12 Eylül askeri diktatörlüğünün üniversiteleri yeniden düzenlemek üzere kurduğu Yüksek Öğrenim Kurumu’nun (YÖK) 24 Ağustos’ta aldığı ve üniversiteleri resmi ve sivil polis eliyle hükümetin denetimine sokmayı amaçlayan kararlar açığa çıktı. 6 Ekim 2010 tarihli Milliyet gazetesinde yayınlanan haberle birlikte kamuoyuna yansıyan -deşifre olan- bu kararlar üniversitelerde olağanüstü hal (OHAL) uygulamasına geçildiğini de resmi olarak teyit etmiş oldu.
Traji-komik bir şekilde “Özgür ve Güvenli Üniversite” isimli toplantıda üniversite, Emniyet Müdürlüğü ve Yurt-Kur’un ortak aldığı kararlar (ki bu toplantılar her yıl yapılmakta) Emniyet Genel Müdürlüğü üzerinden tüm illerin valiliklerine ve üniversitelerine iletilmiş durumda. YÖK’ün deşifre olan bu kararlarının hedefi, açıkça, üniversitelerdeki devrimci ve Kürt öğrencilerdir. Ancak bu kararlarla hedef tahtasına yerleştirilenlerin yalnızca onlarla sınırlı olmadığı; tüm üniversite öğrencilerini yakından etkileyeceği de ortada. Dahası, YÖK’ün deşifre olan kararları, zaten bu ülkede kırıntıları bile zor bulunan üniversite özerkliğine yönelik bir saldırıdır.
“Öğrenci olaylarını başlamadan veya anında yapılacak müdahale ile büyümeden engellemeyi” amaçladığı belirtilen kararlarla birlikte, üniversitelere karakollar kurulması ile oralarda zaten cirit atan sivil polislerin / ajanların varlığı kurumsallaşmakta; üniversitelerin kameralarla sürekli kontrol edilmesi ve öğrencilerin fişlenmesi istenmektedir.
Bakın, YÖK’ün, iktidarın üniversiteleri ve üniversite gençliğini sindirme planının bir parçası olan kararlarında neler var:
– “Güvenlik koordinatörleri ile ilgili tüm kamu kurum ve kuruluşları yetkilileri arasında bir yarıyılda en az iki defa toplantı yapılması.” Yani, üniversite yönetimi – polis işbirliği daha da sıkılaştırılacaktır.
– “Olaylara süratle müdahale edilmesi amacıyla öğretim yılını kapsayacak şekilde, ihtiyaç halinde başvurmak üzere kolluk kuvveti talebi ve sivil emniyet personeli görevlendirme yazılarının eğitim-öğretim yılının başlangıcında rektörlüklerce valiliklerden talep edilmesi, ayrıca üniversitelerimizin imkânları ölçüsünde ve uygun gördükleri alanlarda kampüste görev yapacak sivil kolluk güçleri ile ilgili yer tahsis etmeleri.” Yani, üniversitelere kalıcı karakollar kurulması ve istihbarat toplamanın dışında ajan-provokatör rolü de oynayan sivil polislerin varlığı kurumsallaşacaktır.
– “Yerleşke güvenliğine yönelik olarak giriş-çıkış noktalarının kontrolü, aydınlatma sistemlerinin geliştirilmesi, kamera sisteminin yaygınlaştırılması, fiziki ve parmak izi gibi elektronik tedbirlerin alınması.” Yani, üniversiteler birer hapishaneye dönüştürülecektir.
– “Stant, bilgilendirme masaları vb. faaliyetlerin rektörlüklerce kurulan değerlendirme komisyonuna önceden bildirmek ve komisyonun uygun görmesi şartıyla gerçekleştirilmesi, ayrıca öğretim başlamadan önce her kurumun ayrı ayrı stant açması yerine ortak stant açılması.” Yani, öğrencilerin her türlü sosyal, kültürel ve siyasi faaliyeti idarenin iznine tabi kılınacaktır.
– “Öğrencilerin kayıt olma işlemlerine yardımcı olma kisvesiyle öğrencilerle temasa geçen ideolojik grupları, kampüs alanları dışında ve çevrelerinde oluşturulan stantlara müsaade edilmeyerek, gerektiğinde güvenlik kuvvetlerinden yardım talep edilmesi.” Yani, iktidarın “iyi çocuklar”ının dışında kalan öğrenciler arasındaki her türlü dayanışma ve bilgilendirme faaliyeti “ideolojik faaliyet” adı altında birer tehdit olarak kabul edilecek ve engellenecektir.
Hükümetin YÖK eliyle muhalif üniversite gençliğine karşı uygulamaya koyduğu saldırı bununla da sınırlı değil. “Birimlerde ve yurtlarda psikolojik danışmanlık ve rehberlik servislerinin etkin hale getirilmesi” gerektiğini belirten genelge, üniversite yönetimlerine “adli soruşturma sonucu beklenmeksizin” idari soruşturma yapma hakkı da vermektedir. YÖK, üniversiteleri birer cezaevine ve karakola dönüştüren bütün bu önlemlerin yetersiz kalması olasılığını da düşünmüş olacak ki, kararlarına, “haklarında adli ve idari işlem yapılan öğrenciler ile yasadışı faaliyetlerde bulunan öğrencilerin durumlarının ailelerine bildirilmesi” ve “yasal bir tebligat adresinin tespit edilmesi”ni de ekliyor.
