Tahir Elçi’nin öldürülmesi planlı bir suikasttır

Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi, dün, devlet güçlerinin “PKK operasyonu” sırasında hasar gören Dört Ayaklı Minare’nin önünde bir grup avukat ile birlikte bir basın açıklaması yaparken, ensesinden tek kurşunlu vurularak öldürüldü. Elçi, öldürülmeden birkaç dakika önce, “biz birçok medeniyete ev sahipliği yapmış bu bölgede, silah, çatışma, operasyon istemiyoruz.” diye haykırmıştı.

 

Yapılan ilk resmi açıklamalarda, bir barış ve insan hakları savunucusu olan Elçi’nin, basın açıklamasının yapıldığı yerin yakınlarında PKK’li olduğu iddia edilen kişiler ile polis arasında başlayan bir çatışmada, PKK’liler tarafından öldürüldüğü iddia edildi. Başbakan Ahmet Davutoğlu, dün yaptığı açıklamada, “Eğer teröristlerin polislerimize yönelik saldırıları olmasaydı muhtemelen bu acı olayların hiçbiri olmayacaktı. Bu tabancanın [Elçi’nin yanında bulunan tabanca] ilk polisimizi şehit eden teröristin elinde bulunan tabanca olduğu tespit edilmiştir.” dedi.

 

Bununla birlikte, Diyarbakır Barosu’ndan yapılan açıklamada, Elçi’nin, dün Davutoğlu’nun da ifade ettiği resmi senaryonun tersine, “suikast sonucu öldürülmüş” olduğu açıklandı. Açıklamaya göre, Elçi, “polis ile çatışan PKK’liler” tarafından değil; tam ters yönden uzun namlulu silahlarla açılan ateş sonucunda öldürüldü. Basında yer alan haberlere göre, Elçi’ye uzak mesafeden ateş edilmiş olduğu, otopsi raporuyla da doğrulandı.

 

İktidarın bu cinayete tepkisi, bir “soruşturma heyeti” oluşturmak, Sur İlçesi’nde sokağa çıkma yasağı ilan etmek ve bir operasyon başlatmak oldu. Sokağa çıkma yasağına rağmen binlerce kişi cenazenin götürüldüğü hastane önünde toplandı; bugün de, cenaze törenine 100 bini aşkın insan katıldı. Bu arada, cinayete yönelik protesto gösterileri, her zaman olduğu gibi, polisin barbarca saldırılarıyla karşılaşıyor.

 

Aslında, Elçi’nin öldürülmesine ilişkin ilk resmi açıklama, cinayetin hemen ardından, daha olay yerinde hiçbir inceleme yapılmamış ve otopsi sonucu açıklanmamışken, Anadolu Ajansı (AA) tarafından yapılmıştı. AA, Cumartesi günü saat 12.20’de, Elçi’nin, “Terör örgütü PKK mensuplarının ateş açması sonucu çıkan çatışmada” öldüğünü duyurdu.

 

Bütün bu gelişmeler ve önceki onlarca siyasi cinayetin akıbeti (katillerin hiçbirinin yakalanıp cezalandırılmaması), Elçi’nin, basitçe bir çatışmanın ortasında kalarak ölmediğine; devlet güçlerinin de dahil olduğu planlı bir suikasta kurban gittiğine işaret etmektedir. Yani Elçi, HDP Eş genel Başkanı Demirtaş’ın inanmak ve bizi de inandırmak istediği gibi “devletsizlik”ten dolayı değil ama büyük olasılıkla devlet bağlantılı güçler tarafından öldürülmüştür.

 

İnsan Hakları Derneği’nin üyesi ve İnsan Hakları Vakfı’nın kurucularından olan Tahir Elçi, Kürtlere karşı işlenen insanlık suçlarından Hrant Dink cinayetine kadar neredeyse bütün davalarda siyasi iktidarların ve devletin karşısında yer almıştı. O, 15 Ekim günü CNN Türk televizyonunda katıldığı bir programda, “PKK terör örgütü değildir” dediği için gözaltına alınmış, iktidar ve havuz medyası tarafından hedef gösterilmiş ve hakkında dava açılmıştı. Elçi’nin, bu süreçte kendisine ölüm tehditleri yağdıran faşistlere yanıtı, onun barış ve demokrasi mücadelesindeki kararlılığının ifadesiydi: “Sizden korkan sizin gibi alçak olsun. JİTEMci ağababalarınıza ve generallerinize boyun eğmedim, sizden mi korkacağım.”

 

Tahir Elçi’nin, Cumhuriyet gazetesinin genel yayın yönetmeni Can Dündar ile Ankara temsilcisi Erdem Gül’ün tutuklanmasının hemen ardından öldürülmesi ve bütün bu gelişmelerin Suriye sınırında bir Rus savaş uçağının Türk jetleri tarafından düşürülmesinin ardından gelmesi, gerçekte uzunca süredir devam eden provokasyonlar ve çatışmalar sürecinin hızlanacağının işaretleridir.

 

Siyasi iktidarın, fiilen kapalı bir mecliste azınlıkta olduğu bir dönemde Kürtlere karşı yeniden başlattığı savaşla ve sözde “paralel yapı ile mücadele” adına medyaya yönelik el koyma operasyonları ile hız kazandırdığı polis devleti inşası, Suriye’ye doğrudan askeri müdahale hazırlıklarına paralel şekilde ilerliyor. Devasa bir toplumsal eşitsizliği gerçek sınıf ekseninden saptırmak amacıyla etnik ve mezhepsel kimlikler ekseninde kasıtlı olarak bölünmüş bir toplumun Suriye’deki emperyalist müdahalenin baş aktörlerinden olan egemen sınıf eliyle hızla sürüklendiği yer, savaş ve iç savaştır.

 

ABD emperyalizminin bilgisi dahilinde ve ön izniyle Suriye’de gerçekleştirdiği provokatif eylem sonucunda başlıca ekonomik ortaklarından biri ve başlıca enerji sağlayıcısı Rusya’yı karşısında almış olan siyasi iktidar tam bir açmaz içinde bulunuyor. O, içeride patlamaya hazır toplumsal gerilimleri bastırmak ve dışarıya akıtmak için tek bir seçeneğe sahip:  diktatörlük ve savaş.

 

Tahir Elçi’nin öldürülmesi, aynı Kürt illerinde tırmandırılan savaş, IŞİD’in taşeron olarak kullanıldığı Suruç, Diyarbakır ve Ankara bombalamaları, muhalif medya kurumlarına el koyma ve gazetecilerin tutuklanması gibi, Suriye odaklı uluslararası gelişmeler ve onların içerideki yansımaları bağlamında yaşanan savaş ve diktatörlük yöneliminin bir parçasıdır. Egemen sınıf ve AKP iktidarı, işçi sınıfı ve emekçi kitleler içinde yaşam ve çalışma koşullarına yönelik toplumsal öfkenin yerini “güvenlik” kaygısının almasından, diktatörlük ve Suriye’nin istilası planlarına kitlesel destek sağlamak için yararlanacaktır.

 

Egemen sınıfın ve AKP iktidarının bütün bu hesaplarını bozabilecek tek güç, bütün mülk sahibi sınıflardan bağımsız olarak sosyalist bir program etrafında birleşmiş işçi sınıfıdır.

 

Tahir Elçi suikastı ne ilk ne de sondur. Yalnızca enternasyonalist devrimci bir perspektifle donanmış bir işçi sınıfı, uluslararası sınıf kardeşleriyle birlikte ve üretimden gelen gücünü kullanarak, emperyalist devletlerin ve onların yerel işbirlikçilerinin çıkarlarına hizmet eden savaşları, kanlı etnik-mezhepsel boğazlaşmaları ve aydınların tutuklanmasını ya da öldürülmesini önleyebilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir