Bu yılın 29 Mart’ında yapılacak yerel seçimlere yönelik olarak oluşturulan ve çeşitli sol parti, örgüt ve platformları içeren “Güç Birliği”, geride bıraktığımız yılın Aralık ayında bir ortak deklârasyonla ilân edildi. Çok sayıda yapının yan yana gelmesi ile oluşturulan birlik içerisinde, Stalinizmle, ulusalcılıkla damgalanmış parti ve kitle örgütlerinin yanı sıra, mevcut durumda Kürt halkının siyasi temsilcisi olan DTP ve kendisini Troçkist olarak adlandıran çeşitli parti ve unsurlar da mevcut. İlk bakışta şaşırtıcı gibi görünen bu tablo, bahsi geçen yapıların ideolojik arka planları ve sosyalizm kavrayışları değerlendirildiğinde anlaşılabilir bir hâl alıyor.
Seçim sonrası uygulanacak ve sınırları daha önceden belirlenmiş bir program çerçevesinde uzlaşarak değil, yalnızca yerel seçimlere yönelik çıkar hesaplarının peşine düşerek bir araya gelmiş olan bu yapıların yayınladıkları ortak deklârasyonda göze çarpan ifadeler, AKP karşıtlığı üzerine bina edilen, işçi sınıfının tarihsel çıkarlarından kopartılmış, kulağa hoş gelen popülist taleplerden/vaatlerden öte değil. Ortak deklârasyonda, kriz tespiti yapılıyor ve bunun kaynağının kapitalizm olduğu belirtiliyor; ama kapitalizmin ve neden olduğu yıkımların üstesinden hangi yöntemle gelineceği ifade edilmiyor. Yine, DTP’ye ve Kürt halkına uygulanan baskıdan söz ediliyor; fakat bu yapılırken, sorunun, sınıf mücadelesi ile bağı kurulmadan, DTP’nin politikalarına tabiiyet zemininde birleşiliyor. Unutulmamalı ki, AKP ve emrinde olduğu uluslararası sermaye de, sorunun burjuvazi lehine çözümünü hedefliyor. Bunun, bugüne kadar gerçekleşmemiş olması, niyetlerin ve somut gerçekliğin uyuşmazlığından kaynaklanıyordu. (AKP’nin son dönemde hayata geçirdiği açılımlar, hem seçim yatırımı, hem de burjuvazinin uzun vadeli planlarının bir parçası olarak değerlendirilmeli) “Eşitlikçi-özgürlükçü ve halktan yana” bir alternatif olma iddiasını taşıyan sol birliğin, özünde reformist bir karakter taşıdığını görmek içinse kör olmamak yeterli. Ama başka türlüsü de olamazdı.
Üretici güçlerin gelişmişlik düzeyinin dayattığı küreselleşmenin ve bunun siyasi alandaki yansımalarının somut bir tahlilini yapmaktan uzak, işçi sınıfının tarihsel çıkarları için mücadele etmektense günü kurtarmanın peşine düşmüş, devrimci Marksizm’in yerine reformizmi yamamaya çalışan, fakat bunu yaparken de devrim ve sosyalizmi dilinden düşürmeyen bu yapıların, içinden geçtiğimiz küresel ekonomik krizle birlikte, kendi krizine de çözüm aradığı çok açık. Kürt halkının ve onun siyasi temsilci olan DTP’nin kuyruğuna takılmaktan başka bir somut politika üretemeyen parti ve örgütlenmelerin dışında, bugüne kadar DTP’ye mesafeli duran ve kendisini ayrı bir noktada konumlandıran ulusalcı TKP dahi, seçimlere yönelik bu fırsatı değerlendirme kararı almış durumda. Diğer taraftan Devrimci İşçi Partisi’ni kurma iddiasıyla yola çıkan girişimciler, bu partinin nasıl bir ideolojik-politik-örgütsel hatta sahip olması gerektiğini unutmuş gibiler. Belki de bu konuyla pek ilgilenmiyorlar.
Daha önce defalarca kez denenmiş ve sonu hüsran olmuş oportünist bir taktik yeniden deneniyor. AKP, CHP ve diğer düzen partilerine karşı, alternatif yaratma amacında olan birlik, belirtmek gerekir ki kendi içerisinde yaşayacağı koltuk ve makam pazarlıkları nedeniyle zor günler geçirecek. Bunun ilk sinyalleri yerellerde verilmeye başladı bile. Birliğin bazı bileşenleri, küsüp ortak “mücadele” masasını terk ederse bizim için sürpriz olmayacak. Bölge’de DTP dışında hiçbir parti aday çıkarmayacak ama Batı’ya dönüldüğünde işin rengi değişiyor. Görece kitleselleşmiş partilerin diğer küçük gruplar üzerinde, kendi adayını dayatma imtiyazını kullanacağını tahmin etmek de güç değil. Yerel adayların, geniş halk kitlelerinin katılımı ile belirlenmesi (ifade edilen budur fakat gerçekleştirilme ihtimali oldukça zayıf) ve bir yerelde tek-ortak aday çıkarılacak olması bazı kariyerist “devrimci önderleri” rahatsız edebilir. Ki bu da, yine, ittifakın çeşitli bileşenlerinin kendi başlarının çaresine bakmasına neden olacaktır. Sağlıklı bir şekilde bir araya gelmeyen yapılar, sağlıksız bir parçalanmadan sonra, birbirlerinin anti-demokratik tutumlarını eleştirerek, “Onlar, zaten reformist ve küçük-burjuva karakterde yapılardı, başından beri mücadele ettik, olmadı!” diyecekler. Elbette kendi reformist ve küçük-burjuva karakterlerini mahkûm etmeden yapacaklar bunu. Şu anda kehanet gibi duran bu tespitler, geçmiş pratiğe bakıldığında, yalnızca bugünden geleceği okumak anlamına geliyor.
Kısacası, seçimlerin yapılacağı güne kadar daha çok şey olup bitecektir. Ama yaşanacak gelişmelerin devrim ve sosyalizm mücadelesine bir katkı sunmasını beklemek saflık olur. Bırakalım katkıyı, işçi-emekçileri ve ezilen halkları sistemin içine çekmek, onlarda, kapitalist sömürü altında daha iyi şartlara kavuşacakları beklentisini uyandırmak ve bu yanılsamadan faydalanmak, en sade ifadeyle ihanettir. Yaşanan ekonomik krizin yakıcılığında, toplumsal muhalefetin yöneltilmesi gereken ana hedef kapitalizm ve onun burjuva kurumlarıdır. Bunu yapabilmek için elbette, burjuva siyasetine kanalize olmak ya da kitleselleşelim de ne olursa olsun mantığı ile işi kelle hesabına dökmek yerine, işçi sınıfının devrimci iradesini cisimleştiren, dünya devrimi ve sosyalizm programını temel alana bir parti inşa etmek gerekir.17