İktidar rüşveti ve yolsuzluğu savundu
TBMM, dört eski bakan ile ilgili Soruşturma Komisyonu’nun raporunu görüştüğü oturumunda, 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarında adı geçen Zafer Çağlayan’ı, Egemen Bağış’ı, Muammer Güler’i ve Erdoğan Bayraktar’ı Yüce Divan sıfatıyla yargılama yapacak olan Anayasa Mahkemesi’ne göndermedi.
Ekonomi eski bakanı Zafer Çağlayan’ın Yüce Divan’a gönderilmesi, 242 kabul oyuna karşılık 264 ret oyu ile engellendi. Oylamada, 7 milletvekili çekimser, biri boş, üçü de geçersiz oy kullandı. İkinci oylama İçişleri eski bakanı Muammer Güler için yapıldı ve 241 milletvekili Yüce Divan’a göndermekten yana oy kullandı. Güler’in yargılanmasına karşı çıkanların sayısı ise 258 oldu. AB eski bakanı Egemen Bağış için yapılan üçüncü oylamada, 245 evet, 255 hayır ve 7 çekimser oy kullanıldı. Altı milletvekili boş, dördü ise geçersiz oy verdi. TBMM’deki son oylama, Çevre ve Şehircilik eski bakanı Erdoğan Bayraktar için yapıldı. Bayraktar’ın, 219’a karşı 288 oyla Yüce Divan’a gönderilmekten kurtulduğu oylamada, üç milletvekili çekimser oy kullanıldı.
Bilindiği gibi, dört eski bakanın Yüce Divan’a gönderilmesi meselesi iktidar partisi içinde ciddi bir gerilime yol açmıştı. Partinin önderi olan ve 17-25 Aralık soruşturmasını bir “darbe girişimi” olarak değerlendiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, oylamadan günler önce, rüşvetçi bakanların Yüce Divan’a gönderilmemesi için yoğun bir kampanya başlatmıştı. Bu baskı, başta 21 Aralık’ta partisinin Ankara İl Kongresi’nde yaptığı konuşmada, ”Kim herhangi bir şekilde harama bulaşırsa, kardeşimiz de olsa onun kolunu koparmaya kararlıyız” diyen Başbakan Davutoğlu olmak üzere, AKP içindeki muhalefeti susturmaya yetti. Yine de, TBMM’de yapılan oylamada, beklenenden çok daha fazla sayıda AKP’li milletvekili, Erdoğan’a rağmen, tercihlerini dört eski bakanın Yüce Divan’a gönderilmesinden yana yaptı.
Daha önceki yazılarımızda vurguladığımız üzere, yolsuzluk ve rüşvet, bakanların veya diğer siyasetçilerin niyetlerinde değil; geçtiğimiz on yıllar içinde ekonomide yaşanan köklü dönüşümde ve bizzat kapitalist ekonominin kendisinde yatmaktadır. Türkiye ekonomisi, son 12 yıl içinde, üretimden bütünüyle kopmuş, yalnızca vurgun ve rant peşinde koşan pervasız bir mali aristokrasinin egemenliği altına girmiş durumda. Uyguladığı kapsamlı özelleştirme programlarıyla ülkenin bütün kaynaklarını bu uluslararası mali aristokrasinin ve yerli ortaklarının yağmasına açmış olan AKP’li yönetici seçkinler, aslında, rüşveti meşrulaştıran ünlü atasözünde olduğu gibi, bal tutan parmaklarını yalamaktan başka bir şey yapmıyorlar. Üstelik geleneksel olarak sınıf egemenliğinin ve yönetici seçkinliğin bir parçası olan rüşvet ve yolsuzluk, uluslararası mali aristokrasinin güçlenmesiyle birlikte, küresel bir olgu haline de gelmiş durumda. [1]
12 yıllık AKP iktidarı altında artık kurumsallaşmış olan ve “dost ahbap kapitalizmi” olarak tanımlayabileceğimiz işleyiş, her zaman var olan yolsuzluklara ve rüşvete akıl almaz boyut kazandırmıştır. Kapitalist sistemin ayrılmaz parçası olan yolsuzlukların ve rüşvetin, toplumsal servetin işçi sınıfından alınarak büyük bir hızla küçük bir vurguncular grubuna aktarılmasının AKP iktidarının dizginsiz liberalleşme sürecinde arttığı doğrudur. Ama bu dönemde iktidarda olan AKP, söz konusu sürecin nedeni değil, uygulayıcısıdır. AKP’nin uluslararası bankaların ve tekellerin göz bebeği olduğu bu dönemde, yozlaşmış bürokratların ve siyaset seçkinlerinin ceplerine indirdikleriyle karşılaştırılamayacak kadar büyük bir servetin işçi sınıfının sömürüsü yoluyla kapitalistlere aktarılmış olduğu unutulmamalıdır. [2]
Dolayısıyla, ne bakanların Yüce Divan’a gönderilmesi ne de “AKP’siz Türkiye,” bu yolsuzluk ve rüşvet düzenini ortadan kaldırmayacaktır. Yolsuzluk ve rüşvet ancak onu yaratan kar ve sömürü sistemiyle birlikte son bulabilir.
Meclisteki “muhalefet” partilerinin tamamının bu yolsuzluk ve rüşvet düzeninin, aslında kapitalist sömürü düzeni olduğunu dile getirmemesinin tek nedeni, onların da bu sistemin savunucusu olmalarıdır. Gerçek şu ki, işçi sınıfının sömürüsünden elde edilen artı-değerin egemen sınıf içerisinde paylaşımının bir parçası olan yolsuzluğa ve rüşvete, onu doğuran sisteme karşı mücadele etmeksizin tutarlı bir şekilde karşı çıkılması mümkün değildir.
17-25 Aralık soruşturmalarından bu yana yaşananlar ve dört eski bakanın önce TBMM komisyonu, ardından da Meclis Genel Kurulu tarafından aklanması, bu “dost ahbap kapitalizmine” karşı mücadele edebilecek tek toplumsal gücün işçi sınıfı olduğunu bir kez daha gözler önüne sermektedir. İşçi sınıfının bu mücadeleyi başarıyla sürdürmesi için, enternasyonalist sosyalist bir perspektif temelinde, tüm bu sorunların kaynağı olan kapitalizme ve onun savunucusu burjuva partilere karşı mücadeleye girişmesi gerekiyor. Bu, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin Türkiye şubesinin inşası demektir.