6 Nisan günü Akdeniz Üniversitesi’nde bulunan Kredi ve Yurtlar Kurumuna Bağlı yurtta çıkan olaylarda okula dışarıdan geldiği belirlenen bir faşist tarafından öğrencilere ateş açıldı. Olayların ardından fakülteye gelen polisler çoğunluğunu solcuların oluşturduğu 34 kişiyi göz altına aldı.
Olaylardan bir gün sonra Akdeniz Üniversite Rektörü Mustafa Akaydın yaptığı açıklama, bizlerin zaten çok önceden bildiklerinin belki de ilk kez bu kadar net olarak ortaya dökülmesiydi. Mustafa Akaydın yurtlarda gerginliklerin üç hafta önce başladığını ve öğrencilerin güvenliklerinin sağlanması için güvenlik güçlerine yazılı başvuruda bulunulduğu fakat kampüste öğrencileri korumak için hiçbir önlemin alınmadığını belirtti.
Aynı şekilde saldırıya uğrayan ve yaralanan öğrencilerden biri de rektörü doğrularcasına olayların daha önce başladığını ve o günden itibaren faşistler tarafından sürekli tehdit edildiklerini ve bunun üzerine okulun yakınındaki karakola gidip başvuruda bulunduklarını ve hatta saldırıyı organize edeceklerin isimlerini bile verdiklerini fakat polisin önlem almadığını belirtti.
Tüm bu açıklamalar aslında üniversitelerdeki “emniyet güçleri” ile özel güvenliklerin faşist çetelerle işbirliği içinde hareket ederek, onları sol görüşlü öğrencilerin üzerine saldıklarının bir göstergesidir. Okullarda sol görüşlü öğrencilere her türlü zorluğu çıkaran, her türlü zorbalığı yapan güvenlik görevlilerin okul dışından okula giren silahlı iki kişiyi görmezden gelmesi de başka nasıl açıklanır ki?
Kavga nedeni “kız” meselesi
Üniversitedeki Kürt öğrencilere yapılan bu saldırının üzerini kapamak isteyen burjuva medyası olaydan birkaç gün sonra olayları çözmüştü bile. Kavganın nedeni “kız” meselesiydi. Üniversitelerde son iki yıldır Kürtlere ve solculara karşı yapılan sistematik saldırılar yokmuşçasına, burjuva medyası ikiyüzlü taraflı tutumunu devam ettirdi.
Silahlı saldırıyı yapan faşistin yakalanmasının ardından tam olayın üstü kapanıyordu ki YÖK Başkanının açıklaması geldi: “Üniversiteler kamera sistemiyle denetlenecek!”
YÖK Başkanı Ziya Özcan, 16 Nisan’daki YÖK Genel Kurulu’nun ardından şu açıklamayı yaptı:
“’Bir önlem paketi üzerinde çalışıyoruz. Biraz olgunlaştı, bir yere geldi. Size vereceğim. Kolluk güçleriyle üniversite idarecilerinin arasındaki iletişimi birazcık daha hızlandırmayı sağlamaya çalışıyoruz. Böyle şeyler olduğunda hemen kolluk güçlerini haberdar ederek olaya müdahale etmelerini sağlamaya çalışıyoruz. Başka bir şey değil. Üniversitelere kamera sistemi koymak istiyoruz ki üniversiteler de kendi kendilerini otokontrol yapsınlar.”
Özetle YÖK Başkanı “Biz az da olsa okullardaki, üniversitelerdeki muhalif gençleri de bu şekilde gözaltına alarak bu sesleri daha da kısmak hatta mümkünse yok etmek istiyoruz” demeye getiriyordu.
Bu açıklama koca bir bütünün sadece bir parçası
İnsanların yaşamın her alanında denetleyen baskı altına almaya çalışan bu tür uygulamalar 11 Eylül saldırılarından sonra bütün dünyada uygulanmaya başlandı. Dünya Ticaret Merkezi’ne yönelik saldırılardan sonra terör bahanesiyle toplum üzerinde gerçekten “terör” estirmeye yönelik olan Terör yasaları ABD’den başlayarak ardından Londra’daki metro saldırısı bahanesiyle İngiltere’ye ve oradan da birçok ülkeye yayıldı.
Tüm dünyada ard arda çıkan bu yasaların Türkiye’deki yansımaları da değiştirilen Ceza Muhakemeleri Kanunu (CMUK) ve Terörle Mücadele Yasası oldu. Toplumu sindirmek ve baskı altına almak için yapılan uygulamalar bununla da sınırlı kalmadı. Öncelikle liselerden başlayarak, ardından tüm cadde ve sokaklara kameralar yerleştirilerek tüm toplumda bir potansiyel suçluluk histerisi yaratıldı. Bunun son ayağı olarak da YÖK Başkanının yaptığı açıklamayla, üniversitelerin de gözetlenmesinin –bazılarında (örneğin İstanbul Üniversitesi) birkaç yıl önce uygulamaya geçildi- yaygınlaştırılacağı anlaşılmaktadır.
“Terör” bahane
Tüm dünyada uygulamaya geçirilen bu yasaların terör nedeniyle uygulandığını düşünmek için fazlasıyla saf olmak lazım. Başta ABD ve AB emperyalistleri olmak üzere dünyanın egemenleri, artık küresel çapta bir krizle karşı karşıya olduklarını saklamıyorlar. Her geçen gün dünya ekonomisi yeni krizlerle çalkalanıyor ve her defasında geçici çözümlerle bir süre daha ayakta kalması sağlanıyor.
Sermaye yaşanacak bir kriz durumunda patlaması kaçınılmaz olan toplumsal muhalefeti bastırmak ve insanları kontrol altına almak için daha okul sıralarından başlayarak denetim ve baskı mekanizmalarını güçlendirmeye çabalıyor.
Üniversitelere kameraların yerleştirilmesi, toplumdaki adaletsizliklere ve baskılara en duyarlı kesimlerin başında gelen öğrencileri denetim altında tutmak için gündeme getirildi. Çünkü kriz içindeki sermaye ve hükümet öğrencilerin dinci ve milliyetçi faşist çetelerin polis destekli saldırılarıyla yıldırılamayacağını çok iyi biliyor. Bu yüzden de üniversiteleri 24 saat kontrol altında tutabileceği birer cezaevine çevirmeye çalışıyor.
Birileri tarafından gözetlenmek, insanın psikolojik bütünlüğünü tehdit eden ve sağlıklı her insanın karşı çıkması gereken insanlık dışı bir uygulamadır. Yöneticilerin “suç işlemeyen, kötü bir şey yapmayan buna karşı çıkmaz” türü sözleri, onların toplumda kendi denetimleri dışında kalacak, bireye özgü, özel hiç bir alan bırakmama yollu faşizan özlemlerini gizleyen iğrenç bir demagojidir.
Kendi varlığına ve psikolojik bütünlüğüne saygısını koruyan ve onun zedelenmesine izin vermek istemeyen bütün öğrenciler ve öğretim üyeleri bu uygulamaya karşı harekete geçmeli; sermayenin ve onun temsilcisi AKP hükümetinin bu faşizan saldırısını geri püskürtmelidir.