Tez “Muhteşem Yüzyıl” dizisinin başı vurula!

Show TV’de yayınlanan “Muhteşem Yüzyıl” dizisinin ilk bölümünden sonra, bildik çevreler, diziye yönelik eleştiri bombardımanı yapmaya başladı. Bu yazı boyunca, dizinin ne kadar o dönemin tarihsel gerçeklerini, bilimsel açıdan yansıtıp yansıtmadığı üzerinde duracak değilim. Bu, konuyla ilgili çalışan tarihçilerin “uzmanlık” alanı. Fakat benim daha çok üzerinde durmak istediğim, bu dizi vesilesiyle, muhafazakar-milliyetçi kesimin ortaya koymuş olduğu ikiyüzlü tutum.

Tarihsel konuların beyaz perdeye yansıtılması, her zaman, o tarihle ideolojik ve kültürel özdeşlik kuran kesimlerin tepkisini çeker. Bu defa da farklı olmadı. “Muhteşem Yüzyıl” dizisi, özellikle muhafazakar-milliyetçi kesim tarafından büyük bir tepkiyle karşılandı. Hatta Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, RTÜK Yasa Tasarısı’nın görüşmeleri sırasında, diziyle ilgili tepkilere değindi. “Ben de endişe ve üzüntü içindeyim” diyen Arınç, “bu tür yapımların reyting amacıyla yapıldığını ve kamuoyunun tepkilerini dikkate alarak televizyonun kendiliğinden kaldırmasının uygun olacağını” söyledi. “Sadece Atatürk’ün hatırasına hakareti suç sayan bir kanun olduğunu” kaydeden Arınç, “Tarihimizin önemli şahsiyetlerini olduğundan başka türlü görerek küçültmeye çalışan ne olursa olsun karşılığını bulmalıdır. Diziyle ilgili şikayetleri süratle dikkate alacağız ve kanun çerçevesinde gereğini yapacağız.” dedi. Özetle Arınç, muhafazakar-milliyetçi kesimin duygularına tercüman oldu.

Yapımcılar ve piyasa

Muhafazakar-milliyetçi kesimi bu kadar kızdıran ne? Hiç kuşkusuz, bu öfkenin arkasında yatan: “Muhteşem Yüzyıl” dizisinin, devlet eliyle üretilen Türk-İslam ideolojisiyle çelişen bir Kanuni Sultan Süleyman portresi çiziyor olması. Bir an için, bu kesimin “haklı” olduğunu düşünsek bile, diziyi eleştirenlerin gözden kaçırdığı en önemli gerçek; dizinin yapılma amacının tarihsel gerçekleri belgelemek olmadığı, ortaya çıkan ürünün, tümüyle reyting kaygısı güden, ticari bir proje olduğudur. Dizinin tarih danışmanlığını yapan Erhan Afyoncu: “Bu bir tarihi dizi, bir belgesel değil” diyor. Yapımcılarının da belirtmiş olduğu gibi, bu dizinin Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye’yi anlatmak, hele hele tarih dersi vermek gibi bir amacı yok. Bu dizi, özel bir prodüksiyon şirketinin Show TV için hazırladığı, (yapımcılığını TİMS Productions-Timur Savcı’nı üstlendiği) bolca para yatırılmış olan, tümüyle piyasaya yönelik bir iş. Anlaşılan o ki, diziyi eleştirenler, ekonomik yaşamda, serbest piyasaya uyum sağlamış olmalarına karşın, iş kültür-sanat hayatına gelince, aynı “liberal esnekliği” gösteremiyor.

Diziyi eleştirenlere sormak gerekiyor: yapımcıların yerinde siz olsaydınız ne yapardınız? Para kazanmak için yapılan bir işin içinde, halka Kanuni Sultan Süleyman ile ilgili gerçekleri, belgesel kıvamında mı anlatırdınız? Eğer mesele bu kadar basit olsa, yapımcıların dizi çekmesine bile gerek yok. Örneğin Haber Türk kanalında, Neo-Osmanlıcı Murat Bardakçı ve Erhan Afyoncu bir tarih programı yapıyor. Eğer insanlar tarihe bu kadar meraklı olsaydı, sanıyorum ki, bahsi geçen bu programın reyting rekorları kırıyor olması gerekirdi. Ama kırmıyor!

