İşçiler daha da yoksullaşırken patronlar karlarına kar katıyor

Türkiye’deki ekonomik krizin gerçek boyutunu gizlemeye yönelik yoğun hükümet ve medya kampanyası sürerken, onun nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfı üzerindeki yıkıcı etkisi her geçen gün daha fazla hissediliyor. İktidarın sözcüleri ve medya, aylardır, ekonomik krizi “dış güçlerin bir oyunu” ve yalnızca dolar ya da avro sahibi burjuvalar ile küçük burjuvaları etkileyen bir “döviz kuru” sorunu olarak göstermeye çalışıyordu.

Bunun böyle olmadığı, başta temel tüketim malları olmak üzere birçok üründe iki katı bulan fiyat artışlarıyla, on binlerce işçinin işsiz kalmasıyla sonuçlanan işyeri kapanmalarıyla ve hızla tırmanan yoksullukla ortaya çıkmış durumda.

Kriz, en çarpıcı biçimde, Türkiye ekonomisinin en önemli ayaklarından birisi olan inşaat sektörünü vurdu ve şantiyelerdeki çalışmalar durduğu için on binlerce işçi işsiz kaldı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın sektöre kaynak aktarmak için düzenlediği konut satış kampanyası ise tam bir fiyasko ile sonuçlandı. İnşaat sektöründeki birçok “marka firma”, satışlar durduğu ve TL’nin hızlı değer kaybından dolayı maliyetler arttığı için şantiyelerini kapatırken, resmi bir iflas dalgasının eli kulağında. Ekonominin diğer önemli dalları olan tekstil ve metal sektörlerinde de ücretsiz izinlerin ve işten çıkarmaların sayısı her geçen gün artıyor.

Tüm bunlara rağmen, sözde “tarafsız” bir kuruluş olan Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), “pembe tablo” çizme konusunda hükümetin borazanı medya ile yarışıyor. TÜİK’e göre, 2018 yılı Mayıs döneminde, 15 ve daha yukarı yaştakilerde işsiz sayısı, geçen yılın aynı dönemine göre 89 bin kişi azalarak 3 milyon 136 bin kişi olmuş; işsizlik oranı 0,5 puanlık azalma ile yüzde 9,7 seviyesinde gerçekleşmiş!

TÜİK’e inanılacak olursa, işsizlikteki azalma, tarım dışı sektörlerde 0,6 puanmış (yüzde 11,6) ve genç nüfus (15-24 yaş) içindeki işsizlik oranı 2 puan azalarak, yüzde 17,8’ye gerilemiş. Bu yalan üretim merkezine göre, çalışma çağındaki (15-64 yaş grubu) işsizlik oranı da 0,5 puanlık azalarak yüzde 9,9 olurken, istihdam edilenlerin sayısı, 2017’nin aynı dönemine göre 650 bin kişi artmış ve 29 milyon 138 bin kişiye ulaşmış (yüzde 48,1 istihdam oranı)

Gerçekte, Türkiye’deki işsizlik oranı, TÜİK’in verdiği rakamların iki katı dolayında ve bu, çeşitli araştırma kuruluşlarının ve sendikaların raporlarında açıkça görülüyor. Örneğin, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun Araştırma Dairesi’nin (DİSK-AR) Haziran 2018 İşsizlik ve İstihdam Raporu, gerçek işsizlik oranını yaklaşık yüzde 18, gerçek işsiz sayısını ise 6 milyon 18 bin olarak veriyor (genç işsizlik oranı yüzde 19). DİSK-AR’a göre, yükseköğrenim işsizliğinin 11,4 olduğu Türkiye’de, çalışmayan ve eğitim görmeyen gençlerin oranı yüzde 22,8.

TÜİK, işsizlik ile ilgili yalan ve çarpıtmalarını, hayat pahalılığı ve yoksulluk konusunda da sürdürüyor. Milyonlarca emekçinin aklıyla alay eden TÜİK’e göre, Ağustos 2018’de, enflasyon aylık bazda, yalnızca yüzde 2,3 artmış ve yıllık enflasyon, Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) rakamlarına göre yüzde 15,85’ten yüzde 17,90’a yükselmiş. Yine TÜİK’in rakamlarına göre, yıllık Yurtiçi Üretici Fiyat Endeksi (Yİ-ÜFE), aylık bazda yüzde 6,6 artarak, yüzde 32’yi aşmış.

İktidarın siyasi çıkarlarına göre “düzeltilmiş” olan bu rakamlar, üretici fiyatlar endeksinde yaşanan artışın en azından bir bölümünün, yine siyasi nedenlerle ertelendiği anlamına geliyor ki bu, tüm tüketim mallarında artık her gün yaşanan zamların, önümüzdeki aylarda zincirlerinden boşalmış şekilde geleceğinin habercisidir.

Artan işsizlik ve sürekli zamlar ile birlikte, işçi sınıfı ve küçük burjuvazinin alt tabakaları hızla yoksullaşıyor. DİSK’e bağlı Birleşik Metal İş Sendikası’nın “Sınıf Araştırmaları Merkezi”nin, 2018 Ağustos ayını kapsayan açlık ve yoksulluk sınırı rakamlarına göre, dört kişilik bir ailenin sağlıklı beslenebilmesi için, yalnızca gıda mallarına, günde 58.31, ayda 1.749 TL harcaması gerekiyor. Rapora göre, Ağustos ayındaki yoksulluk sınırı 6.050 TL.

Ağustos 2018’e ait bir başka “Açlık ve Yoksulluk Sınırı” araştırması da Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) tarafından açıklandı. Türk-İş’in raporuna göre, “Döviz, elektrik, doğalgaz, benzin fiyatlarındaki artış”tan dolayı, işçilerin “geçim şartları daha da ağırlaştı” ve “Gıda harcaması tutarındaki on iki aylık artış oranı da Ocak 2004’den bu yana ilk kez yüzde 20’leri gördü.”

Türk-İş, dört kişilik bir ailenin “sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması”nın (açlık sınırı) 1.812,47 TL; beslenme ile birlikte diğer zorunlu harcamaların (giyim, kira, elektrik, su, yakıt, ulaşım, eğitim, sağlık vb.) aylık toplam tutarının ise (yoksulluk sınırı) 5.903,80 TL olduğunu belirtiyor. Tek başına yaşayan bir işçinin bu temel gereksinimlerini karşılaması için kazanması gereken para ise aylık 2.225,54 TL.

Bu ülkedeki net asgari ücret, 1.603 TL ve yoksulluk sınırının yanına bile yaklaşmayan bu rakam, TL’nin hızlı değer kaybı nedeniyle, yalnızca son sekiz ay içinde yarı yarıya azalmış durumda. Türkiye’de işçilerin yarısına yakınının aldığı asgari ücret, bu yılın başında, bir dolar 3,72 TL iken 424 dolardı. Aynı asgari ücret, Ağustos ayı sonunda 6,60 TL olan dolar kuru üzerinden, reel olarak 242 dolara (yılbaşındaki kura göre 910 TL civarına) gerilemiş durumda.

Bu, tablonun bir yanı. Onun diğer yanında, şirketlerin (patronların) karlarının ve mali spekülatörlerin krizden nasıl yararlandığı gerçeği var.

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun verilerine göre, Türk bankacılık sektörünün toplam aktif büyüklüğü, 2018 Haziran ayında 3 trilyon 671 milyar 537 milyon liraya çıktı. Sektörün 6 aylık dönem net karı ise 28 milyar 921 milyon lira oldu. Borsa İstanbul (BİST) üyesi tüm şirketlerin ilk altı aydaki toplam karı özellikle banka ve holdinglerin karlarındaki sıçramalarla önceki yıla göre yüzde 20,4 arttı.

Akbank 3,3
Doğan Holding 3,5
Ereğli Demir Çelik 2,6
Koç Holding 3,1
Sabancı Holding 2,0
Turkcell 2,1
Türk Hava Yolları 2,3
Türk Telekom 2,0
Tüpraş 2,1

* Milyar TL / Bazı BİST üyesi firmaların 2018 yılı ilk altı ayı karları

Bu şirketlerden Doğan Holding, Ereğli Demir Çelik, Koç Holding, Turkcell, Türk Hava Yolları ve Tüpraş karlarını önceki döneme göre yüzde 40’ın üzerinde artırmış gözüküyor.

Büyük bankaların ve şirketlerin elde ettikleri bu karlar, onların, hükümetin doğrudan desteğiyle (teşvikler, vergi afları, ucuz krediler ve onlarca başka teşvik) ve sendikaların açık işbirliği (toplu satış sözleşmeleri ve işçi sınıfı eylemlerinin bastırılması) sayesinde krizden nasıl yararlandıklarını gösteriyor.

İnsan, 1970’lerde Ankara Sanat Tiyatrosu’nun sahnelediği müzikal bir oyunun şarkılarından biri olan ve Yılmaz Onay’ın yazıp, Timur Selçuk’un besteleyerek söylediği ‘Ekonomi Tıkırında’ şarkısını anımsamadan edemiyor. Şarkı, kapitalistlerin krizden nasıl yararlandıklarını, “Ekonomi tıkırında / İşsizlik pahalılık / Konjonktür enflasyon / Milletçe fedakarlık / Kriz bunalım derken / bilançoya bir baktık / Bu yıl iki misli kar…” dizeleriyle anlatıyor.

Özetle, kapitalizmin, tarihte ve uluslararası ölçekte onlarca örneğini gördüğümüz temel kuralı bütün acımasızlığıyla işliyor: işçi sınıfından ve yoksullardan nüfusun en tepedeki yüzde 10’luk kesimine devasa bir servet aktarımı.

Devletin doğrudan desteğiyle gerçekleşen bu servet aktarımı, yol açtığı ürkütücü toplumsal eşitsizlik ile birlikte, şiddetli toplumsal / sınıfsal patlamalara zemin hazırlamış durumda ve egemen sınıf bunun farkında. Onlar, mevcut toplumsal eşitsizlik düzeylerinin “parlamenter demokratik” egemenlik biçimleri ile uzlaşmadığını da çok iyi biliyorlar. Türkiye egemen sınıfının, “başkanlık” rejimine geçişi de kapsayan diktatörlük / militarizm yöneliminin ardında, bu farkındalık yatmaktadır.

İşçi sınıfı bu gerçekliği görmeli ve egemen sınıfın daha da artacak olan saldırılarına karşı kendi siyasi ve örgütsel hazırlıklarını yapmalıdır. Bankaların ve şirketlerin uzun süredir sürdürdüğü ve önümüzdeki dönemde çok daha vahşi biçimler alacak olan saldırılara başarıyla karşı koymanın yolu, öncelikle, emperyalist kapitalist sistemi savunan ve onun birer parçası haline gelmiş olan tüm siyasi ve sendikal önderliklerden kesin bir kopuştan geçiyor.

Bunun ilk adımı, sermayenin artan saldırılarına karşı koymak amacıyla, işyerlerinde, okullarda ve mahallelerde, sendikalardan ve tüm burjuva ve küçük burjuva önderliklerden bağımsız taban komitelerinin kurulması olmalıdır.

İşçilerin ve gençlerin, yaşam ve çalışma koşullarına, demokratik haklara yönelik saldırılara başarıyla karşı koyabilmeleri için bu komitelerin, emperyalizm, militarizm, savaş ve diktatörlük karşıtı, enternasyonalist sosyalist bir program temelinde inşa edilmesi gerekmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir