Devlet Başkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin ve işletmeci firma İGA’nın, açılışının 29 Ekim tarihine yetiştirileceğini ilan ettiği İstanbul 3. Havaalanı inşaatında çalışan on binlerce işçi, dün, iş cinayetlerine, kötü çalışma koşullarına ve en temel haklarının hiçe sayılmasına karşı iş bıraktı.
3 yılı aşkın süredir devam eden inşaat sürecinde çok sayıda işçinin iş cinayetine kurban gittiği, yüzlercesinin yaralandığı, birçok işçinin ücretlerini aylardır alamadığı, 30 bin dolayında işçinin insanlık dışı koşullarda inşaatın Akpınar kampında kaldığı 3. Havaalanı’nın inşa süreci, hükümet ve medya tarafından bugüne kadar toz pembe bir tablo biçiminde sunuluyor ve büyük bir başarı olarak övülüyordu.
Buna karşılık, işçilerin hazırladığı talep listesi, hükümetin ve şirketin gösterişinin ve böbürlenmesinin altında vahşi kapitalizmin insanlık dışı koşullarının yattığını bir kez daha ortaya koydu. Binlerce işçiye birkaç servisin verilip işçilerin saatlerce bekletildiği, yemekhanelerin ve lavaboların düzenli temizlenmediği, yatakhanelerin tahtakurularıyla dolu olduğu, işçilerin sağlık gereksinimlerinin düzgün karşılanmadığı ve aşağılayıcı muameleye tabi tutulduğu, ücretlerin aylardır ödenmediği ve ölüm ve yaralanma ile sonuçlanan iş kazalarının örtbas edildiği 3. Havaalanı, daha önceki benzer örneklerde olduğu gibi, işçilerin dizginsiz sömürüsüyle hükümete yakın bir avuç vurguncu kapitalistin zenginleştirildiği büyük bir proje olarak tarihe geçecektir. Hükümet, havaalanı işletmecesi İGA’ya da, aynı otoyol ve köprü ihalelerinin verildiği şirketler için geçerli olduğu gibi, gerektiğinde halkın cebinden karşılanacak milyarlarca avroluk bir gelir garantisi vermiştir.
İnşaat işçilerinin her gün yaşadıkları ve hiçbir şekilde çözülmeyen sorunlara karşı taşma noktasına gelen öfkeleri üzerine dün sabah saatlerinde başlayan eylem gün boyu devam etti. Şirket yetkilileri, eylemin giderek kitleselleşmesine, binlerce kolluk gücünü şantiye sahasına yığdırarak karşılık verdiler. İşçilerin hazırladığı talepler listesinin kabul edildiği iddiasını ortaya atan şirket yöneticileri, gerçekte herhangi bir talebi kabul etmemişlerdi. Gün içerisinde jandarmanın göz yaşartıcı gazla müdahale ettiği işçiler, direnişlerini bugün de sürdüreceklerdi.
Hükümetin “yeni bir başarı örneği” olarak pazarlamayı planladığı önemli projelerden biri olan havaalanı inşaatının, işçilerin meşru eylemleri nedeniyle ilan edilen tarihe yetişmemesi, elbette hükümet ve şirket yetkilileri için kabul edilebilir bir şey değildi. Bununla birlikte, jandarmanın ve özel harekat polislerinin gece saatlerinde koğuşlara düzenlediği operasyonla aralarında İnşaat-İş yöneticilerinin de bulunduğu 500’ü aşkın işçinin gözaltına alınması, hükümeti kaygılandıran şeyin yalnızca 3. Havaalanı’nın zamanında açılması olmadığı gerçeğini açıkça ortaya koymaktadır.
Havalanı inşaatının tamamlanmasının ardından büyük kısmı Ağustos ayında resmi rakamlarla 280 bin kişi artan işsizler ordusuna katılacak olan işçilerin son derece meşru taleplerine böylesine büyük bir operasyon ve gözaltı dalgası ile karşılık verilmesi, hükümetin işçi sınıfının gitgide daha dayanılmaz hale gelen yaşam ve çalışma koşullarına karşı patlamaya doğru giden öfkesinin farkında olduğunu ve bunu zor yoluyla bastırmaya kararlı olduğunu göstermektedir.
Havaalanı işçilerinin hükümet için böylesine önemli bir projede bu kadar büyük çaplı bir eyleme girişmesi, işçi sınıfının geniş kesimleri içerisinde yansımasını bulacak olduğu için, buna büyük bir gözdağı operasyonu ile karşılık verilmesi gerekiyordu. Aynı şekilde, akşam saatlerinde İstanbul ve Ankara’da işçilere destek için yapılan eylemlere de polis saldırdı ve onlarca kişiyi gözaltına aldı.
Özetle, söz konusu olan yalnızca on binlerce inşaat işçisinin çalışma koşullarına ilişkin meşru taleplerinin karşılanıp karşılanmaması değil, tarihinin en derin krizlerinden birini yaşayan Türkiye burjuvazisinin çıkarlarının korunmasıdır. Bu dönemde işçilerden gelen en ufak bir talebin bile karşılanması, burjuvazinin “surlarında açılan bir gedik” olarak algılanacaktır. Bu nedenle, binlerce polis ve jandarma ile gece yarısı baskın yapılarak 540 dolayında işçinin gözaltına alınması ve gözaltına alınanların avukatlarıyla görüştürülmemesi, burjuva devletin yasaları, karakolları, askeri ve polisiyle burjuvazisinin yanında olduğunun en açık kanıtıdır.
TL’nin yaşadığı hızlı değer kaybında dışavurulan ekonomik krizle birlikte, temel tüketim mallarında yaşanan hızlı fiyat artışları, önümüzdeki dönemde önü alınamayacak olan fabrika/işyeri kapanmaları ve bununla beraber tırmanan işsizlik ve yoksulluk, işçi sınıfının zaten dayanılmaz olan koşullarını daha kötüleştirmekte ve tüm dünyada olduğu gibi, yükselen şiddetli sınıf mücadelelerine zemin hazırlamaktadır.
Bu koşullarda, hükümetin ve karlarına kar katan burjuvazinin başlıca korkusu, önü alınamayacak bir işçi hareketinin patlak vermesidir. İşçi sınıfından tepedeki asalak burjuvaziye cumhuriyet tarihinin en büyük servet aktarımlarından birinin gerçekleştirilmesi sürecini yöneten AKP hükümeti, toplumsal eşitsizliğin devasa boyutlar edindiğinin; düne kadar sosyal yardımlarla bir şekilde kontrol altında tutulmaya çalışılan sınıfsal gerilimlerin artık eskisi gibi dizginlenemeyeceğinin ve dolayısıyla büyük işçi hareketlerinin zor yoluyla bastırılmasına hazırlanılması gerektiğinin farkındadır.
Başkanlık rejimine geçiş ve olağanüstü halin (OHAL) çıkarılan yasalarla kalıcı hale getirilmesiyle bir polis devleti ve diktatörlük yönetiminin inşa edilmesi, büyük güçler arasında bir dünya savaşını tetikleyebilecek olan Suriye savaşı üzerinden militarizmin ve savaş hazırlıklarının tırmandırılması ve içeride patlayacak olan kitlesel işçi sınıfı mücadelelerinin bastırılması hazırlıkları birbirleriyle doğrudan bağlantılıdır.
Burjuva muhalefet partilerinin ve sendikaların halkın gözünden düştüğü, ekonomik krizin şiddetlenmesi ve savaş hazırlıklarıyla beraber işçi sınıfına yönelik saldırıların tırmandığı ve emekçi kitleleri dizginleyecek araçların ortadan kalkmaya başladığı koşullarda, 3. Havaalanı işçilerinin iş bırakma eylemi gibi işçi mücadelelerinin yaygınlaşması kaçınılmazdır.