Yapımcılar neden dizi film çeker? Tabii ki para kazanmak için. Yoksa onların tarihsel gerçeklerle işi olmaz. Anlayacağınız bu işler tamamen “duygusal”dır. Hele ki yapımcılar, halkın “sevdiği”, aşk-meşk, entrika, gibi konuları işleyip ve biraz da arka plana tarihsel sosu koyunca, pek çok dizi reyting rekorları kırabiliyor. Örneğin bir dönem geniş kitleler tarafından beğeniyle seyredilen, “Çemberimde Gül Oya”, “Hatırla Sevgili”, “Bu Kalp Seni Unutur mu?” vb. “solcu dizileri” furyası da, aynı çerçeve içinde ele alınabilir. Nedense bu dizilerdeki “solcu” karakterlerin tümü, izleyicinin sempatisini çeken “romantik” tiplemelerdi. Sakın bu sözlerimden Marksistlerin romantizme karşı olduğu anlamı çıkarılmasın, benim eleştirim, dizilerde sosyalizm mücadelesinin, bir tür idealize edilmiş halk fedailiğine indirgeniyor olması. Neyse esas konumuza dönelim.

Harem ve devşirmeler

Muhafazakar-milliyetçi kesimin üstünde durduğu bir başka konu da: Harem. Bu kesime göre, Kanuni Sultan Süleyman, dizide “kadın ve içki düşkünü” bir padişah olarak tasvir ediliyor. Her bir padişahın onlarca kadına sahip olduğunu, biz değil, tarih kitapları yazıyor. Hatta bugün birçok AKP’linin birden çok eşi olduğunu da biliyoruz, zamanı gelince, bunları da tarih kitapları yazacak!

Bu kesimin inkar etmesine rağmen, Harem, farklı milletlerden kadınların, köle olarak geldiği ve belirli bir “zerafet eğitimi” aldıktan sonra, Padişaha sunuldukları bir kurum. Padişah “gönlü kimi isterse” onunla birlikte olma özgürlüğüne sahip olan tek kişi. Fakat muhafazakar-milliyetçi kesim, bu tarihsel gerçeğin (biraz karikatürize ediliyor olsa da) beyaz perdeye yansımasına dahi tahammül edemiyor.

Dizide yansıtılan tarihsel gerçekler ile muhafazakar-milliyetçi kesimin Osmanlı algısı çok farklı. Bu kesim, ne kadar kabul etmek istemese de, Harem padişaha seks ve eğlence hizmeti sunuyordu. Anlayacağınız Harem bir ilim ve irfan yuvası değildi! Tek adam yönetimi (hanedanlık) üzerine kurulu bir siyasi sistem açısından, bu durum gayet “normal”. Dizinin senaristi Meral Okay haklı olarak şunları söylüyor: “Biz okullarda gösterilecek bir belgesel çekmiyoruz. Padişahın çocukları da polen yoluyla dünyaya gelmediğine, onun bir cinsel hayatı, haremi ve ailesi olduğuna göre biz de televizyon kuralları içerisinde kurmaca bir dizi çekerken tarihi gerçekler ve karakterlerden ilham alıyoruz”.

Bir diğer tartışmalı konu da, devşirmelerin saraydaki rolü ve etkisi. Dizide, Kanuni Sultan Süleyman’ın has odabaşısının Venedik kökenli bir gayr-i müslüm olması, muhafazakar-milliyetçi kesimi küplere bindiriyor. “1000 yıldır Türk-Müslüman yurdu olan bu yerde, nasıl olur da, bir Türk-Müslüman değil de, bir gavur Kanuni’ye has odabaşı olabilir! Ha şa!” Bu durum, diziyi eleştiren kesimlerin “saf kan” Türklüğüne dokunmuşa benziyor. Bu türden tarihsel gerçekler karşısında, her defasında karizmayı çizdirmeye alışkın oldukları içindir ki, bazen ne yapacaklarını bilemeyen şaşkın ördeklere benziyorlar. Bunların sözüm ona, en “aydın” geçinenleri bile, Osmanlı’da Enderun adıyla resmi bir devlet kurumu olduğundan ve bu kurumun Hristiyan ailelerden aldığı çocukları, zamanla içinde Müslümanlaştırıp, daha sonra çeşitli devlet kademelerinde bürokrat olarak kullandığından habersiz. Ne acı!

Diziye yapılan bir diğer eleştiri de, “Harem kadınları padişahın huzuruna başı açık çıkmazdı”. Elbette harem kadınları, padişahın karşısına bugün anladığımız anlamda, başları açık çıkmıyordu. Fakat bu kesimlerin sandığı gibi de, kara çarşafla da çıkmıyorlardı! O dönemde, harem kadınlarının giydiği kıyafetler, onların harem içindeki sınıf ve mevkileri ile yakından ilişkiliydi. Çünkü Harem katı bir kast sistemi üzerine kuruluydu. Haremde yaşayan cariyelerin giydiği kıyafetler, hiç kuşkusuz gayet şık ve dönemin modasına uygundu. Harem gibi bir yerde, kadınların güzel giyinmeyeceğini düşünebilmek için, insanın ahmak olması gerekir.

Kendilerini Osmanlı’nın torunları sananlar, dizideki harem sahnelerine bakıp kükrüyor, “Bizim ecdadımız nasıl böyle ahlaka mugayir işler yapar” diyorlar. Osmanlı’da hiçbir zaman Arap yaşam tarzı egemen olmadı. Osmanlı sistemi, dini hukuktan (şeriattan) çok, örfe (yazılı olmayan kurallara) dayandığı için, padişahlar ve yönetici kesim sivil ve yarı-seküler tarzda yaşamayı tercih etmiştir. Bu gerçeği, sarayda çalışan nakkaşların yaptığı minyatürlerden rahatlıkla görebiliriz. Bu yüzden, işin içine RTÜK’ü sokarak diziyi yasaklatmaya kalkışanlar, “Bu dizi ecdadımızın kemiklerini sızlatıyor” diyenler, Osmanlı yaşam tarzı hakkında hiçbir şey bilmiyor. Örneğin, Osmanlı’daki eşcinselleri minyatürlerine çizebilecek kadar özgür bir sanatçı olan Levni’den kaç kişinin haberi var? Ya da Avrupa ve Amerika’yı köleci sisteminden dolayı kınarken, kendi köleci geçmişimizi neden eleştirme cesaretini gösteremiyoruz? Buyrun bunları tartışalım.

“Günahları” ve “sevaplarıyla” Kanuni Sultan Süleyman

Günümüz Türkiyesi’nde o kadar akıl dışı bir eğitim sistemi var ki, ortalama insan için Osmanlı algısı, hiç attan inmeden, sürekli savaş ve fetih yapan bir “İslam devleti”nden ibaret. Bu komik algıyı daha iyi anlayabilmeniz için, başrolünü Cüneyt Arkın’ın oynadığı “Kara Murat Fatih’in Fermanı” filmini seyretmenizi öneririm.

Peki bu devasa yapıyı yöneten padişahın hiç mi özel hayatı yoktu? Padişah, kadınlara ilgi duymuyor muydu? İçki içmiyor muydu? Aşık olmuyor muydu? Padişah denince, bu kesimin aklına insan ve doğaüstü bir varlık geliyor. Sanki bu etten kemikten bir insan değil, yarı-tanrısal özelliklere sahip bir canlı. Padişah da olsa, Kanuni de bir faniydi; onun da arada bir başı ağrıyor, morali bozuluyor, yalnız kalmak istiyordu, her insan gibi.

Batılı tüccarlar, Kanuni’nin kendilerine verdiği kapitülasyonlar, yani ticari ayrıcalıklar sebebiyle, ona “muhteşem” dediler. 46 yıllık hükümdarlığı sırasında öldürülme korkusuyla evlatlarını, kardeşlerini ve torunlarını boğdurtan oydu. Osmanlı hazinesini, yanlış vergi uygulamaları ve yabancılara verilen ticari ayrıcalıklar yüzünden boşaltan oydu. Anadolu’daki çiftbozan isyanlarının, yani köylü isyanlarının çıkmasına sebep olan ve kendi vatandaşlarına kan kusturan oydu. Resmi olarak 4 defa evlenmiş, 18 çocuk sahibi olmuşsa da, onlarca da gayriresmi çocuğu olan da oydu. Kendi öz oğlu olan Şehzade Mustafa’ya kıyan da oydu. Şimdi ise alt tarafı bir televizyon dizisinde “kadın ve içki düşkünü” olarak gösterildi diye, muhafazakar-milliyetçi kesim kıyametleri koparıyor! Peki ya Kanuni’ye ilişkin tüm bu gerçekler, bunları tartışmaya cesaretiniz yok mu?

Muhafazakar-milliyetçi kesimin ikiyüzlülüğü

“İleri demokrasi” sloganıyla yapılan 12 Eylül Referandumu’nun üzerinden uzun bir süre geçmeden, özgürlükten kimin ne anladığını, şimdi daha iyi görüyoruz. İktidar üyelerinin bir TV dizisine bile tahammülü yok! Arınç gibiler “gerçeğin çarpıtıldığını” iddia ediyor. Hangi gerçekler? Her şey MEB’in hazırladığı tarih kitaplarında yazıldığı gibi mi?

Bu dizi-film, baştan sona kurgusal bir öykü, dizinin yapımcıları, “biz bir belgesel yapıyoruz” demiyor, onlar piyasa kurallarına uygun, ticari bir iş yapıyor, hepsi bu. Örneğin, “Tudors”, “Anne Boleyn” ve “Spartacus” gibi yabancı yapımlarda hangi tarihsel gerçekler var? Sermaye tarihsel gerçekler ile değil, para kazanmakla ilgileniyor. Muhafazakar-milliyetçi beyinlerin anlamak istemediği de işte bu. Tabi bu kesimin hoşgörüsüzlüğü, farklılığa tahammülsüzlüğü ve sinemasal cehaleti ise ayrı bir problem. En kötüsü de sansürcü ve yasakçı kafa yapısı!

Muhafazakar-milliyetçi kesimin temel sıkıntısı: “Muhteşemlik” gibi efsanelerle kutsallaştırılan resmi Osmanlı tarihinin üzerindeki örtülerin yavaş da olsa aralanıyor olması. Bunu Arınç’ın “Sadece Atatürk’ün hatırasına hakareti suç sayan bir kanun var” serzenişinden anlayabiliriz. Nasıl Kemalistler, Atatürk’e kutsiyet addedildiği için, onu azıcık normal gösteren “Mustafa” filmine ağır eleştiriler yaptılarsa, aynı şekilde, bugün post-Kemalist Arınç da, Kanuni azıcık normal gösterildi diye, veryansın ediyor. Dün Mustafa Kemal’in insani özelliklerini filmlerde, belgesellerde görmek istemeyenler vardı, bugün padişahların insani özelliklerini filmlerde, belgesellerde görmek istemeyenler var. Dün “Mustafa Kemal’i nasıl yapayalnız, içkici bir adam gibi gösterirsiniz” diye belgesellere saldıranlar vardı, bugün “Kanuni’yi nasıl içki ve kadın düşkünü gibi gösterirsiniz” diye dizilere saldıranlar var. Cepheler farklı gözükse de zihniyet hep aynı.

Oysa Türkiye, 90’lardan itibaren ülke tarihini yeniden keşfetmeye başladı. Resmi tarih tezlerinin aksini söyleyen çalışmalar, özellikle Cumhuriyet tarihi ile ilgili yeni ufuklar açtı. Çoğunlukla 2000’lerde, bu çalışmalardan beslenen diziler, filmler üretildi. Türkiye, Cumhuriyet’in ilk yıllarında, bilhassa din ve yeni rejim arasındaki gerilimleri, efsaneleşmiş ulusal kahramanların farklı yönlerini, azınlıklara yapılan haksız uygulamaları bu çalışmalar sayesinde öğrendik. Fakat şimdi, tabuları yıkmak için yola çıktıklarını söyleyenler, kendi tabularını topluma dayatmaya çalışıyor. Atatürk’ü Koruma Kanunu’nun yanına şimdi bir de “Padişahları Koruma Kanunu” eklenirse hiç şaşırmayın!

Bir sinema filmi ya da TV dizisi, tarihsel gerçeklere bağlı kalmayan bir kurguyla da çekilebilir. Fakat ülkemizi esir almış olan kutsallar, hepimizi “tarihsel gerçeklere” karşı temkinli davranmak zorunda bırakıyor. Tarihçilik, kutsallara esir olmadan, gerçeği en yalın çıplaklığıyla ortaya sermektir. İşte Arınç gibileri rahatsız eden de, “tarihsel gerçeklerin çarpıtılması” değil, tam tersine tarihe haddinden fazla sadık kalınmasıdır. Ticari amaçlı dizi fimler çoğu zaman gerçekleri yansıtmaz. Zira gerçek her zaman eğlenceli de değildir. Gerçekleri öğrenmek isteyenler, bir zahmet belgesellere ya da kitaplara göz atsın.

Son söz

Ülkemizdeki Osmanlı hayranlığı, tarihsel gerçeklerden kopuk, hayali bir düzeyde ilerlemekte. Pek çok insanın, “dünyayı titreten padişah” tiplemesine hayranlık duyması, ve bu tiplemeyi de, faşizan bir tarzda, dokunulmaz ilan etmesi kadar saçma bir şey olamaz. Bugün bu kafa yapısının somut örneklerini, Pakistan’da, Afganistan’da görebiliyoruz. Günümüzde pek çok insan “İslamiyete hakaret etti” diye öldürülebiliyor, neyse ki bizimkiler henüz o aşamaya gelmedi, sadece “Tarihe mâl olmuş bir şahsiyetin mahremiyeti konusunda gerekli hassasiyet gösterilmediği” gerekçesiyle dizilere uyarı cezası verme boyutundalar. Fakat özgürlüklerden yana olanlar, onların baskılarına karşı çıkmaya devam ettikçe, asla ulaşmak istedikleri noktaya varamayacaklar[1].

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir