Geçtiğimiz Cuma gününden itibaren gerçekleşen operasyonlarla birlikte, yeni bir saldırı ve tutuklama dalgası başladı. Aralarında Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) ile Halkın Hukuk Bürosu’ndan avukatların, Gençlik Federasyonu’ndan öğrencilerin, Grup Yorum üyelerinin ve gazetecilerin bulunduğu onlarca devrimci gözaltına alındı. Son alınan bilgilere göre, İzmir’de gözaltına alınan 17 devrimcinin tamamı, İstanbul’da gözaltına alınan on avukattan dokuzuyla birlikte toplam 30’dan fazla devrimci tutuklandı.
Kürt sorununda “açılım”ın yeniden başlatıldığı ve buna bağlı olarak AKP’nin demokratikleşme yönünde adımlar atacağı masalının basın eliyle bir kez daha gündeme taşınmaya çalışıldığı bir dönemde gerçekleşen bu son operasyon, aslında kesintisiz olarak ilerleyen saldırı dalgasının bir parçasıdır.
İşçilerin direnişlerine, öğrencilerin eylemlerine ve her türlü toplumsal muhalefete yönelik devlet terörünün yoğunlaştığı, Türkiye’nin egemenlerinin bölgesel bir savaşa hazırlandığı bir dönemde, tam da bu saldırılara maruz kalanların savunmasını üstlenen ÇHD’li avukatların hedef tahtasına oturtulması tesadüf değildir.
Gerçekleştirilen operasyon “DHKP-C operasyonu” olarak adlandırılıyor ve gözaltına alınan ve tutuklanan devrimciler, hiçbir kanıt olmaksızın, “örgüt üyeliği” sözde suçlamasıyla karşılaşıyorlar. Bu operasyona başkanlık eden savcılar ve polis, bununla da kalmıyor. Basına servis edilen düzmece iddialar arasında, “kozmik bilgi saklamak”, “ajanlık” gibi saçmalıklar da bulunuyor.
Bir diğer kirli iddia, avukatların bürolarında silah, molotof kokteyli ve örgüt notu bulunduğu yönünde. ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı, bunların hangi avukatın bürosunda bulunduğunu soruyor ve –beklendiği üzere- hiçbir yanıt alamıyor. Zira bu iddia da -aynı diğerleri gibi- bütünüyle uydurma. Kozağaçlı, operasyon yapıldığı sırada yurtdışındaydı ve arananlar listesinde olduğunu öğrenince Türkiye’ye döndü. Ama o, sözümona “kaçma şüphesi” nedeniyle tutuklandı.
Gözaltına alınırken ve gözaltında şiddet gören avukatlar, asıl olarak, yıllardır, devlet teröründen mağdur olan işçileri ve gençleri kararlılıkla savundukları için ve “gizli tanık” denilen bir muhbirin yalanlarına dayanılarak “suçlu” ilan edilmektedir. En traji-komik olanı ise “gelecekte suç işleyebilecek olma ihtimali”nden söz edilmesidir. Kısacası, devrimcilerin tutuklanması yönündeki karar önceden verilmiştir.
Bu ülkede yaşananlar hakkında biraz fikir sahibi olan herkesin bildiği gibi, Türkiye’de polis, siyasi muhalefet -hele de devrimci bir hareket- söz konusu olduğunda, savcıların gözaltına alınanlara soracağı soruları hazırlamakta, yargıçlara tutuklanacakların listesini vermektedir. Polisin, AKP’nin özellikle ikinci iktidar döneminden başlayarak sürdürdüğü bu tür uygulamaların, iktidar yanlısı basında yazıldığı gibi, “yetki aşımı” olarak tanımlanması mümkün değildir. Türkiye’de, polis örgütü yargının önüne geçmekte; savcıların ve yargıçların önemli bir kesimi (özellikle siyasi muhalefet ile ilgilenenler) polisin -yani hükümetin- talimatları doğrultusunda kararlar vermektedir.
Polisin bu son operasyonda mevcut yasaları hiçe sayarak, avukatların bürolarının kapılarını kırıp arama ve gözaltı yapabilmesi, onlara karşı fiziksel şiddet uygulaması, susuz, şekersiz bırakması ve nihayet yargıçların hiçbir hukuksal temeli olmayan tutuklama kararı, iktidarın demokratik hakları gaspetmede ne denli pervasızlaştığının ifadesidir.
Bu pervasız hukuksuzluk, kimi burjuva liberal köşe yazarlarını dahi isyan ettirdi. Onların bir kısmı, bu soruşturmanın baştan sona düzmece olduğunu yazıyor; hatta “polis devleti” ve totaliter rejim tehlikesinden söz ediyor. Ama bu burjuva liberalleri, bunları yazarken, hükümeti karşılarına almamaya özen gösteriyorlar. Onlar, tam bir ikiyüzlülük içinde, polis örgütünü, sanki o hükümetin dışında bir yerlerden emir alarak çalışıyormuş gibi göstermeye çalışıyor; kendilerince, AKP iktidarına akıl veriyorlar. Onlar, Başbakan Erdoğan’a, tam da yeni bir “Kürt açılımı” gündeme gelmişken ve Türkiye’yi “barış dolu mutlu günler bekliyor” iken polisin sergilediği bu hukuksuzluğun “sakıncalarını” anlatıyorlar.
Oysa devrimci avukatlara yönelik bu operasyon, aynı öncekiler gibi, bütünüyle iktidarın emriyle gerçekleştirilmiştir. O, Türkiye burjuvazisinin içine girmekte olduğumuz çalkantılı döneme ilişkin hazırlıklarının bir parçasıdır. Burjuvazi ve onun iktidarları, böylesi dönemlerde, kendi hukuklarını pervasızca ayaklar altına alabilir.
AKP’nin yaptığı da budur. O, bir yandan yaklaşan fırtınalı dönemde işe yarayacak yasaları çıkartır ve yıllardır parça parça yaşanan rejim değişikliğinin hukuksal çerçevesini (yeni anayasa) hazırlarken, eski dönemden kalma kimi yasaların elini kolunu bağlamasına izin veremez. Bu son operasyon, işçilerin, öğrencilerin, Kürtlerin, HES protestocularının ve diğer toplumsal muhalefet unsurlarının avukatlığını üstlenenleri susturmayı ve ezmeyi hedeflemektedir. Devrimci avukatları savunma yapamaz hale getirmenin tek yoluysa onları cezaevlerine kapatmaktır.
AKP hükümeti eliyle uygulanan ve onun ikinci iktidar döneminden itibaren giderek yoğunlaşan devlet terörü, Başbakan’ın ya da bir başkasının gerici, otoriter, totaliter vb. eğilimlerinin ürünü değildir. Tersine, bu tür eğilimleri güçlendiren ve bunlara sahip siyasi önderlikleri iktidara getiren maddi bir temel bulunuyor: Kapitalizmin küresel ekonomik krizi.
Türkiye’deki rejim, tüm dünyada olduğu gibi, hızla otoriterleşmektedir. Başka türlü olması da mümkün değildir. Zira Türkiye burjuvazisi, binlerce işyerinin kapanacağı ve on binlerce insanın işsiz kalacağı bir krize hazırlanıyor. Dahası, Suriye’ye yönelik emperyalist müdahaleye gırtlağına kadar batmış olan Ankara, Ortadoğu’da emperyalist bir boğazlaşmanın yaklaştığının da farkında. Hükümet, savaşın eşlik edeceği bir kriz karşısında kaçınılmaz olarak yükselecek olan toplumsal muhalefete karşı şimdiden önlem almaktadır.
Sosyalistler, devrimcilere yönelik saldırılara kararlılıkla karşı çıkmalı; bu saldırıların, hem Türkiye işçi sınıfına hem de Suriye halkına yönelik kapsamlı saldırılarla bağlantısını gözler önüne sermeli ve AKP iktidarının sömürü-savaş politikasına karşı işçi sınıfı eksenli enternasyonalist, devrimci ve sosyalist bir direniş hattı oluşturmalıdır. AKP’nin bu saldırılarını püskürtmenin yolu, tüm devrimci siyasi tutsakların serbest bırakılması amacıyla bir karşı saldırı örgütlemekten ve işçi sınıfı ile tüm ezilenleri bu amaçla seferber etmekten geçmektedir.