Nesnel temeli kapitalizmin küresel krizi olan bu durum, uluslararası bir olgudur. Tüm dünyada egemen sınıfları savaşa, diktatörlüğe ve toplumsal karşıdevrime yönlendiren bu kriz, uluslararası işçi sınıfını da gitgide şiddetlenecek olan mücadelelere ve toplumsal devrim yoluna itiyor.
Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin (WSWS) Uluslararası Yayın Kurulu Başkanı David North, bu yılın başında, Marx’ın doğumunun 200. yıldönümü üzerine yayınlanan makalesinde şu öngörüde bulunmuştu:
2018 yılı (Marx’ın doğumunun 200. yıldönümü), her şeyden önce, tüm dünyada, toplumsal gerilimlerde devasa bir yoğunlaşma ve sınıf çatışmasında bir tırmanma eliyle karakterize edilecek. Onlarca yıldır, özellikle de Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağıtılmasından bu yana, işçi sınıfının kapitalist sömürüye karşı direnişi bastırıldı. Ancak kapitalist sistemin temel çelişkileri (küresel ölçekte birbirine bağlı bir ekonomi ile zamanını doldurmuş burjuva ulus devlet sistemi; milyarlarca insanın emeğini kapsayan dünya çapında bir toplumsal üretim ağı ile üretim araçlarının özel mülkiyeti ve toplumun temel gereksinimleri ile bencil bireysel kapitalist para kazanma çıkarları arasındaki çelişkiler), artık hızla kapitalizme yönelik kitlesel işçi sınıfı muhalefetinin daha fazla bastırılmasının mümkün olmadığı bir noktaya yaklaşıyor.
Bu öngörü, şimdiye kadar, Amerika Birleşik Devletleri’nde öğretmenlerin sendikalardan bağımsız bir şekilde tabandan gelişen grevlerinden Avrupa’daki mücadelelere ve İran ile Irak’taki kitlesel gösterilere kadar birçok yerde doğrulandı.
Bu işçi sınıfı muhalefetinin Türkiye’de ve diğer ülkelerde çok daha güçlü bir şekilde patlayacak olması kadar kaçınılmaz olan bir diğer şey, işçi sınıfının bu mücadelelere siyasi olarak hazırlıksız bir şekilde girmesinin yalnızca yenilgilere yol açacak olmasıdır.
Gerekli olan şey, insanca ve güvenli çalışma ve yaşam koşullarını, bunları ortadan kaldıran kapitalistlerden ve onların emrindeki hükümetlerden talep etmek değil; bu sömürü koşullarıyla birlikte savaşa ve diktatörlüğe yol açan kapitalizmi ortadan kaldırmaya hazırlanmaktır. Gerçek şu ki, kapitalizm iyileştirilemez; uluslararası işçi sınıfının en temel talepleri ve gereksinimleri, yalnızca, bu zamanını doldurmuş ve insanlığı yok oluşla tehdit eden sistemin yerini sosyalizmin almasıyla yerine getirilebilir. Dolayısıyla, insanca yaşam ve çalışma koşulları uğruna mücadele, yaklaşan savaşa ve diktatörlük inşasına karşı mücadele ile birleştirilmelidir.
Bu temel gerçekler, işçilerin, onları dizginsiz sömürü, yoksulluk, savaş ve baskı koşullarına mahkum eden kapitalizm yanlısı tüm partilerden ve sendikalardan kopması ve kendi çıkarlarını savunan uluslararası sosyalist bir harekette ve bağımsız taban komitelerinde örgütlenmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır. Yaklaşan büyük mücadelelere yönelik hazırlık, işçi sınıfının siyasi bilincini ve örgütlenmesini geliştirmek; Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’ni ve Sosyalist Eşitlik Partisi’ni inşa etmek anlamına gelmektedir.