Sağa açılım, sola baskı
Yukarıda aktarılan kararların önemli bir kısmının zaten fiilen uygulamada olduğunu biliyoruz. Ancak “fiilen uygulanma” ile kurumsallaşma arasında önemli bir fark olduğu asla unutulmamalı. Yukarıda değindiğimiz gibi, sivil polisler ve resmi ajan-provokatörler yıllardır üniversitelerde cirit atıyorlar ama şimdi, YÖK onlara bir de yer tahsis edilmesini istiyor! “İdeolojik gruplara müsaade edilmemesi” yönündeki karar ve uygulamalar da devrimci öğrenciler için yeni bir durumu ifade etmiyor; polisle ve idarelerle kol kola faaliyet gösteren İslamcıların ve faşistlerin bu “ideolojik gruplar”a dahil olmadığını herkes biliyor. Ama şimdi, kamera ve ikametgah kayıtları ve parmak izi alınması kararıyla birlikte, kişilerin doğrudan biyolojik olarak fişlenmesinin önü açılıyor. Özetle, YÖK’ün bu kararları muhalif üniversite öğrencilerinin toplantı, ifade özgürlüğü, eylem ve örgütlenme haklarının bir bütün olarak ortadan kaldırılmasını, bunlara “kalkışan” öğrencilerin de okuldan uzaklaştırılmasını hedeflemektedir.
AKP iktidarının YÖK eliyle uygulamaya soktuğu bu kararlar, özünde, üniversitelerde olağanüstü hale geçilmesi yönünde atılmış bir adımdır.
Sosyalist, Kürt ve muhalif sol öğrencileri hedef tahtasına yerleştirerek üniversiteleri iktidarın mutlak denetimine sokmaya çalışan YÖK, üniversitelere yönelik baskı önlemlerini içeren bu kararların basına “sızma”sından bir süre önce “türbana dokunmayın” talimatı vermiş ve bu karar, haklı olarak, demokratik bir hakkın önünün açılması olarak alkışlanmıştı. Ne “türban yasağı”nın fiilen kaldırılmasında karşı çıkılacak bir yan var ne de liberal sağ ile liberal solun bu adımı alkışlamasında da şaşıracak bir durum. Ancak YÖK’ün “türban”a ilişkin bu adımı atarken, başta devrimciler ve Kürtler olmak üzere muhalif gençliğe savaş açan kararlar almasına da şaşırmamak gerekiyor. Zira sendikacı gardiyanlar eliyle işçi sınıfını büyük ölçüde yıldırıp sindirmeyi başarmış görünen AKP iktidarı, yönetimlerini yine büyük ölçüde ele geçirip uysallaştırdığı üniversitelerin patlamaya hazır barut fıçısı haline geldiğini çok iyi görmektedir. Dahası, AKP iktidarı, yıllardır alttan alta biriken çelişkilerin bir gün patlayacağını ve üniversite gençliğinin kitlesel hareketinin daha kapsamlı sınıfsal / toplumsal patlamaları öncelediğini bilecek kadar tarih bilgisine de sahiptir.
AKP’yi ülkeye demokrasi getirecek (en azından kısmen demokratikleşmeyi sağlayacak) bir parti olarak gören tüm kesimlerin -özellikle liberal solun- baskı ve sıkı denetim yoluyla her alanda güçlendirilmeye çalışılan devlet otoritesi karşısında hala aynı “demokrasi” masalını okuyup okumayacağını şimdiden kestirmek zor. Kesin olan bir şey varsa, yalnızca Türkiye’de değil, tüm dünyada burjuvazinin “demokrasi ve özgürlük” adına daha baskıcı ve otoriter rejimlere gittiğidir. YÖK’ün aldığı son kararlar bu sürecin yalnızca üniversite ayağını yansıtıyor.
Hiç şüphesiz, burjuvazinin diktatörlüğünü güçlendirmesi sebepsiz değil. Onlar, çıkardıkları baskıcı yasalar ve uygulamalarla, işçi sınıfı ve öğrenci gençlik saflarında yükselecek devrimci kitle hareketleri karşısında şimdiden önlem alıyorlar. İçinden geçmekte olduğumuz dönem, dünya kapitalizminin krizinin yaşamın her alanına damgasını vurduğu; işçi sınıfı ile gençliğin önlerinde duran geleceksizliğe karşı her geçen gün daha da patlamaya hazır bir hale geldiği bir dönemdir. Burjuvazi de -yineliyoruz- bunu çok iyi bilmektedir.
YÖK’ün bu kararlarıyla birlikte, üniversitelerde rektörlük-polis-özel güvenlik sacayağı üzerinde yükselen bir OHAL ilan edilmek istenmektedir. AKP iktidarının bu planını gerçekleştirmesi için de, yalnızca “ben yaptım oldu” demesi yetmez. İktidarın üniversiteleri tam denetimi altına alması ve sindirebilmesi için, halkın önemli bir kesimini bu kararların gerekliliğine ikna etmesi de gerekir. Bunun en iyi bilinen yöntemi de faşist terörün ve provokasyonların devreye sokulmasıdır.
Başta sosyalistler olmak üzere devrimci öğrenciler, YÖK’ün aldığı bu kararların kağıt üstünde kalmasını sağlamak ve AKP iktidarının üniversiteleri zapturapt altına almasını önlemek için derhal harekete geçmelidir. Onlar, hükümetin YÖK eliyle uygulamaya koyduğu bu kararların ne anlama geldiğini, başta öğrenciler ve aileleri olmak üzere geniş emekçi kitlelere anlatmalı; kitlesel bir direniş örgütleme yönünde adımlar atmalılar. Bütün bunları yaparken, sivil-resmi polislerin ve faşistlerin provokasyonlarına gelmemek ve bu yöndeki girişimleri teşhir edip boşa çıkartmak gerekir. Unutmayalım ki iktidarın sermayenin mutlak denetimine sokamadığı üniversiteleri karakollaştırma girişimini boşa çıkartmanın tek yolu, emekçileri de kucaklayacak kitlesel bir direniştir.