monarşiye verdiği destek Washington’ın “demokrasi”yi ve “insan hakları”nı destekleme sahtekarlığını açığa vuruyorsa, El Kaide bağlantılı grupları finanse eden, onlara silah ve dinsel-ideolojik esin veren bir devlet ile ittifak da, aynı şekilde, sözde “terörle mücadele”yi yalanlamaktadır.

Washington’ın gerçek amacı bütünüyle yağmacıdır; Amerikan kapitalizminin ekonomik gerilemesini dünya piyasaları ve kaynakları üzerinde egemenlik iddia ederek dengelemek için askeri güç kullanmaya yöneliktir.

Bu politikanın önemli bir dayanağı olarak aşırı gerici ve müflis Suudi yönetimine bel bağlaması, ABD emperyalizminin bir felaketi hazırladığını göstermektedir. ABD emperyalizmi, ABD toplumu içinde büyüyen devasa çelişkiler devrimci bir patlamanın koşullarını yaratırken, bölge halklarına karşı işlemiş olduğu büyük suçlarda ektiklerini biçmeye mahkumdur.

18 Aralık 2015

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir