“Tek Ülkede Sosyalizm”in Sonuçları
44. Troçki ve Sol Muhalefet, Sovyetler Birliği içinde doğru bir ekonomi politikasının uygulanması için mücadele ederken, devrimci rejimin yazgısının devrimin SSCB’nin sınırlarının ötesine yayılmasına bağlı olduğunda ısrar etti. İşçi sınıfının Avrupa’nın ve Kuzey Amerika’nın ileri kapitalist ülkelerinde zafer kazanmaması durumunda, Sovyet devleti varlığını sürdüremeyecekti. Sol Muhalefet ile Stalinist bürokrasi arasındaki çatışma, tam da bu sorun üzerinde odaklandı. Stalin, 1924’te, Buharin’in desteğiyle, ulusalcı bir temelde, sosyalizmin SSCB’de kurulabileceğini ileri sürdü. “Tek ülkede sosyalizm” teorisinin ilanı, Marksist teorinin temel bir ilkesinin ve Ekim Devrimi’nin dayandığı dünya devrimi perspektifinin köklü biçimde inkârını ifade ediyordu. Bu, SSCB’nin tarihinde bir dönüm noktasına işaret etti: Sovyetler Birliği’nin politikaları, bürokrasi tarafından, dünya sosyalist devriminin yazgısından kopartıldı. “Ulusal sosyalizm” programında ifadesini bulan maddi çıkarlar, bizzat bürokrasinin çıkarlarıydı. Devlet mülkiyeti onun gelirlerinin ve ayrıcalıklarının kaynağı olduğu ölçüde, özünde savunmacı karakter taşıyan ulusalcı bir politika, Stalinist bürokrasinin çıkarlarına hizmet ediyordu. Dış politika alanında, ilkeli enternasyonalist devrimci kaygıların yerini oportünist “ulusal çıkar” hesapları aldı. Yerel komünist partileri burjuva hükümetler üzerinde baskı uygulamak için kullanan Stalinist rejim, Komünist Enternasyonal’i ulusalcı Sovyet dış politikasının bir aracı haline getirdi. Stalinist partileri nihayetinde siyasi karşı-devrimin araçlarına dönüştürecek olan sınıf işbirlikçi politikaların siyasi kökenleri burada yatmaktadır.
45. Sovyet politikasındaki bu kaymanın uluslararası sonuçları, Britanya’da Mayıs 1926’da gerçekleşen genel grevde açığa çıktı. Britanya’daki ulusal sendikal önderliğin gözüne girmeye çalışan Stalin, Britanya Komünist Partisi’ne, genel grevin hazırlanmasında ve sürdürülmesinde, bürokrasinin denetimindeki Sendikalar Kongresi’nin (TUC) Genel Konseyi’ne eleştirisiz destek verme talimatı gönderdi. Bu, işçi sınıfını, TUC’nin greve ihaneti karşısında hazırlıksız bıraktı.
46. Bunu çok daha büyük felaketler izledi. Sovyet bürokrasisi, Sürekli Devrim Teorisi’ne saldırıyor ve gecikmiş kapitalist gelişme içindeki ülkelerde iki aşamalı devrimi öngören Menşevik teoriyi yeniden canlandırıyordu. Stalin, 1925-27’de, emperyalizme karşı “Dört Sınıf Bloğu” teorisi temelinde, Çin’deki Komünist Parti’ye ulusal burjuva Kuomintang hareketini destekleme talimatı verdi. Troçki, bu sınıf işbirlikçisi politikaya şiddetle karşı çıktı ve onun, Çin’deki sosyalist devrim adına ifade ettiği yıkıcı sonuçlar konusunda uyarıda bulundu. Çin’in emperyalizm tarafından eziliyor olması, Çin burjuvazisi ile işçi sınıfı arasındaki çatışmayı azaltmamıştı. Gerçekte tam tersi söz konusuydu. Troçki’nin yazdığı gibi:
Yabancı sermayenin Çin’in yaşamındaki önemli rolü, Çin burjuvazisinin son derece güçlü bir kesiminin, bürokrasinin ve ordunun kendi yazgılarını emperyalizmin yazgısıyla birleştirmesine yol açmıştır. Militaristler denilen kesimin modern Çin’in yaşamındaki devasa rolü, bu bağ olmaksızın anlaşılamaz.
Dahası, komprador denilen burjuvazi, yani yabancı sermayenin Çin’deki ekonomik ve siyasi ajanı ile ulusal denilen burjuvazi arasında bir uçurumun olduğuna inanmak büyük bir saflık olacaktır. Hayır! Bu iki kesim, birbirine, burjuvazi ile işçi ve köylü kitleleri arasındaki yakınlık ile karşılaştırılamayacak denli yakındır…
Emperyalizmin Çin’deki bütün sınıfları dışarıdan, mekanik biçimde birbirine kaynaştırdığını düşünmek büyük bir hatadır… Emperyalizme karşı devrimci mücadele, sınıfların siyasi ayrışmasını zayıflatmaz; tersine, güçlendirir. [30]
47. Troçki’nin uyarıları doğrulandı. Nisan 1927’de, Kuomintang’ın askeri güçleri, Çan Kay-şek’in önderliği altında, Şanghay işçi sınıfına karşı bir katliam gerçekleştirdi. Çin Komünist Partisi (ÇKP) önderliğinin geniş bir kesimi burjuva ulusalcı güçler tarafından öldürüldü. Nisan 1927’den sonra, Çin Komünist Partisi’ne, Wang Çing-wei’nin önderliğindeki “sol” Kuomintang’a katılma emri verildi. “Solcu” Wang Çing-wei, işçi ve köylü hareketini Çan Kay-şek’ten hiç de daha az kanlı olmayan biçimde ezdi. Ardından, Komintern’in önderliği, Ağustos 1927’de, Komünist Parti’nin neredeyse tümüyle demoralize olmasından sonra, derhal silahlı ayaklanmaya geçme talebinde bulundu. Bu politikayı Kanton’da yaşama geçirme çabası, yalnızca üç gün içinde kanla bastırıldı. 20. yüzyılın tarihi üzerinde uzun erimli etkileri olan bu feci yenilgiler, etkili bir şekilde, ÇKP’nin Çin işçi sınıfının kitlesel partisi olarak sonuna işaret etti. Stalin’in politikalarının yol açtığı felaketin sonuçlarından kurtulmak için kırlara çekilen, Mao Zedong da dahil ÇKP önderliğinin hayatta kalmayı başaranları, Komünist Parti’yi köylülük üzerinde yükselen bir örgüt olarak yeniden kurdular. Çin’in, günümüzde kapitalist sömürünün en doymak bilmez biçimlerinin kalesi olarak ortaya çıkması da dahil, sonraki tarihini, Troçki’nin, Stalin’in “Dört Sınıf Bloğu”na ve 1927 trajedisine yönelik eleştirisinin bağlamı dışında anlamak mümkün değildir.
Troçki’nin Sınır Dışı Edilmesi
48.Britanya’daki ve Çin’deki yenilgiler, Sovyet işçi sınıfının devrimci güvenini azalttı. Bu durum, öte yandan, bürokrasiyi güçlendirdi ve onun işçi sınıfına yabancılaşmasını derinleştirdi. Sovyetler Birliği’ndeki iktidar Stalin’in başında olduğu bürokratik kliğin elinde toplandı. Sol Muhalefet, 1926’da, Birleşik Muhalefet’i oluşturmak üzere, kısa süreliğine Kamenev ve Zinovyev ile birleşti. Temmuz-Ekim 1926’da, Kamenev ile Troçki Politbüro’dan; Kasım 1927’de ise Troçki ile Zinovyev Rusya Komünist Partisi’nden çıkartıldı. Aralık ayında, Sol Muhalefet’in bütün yandaşları partiden atıldı. Zinovyev ile Kamenev sonradan Stalin’e teslim olur ve Komünist Parti’ye yeniden katılırken, Troçki, Ocak 1928’de Alma Ata’ya sürgüne gönderildi ve Şubat 1929’da Sovyetler Birliği’nden sınırdışı edildi.
49.Troçki, son sürgününün başlangıcından itibaren, Stalinist hizip ile Sol Muhalefet arasındaki bütün farklılıkların, onların sosyalizme ilişkin iki uzlaşmaz kavrayışa sahip olmalarından kaynaklandığında ısrar etti. Stalinistler, Rusya’nın kaynaklarına dayalı yalıtılmış ulusal sosyalist bir ekonominin inşasının mümkün olduğundan hareket ediyor; Sol Muhalefet ise işçi devletinin yazgısının ve sosyalizme doğru ilerlemesinin, ayrılmaz biçimde dünya sosyalist devriminin gelişmesine bağlı olduğunda ısrar ediyordu. Troçki, iki yıl önce yazmış olduğu Sürekli Devrim başlıklı broşürün 1930 tarihli Almanca baskısına önsözünde, asıl sorunu şöyle özetlemişti:
Marksizm, hareket noktası olarak, ulusal parçaların toplamı değil ama uluslararası işbölümü ve dünya pazarı eliyle yaratılmış güçlü ve bağımsız bir gerçeklik olarak, çağımızda ulusal piyasalara buyurgan şekilde hükmeden dünya ekonomisinden yola çıkar. Kapitalist toplumun üretici güçleri, uzun süre önce ulusal sınırları aşmıştır. 1914-1918 emperyalist savaşı, bu gerçeğin ifadelerinden biriydi. Sosyalist toplum, üretim teknolojisi açısından, kapitalizmden daha yüksek bir düzeyi temsil etmek zorundadır. Ulusal olarak yalıtılmış bir sosyalist toplum kurmayı amaçlamak, bütün geçici başarılara rağmen, üretici güçleri, kapitalizme göre bile geriye çekmek anlamına gelir. Dünya bütünlüğünün bir parçasını oluşturan ülkelerin coğrafi, kültürel ve tarihsel gelişmişlik düzeylerini göz önünde bulundurmaksızın, ekonominin bütün dallarını ulusal bir çerçeve içine kapatmaya kalkışmak, gerici bir ütopyanın peşinde koşmak demektir. [31]
50. Troçki’nin, Stalin’in ulusal sosyalist perspektifine yönelik eleştirisinin siyasi sonuçları, Sovyet politikasının sorunlarının ötesine geçti. Söz konusu olan, uluslararası işçi sınıfının emperyalizm çağındaki küresel perspektifine ve stratejik görevlerine ilişkin temel sorunlardı. Troçki, şunları yazdı:
Sosyalist devrimin ulusal sınırlar içinde tamamlanması düşünülemez. Burjuva toplumunun krizinin temel nedenlerinden biri, onun tarafından oluşturulmuş olan üretici güçlerin artık ulus devlet çerçevesi ile bağdaşmamasıdır. Buradan, bir yandan emperyalist savaşlar; öte yandan ise burjuva Avrupa Birleşik Devletleri ütopyası çıkar. Sosyalist devrim ulusal arenada başlar, uluslararası arenada gelişir ve dünya çapında tamamlanır. Böylece, sosyalist devrim, sözcüğün yeni ve daha geniş anlamında bir sürekli devrim haline gelir; o, yalnızca, yeni toplumun gezegenimizin tamamındaki nihai zaferiyle tamamlanır. [32]
Uluslararası Sol Muhalefet’in İlk Mücadeleleri
51. Sol Muhalefet, Rusya Komünist Partisi’nin dışında destek bulmuştu. Troçki’nin, 1928’de toplanmış olan VIII. Kongre için hazırladığı, Komintern’in Taslak Programının Eleştirisi’nin, şans eseri deneyimli bir devrimci ve ABD Komünist Partisi’nin kurucu üyelerinden olan James P. Cannon’un eline geçmesi, bir dönüm noktası oluşturdu. Cannon ve Kanadalı devrimci Maurice Spector, bu belgeyi inceledikten sonra, Troçki’nin düşünceleri uğruna mücadele etmeye karar verdiler. Max Shachtman ve Martin Abern tarafından desteklenen Cannon, ABD’ye döndükten kısa süre sonra, Komünist Parti içinde Sol Muhalefet’in düşünceleri uğruna mücadeleyi başlattı. Cannon, Shachtman ve Abern tarafından kaleme alınan bir açıklama, 27 Ekim 1928’de, Komünist Parti’nin Siyasi Komitesi’ne sunuldu. Bu açıklamada şu tespitler yer alıyordu:
Troçki önderliğindeki Muhalefet, temel Marksist-Leninist öğretinin, düzmece tek ülkede sosyalizm teorisiyle değiştirilmesine yönelik çabalara haklı olarak karşı çıkmaktadır. Komintern’in çeşitli faaliyet alanlarında ve ideolojik yaşamında karşılaşılan bir dizi revizyonist ve oportünist hata, bu sahte teoriden kaynaklanmaktadır. Çin devriminde izlenen yanlış çizgi, İngiliz-Rus Komitesi fiyaskosu, Komintern’de bürokratizmin tehdit edici ve daha önce görülmedik şekilde büyümesi, Sovyetler Birliğindeki yanlış tutum ve politika, vb. vb., en azından kısmen buna bağlanabilir. Bu yeni “teori”, kapitalizmin gücüne ve geçici istikrarının süresine yapılan aşırı bir vurguyla ilişkilidir. Proleter dünya devriminin gelişmesine ilişkin kötümserliğin gerçek kaynağı buradadır. Komintern’in her bir partisindeki her bir Komünist’in başlıca görevlerinden biri, Marx, Engels ve Lenin’in bu temel soruna ilişkin öğretileri uğruna, Muhalefet’in yanında mücadele etmektir. [33]
52. Cannon, Siyasi Komite’nin o oturumunda partiden çıkartıldı. O, Amerika Komünist Birliği’ni kurmaya girişti. Böylece, uluslararası Troçkist hareketin gelişiminde son derece önemli bir rol oynayacak olan ABD’deki Troçkist hareket, ilkeli bir temel üzerinde oluştu. Onun hareket noktası örgütsel konular ya da ulusal taktikler üzerine bir anlaşmazlık değil; uluslararası devrimci stratejiye ilişkin belirleyici sorunlardı. Troçki’nin, Cannon’a esin kaynağı olan Taslak Program’ın Eleştirisi, Stalin önderliğinin ulusalcı yönelimine ve onun uluslararası işçi sınıfının 1917 Ekim Devrimi’nden beri yaşadığı stratejik deneyimleri değerlendirmedeki başarısızlığına ilişkin kapsamlı bir suçlamaydı. Troçki, dünya ekonomik ve siyasi durumunu değerlendirirken, taslak programın Amerikan emperyalizminin yükselişini çözümlemedeki başarısızlığını eleştiriyor; Amerikan emperyalizminin kendi egemen konumunu sağlamlaştırma ve sürdürme mücadelesinin sonuçlarına dikkat çekiyordu. O, ABD’de büyük bir ekonomik kriz öngörmekle birlikte, bunun, ABD’nin dünya politikasındaki baskın konumunu zayıflatacağına inanmıyordu:
Durum tam tersidir. ABD’nin egemenliği, kriz döneminde, hızlı ekonomik büyüme döneminde olduğundan daha tam, daha açık ve daha acımasız biçimde işleyecektir. ABD, ister Asya’da, Kanada’da, Güney Amerika’da, Avustralya’da isterse bizzat Avrupa’da; ister barışçı biçimde isterse savaş yoluyla olsun, kendi zorluklarının ve dertlerin üstesinden, Avrupa’nın zararına gelmeye çalışacaktır. [34]
53. Ekim 1929’da Wall Street’te yaşanan çöküş, kapitalizmi tarihinin en derin krizine sürükleyen küresel bunalımın başlangıcına işaret ediyordu. Birinci Dünya Savaşı’nın bitmesinden on yıldan biraz fazla zaman sonra başlayan 1930’ların Büyük Bunalımı ve ondan kaynaklanan kanlı toplumsal ve siyasi karışıklıklar, revizyonistlerin ve reformcuların bütün kendine yeten kocakarı ilaçlarının bir diğer ezici çürütülmesini sağladı. Kapitalizm, Avrupa’da, Asya’da ve hatta Kuzey Amerika’da kendi çelişkileri eliyle çöküşün eşiğine getirilmişti. Onun bu altüst oluşlarda, inanılmaz sayıda insanın yaşamı pahasına varlığını sürdürmesi, öncelikle Stalinistler ve Sosyal Demokratlar olmak üzere, işçi sınıfının kitlesel örgütlenmelerine önderlik edenlerin siyasi ihanetlerine atfedilebilir. Dördüncü Enternasyonal, bu ihanetlere karşı Troçki önderliğinde verilen mücadeleler üzerinde yükseldi. Bu mücadelelerin belgeleri ve dersleri, günümüze kadar, Marksistlerin eğitimi için başlıca tarihsel, teorik ve siyasi temeli oluşturmaktadır.
54. Troçki, 1929’da Türkiye’ye vardıktan sonra, Sovyetler Birliği’nde, planlı ve akılcı bir sanayileşmeyi gerektiren doğru bir politikanın uygulanması uğruna mücadelesini sürdürdü. Uluslararası Sol Muhalefet’in amacı, Sovyetler Birliği’ndeki rejimin siyasi reformdan geçirilmesi ve Komünist Enternasyonal’in Marksist ilkeler üzerine kurulu doğru bir devrimci çizgiye dönmesi olmaya devam etti. Stalinist bürokrasi, 1920’lerin sonlarında, köylülüğün kentlere tahıl göndermeyi kesmesinden kaynaklanan yaygın kıtlık karşısında, köylülüğe yönelik önceki tutumundan ve piyasayı destekleme politikalarından vazgeçerek, onun yerine kanlı ve plansız bir sanayileşme, tarımın kolektifleştirilmesi ve “bir sınıf olarak kulakların tasfiyesi” programını geçirdi. Onun hızlı sanayileşme programı, ekonomik ulusalcılık ve otarşi [ekonomik kendine yeterlilik – çev.] perspektifi üzerine kuruluydu ve Troçki’nin, dünya ekonomisinin kaynaklarından ve uluslararası işbölümünden yararlanan planlı bir devlet sektörünün geliştirilmesi önerisiyle hiçbir ilişkisi yoktu. İç politikadaki aşırı solculuğa, Komintern içinde, “Üçüncü Dönem” teorisi temelinde sekter siyasi maceracılığa doğru keskin bir dönüş eşlik etti. Bu “teori”nin (daha tam söylersek, karşı-teorinin) önayak olduğu siyasi yaklaşım, çelişkilerden arındırılmış ve nesnel ekonomik, siyasi ve sosyal süreçlerle alakası olmayan sürekli bir “kitlesel radikalleşme”yi varsaydı. Bütün siyasi strateji ve taktik sorunları, Stalinistler tarafından, radikal sloganların basitçe haykırılmasına indirgendi. Troçki, bu Stalinist varsayımın, Marksist siyasi çözümlemenin gülünç bir taklidinden ibaret olduğu uyarısında bulundu:
Bir bütün olarak çağımız bakımından, proletaryanın gelişmesinin devrim yönünde ilerlediğini belirtmeye gerek yok. Ancak bu, kapitalist çelişkilerin derinleşmesi nesnel sürecinden daha kararlı bir gelişme değildir. Reformistler, kapitalist işleyişin yalnızca yükselişlerini görüyorlar; biçimsel “devrimciler” ise yalnızca inişlerini. Oysa bir Marksist, gidişatı bir bütün olarak; asıl yönü bir an olsun gözden kaçırmaksızın, onun bütün dönemsel iniş ve çıkışlarını -savaş felaketlerini, devrimlerin patlamasını- görür. [35]
Faşizmin Almanya’daki Zaferi
55. Komünist partilere, “Üçüncü Dönem” politikasının etkisi altında, sendikalara, Sosyal Demokrat partilere ve burjuva ulusalcılara uyarlanmaktan vazgeçip, onun yerine bağımsız “kızıl” sendikaların kurulmasını ve bileşik cephe taktiğinin reddedilmesini içeren aşırı sol bir programı geçirmeleri talimatı verildi. Birleşik cephe taktiğinin yerini, sosyal demokrat partilerin “sosyal faşist” olarak adlandırılması aldı.
56. Komintern’in yeni politikasının, faşizmin yükselişinin sosyalist hareket için ölümcül bir tehlike oluşturduğu Almanya’da korkunç sonuçları olacaktı. Faşizm, ekonomik kriz eliyle yıkıma uğramış ve iki ana sınıf (burjuvazi ile işçi sınıfı) arasında ezilmiş, demoralize durumdaki küçük-burjuvazinin hareketiydi. Sosyalist hareketin uğradığı yenilgiler, küçük-burjuvazinin geniş kesimlerini, işçi sınıfının, onun sorunlarının çözümü değil ama kaynağı olduğuna inandırmıştı. Alman burjuvazisi, faşistleri, işçi örgütlerini imha etmek ve işçi sınıfını atomize etmek için kullandı. Hitler’in Nazi Partisi’nin Ocak 1933’teki zaferi, Sosyal Demokrasinin ve Stalinizmin ihanetlerinin sonucuydu. Sosyal demokratlar burjuva Weimar Cumhuriyeti’ne güveniyor ve işçi sınıfını kapitalist devlete bağlıyorlardı. SPD ile Hitler’in partisinin “ikiz” olduğunu iddia eden Stalinist “sosyal faşizm” politikası, Komünist Parti ile Sosyal Demokrasi arasında, savunma amaçlı olsalar bile, her türü işbirliğine karşı çıktı. Bu politika, Komünist Parti’yi, SPD’ye hala sadık olan işçilerin güvenini kazanma olanağından tümüyle mahrum bıraktı. Troçki, Komünist Parti önderliğinin canice bir kayıtsızlık içeren “Hitler’den sonra, biz” sloganını geliştirdiği Aralık 1931’de, şu uyarıda bulunmuştu: “Komünist işçiler, sizler yüz binlerce, milyonlarcasınız; herhangi bir yere gidemezsiniz; ortada hepinize yetecek kadar pasaport yok. Faşizm iktidara gelirse, dehşetli bir tank gibi üzerinizden geçecek. Kurtuluşunuz amansız bir mücadelede yatıyor. Yalnızca Sosyal Demokrat işçilerle birlikte verilecek bir mücadele zaferi getirebilir. Komünist işçiler, acele edin; çok az zamanınız kaldı!” [36] Bu uyarının doğruluğu, Hitler 1933’te iktidara geldikten ve işçi sınıfının önderlerini tutuklamaya ve bağımsız örgütlerini imha etmeye başladıktan sonra, trajik biçimde görüldü.
57. Faşizmin Almanya’daki zaferi, komünist partilerin yozlaşmasında bir dönüm noktasıydı. Almanya’da uğranılan yenilginin görülmedik boyutuna karşın, Komünist Enternasyonal’in partileri içinde hiçbir muhalefet yoktu. Troçki, bu duruma, yeni partilerin ve yeni bir enternasyonalin kurulması çağrısı yaparak yanıt verdi. O, Temmuz 1933’te şunları yazdı: “Moskova’daki önderlik yalnızca Hitler’in zaferini güvence altına almış olan politikayı hatasız olarak ilan etmekle kalmamış; yaşanmış olanlar üzerine bütün tartışmaları da yasaklamıştır. … Bu utanç verici yasak ne çiğnendi ne de yıkıldı. Ortada herhangi bir ulusal kongre yok, uluslararası kongre yok, parti toplantılarında tartışma yok, basında tartışma yok! Faşizmin gürlemesinin ayağa kaldıramadığı ve bürokrasinin böylesi rezilce davranışlarına uysal bir şekilde boyun eğen bir örgüt, böylece, ölmüş olduğunu ve onu artık hiçbir şeyin diriltemeyeceğini göstermektedir.” [37] Troçki, Sovyetler Birliği’ni, kapsamlı bir yozlaşmadan geçmiş olmasına karşın bir işçi devleti olarak tanımlamayı sürdürürken, onun -gerçek sosyalist çizgide ilerlemek şöyle dursun- varlığını uzun vadede sürdürmesinin, bürokrasinin bir siyasi devrimle alaşağı edilmesine bağlı olduğu uyarısında bulundu.
Dördüncü Enternasyonal ve Merkezciliğe Karşı Mücadele
58. Dördüncü Enternasyonal’in kurulması çağrısı taktik bir manevra değildi. O, Sovyet rejiminin, Komünist Enternasyonal’in ve onların işçi sınıfı ile ilişkisinin toplumsal ve siyasi dönüşümüne ilişkin bir değerlendirmenin üzerinde kurulmuştu. Troçki, 1930’ların ortalarında, “merkezci” olarak tanımladığı siyasi eğilimlerle bu konuda bir çatışmaya girdi. Bu gruplar, sosyalist devrime bağlılıklarını iddia etmekle birlikte, Dördüncü Enternasyonal’in kuruluşuna karşı çıkıyorlardı. Onlar, Stalinizm ile Troçkizm ve reformist ile devrimci politikalar arasında bir tür orta yol bulmaya çalışıyorlardı.
59. Troçki, 1934’te, “bir merkezci, ‘olanı ifade et’ biçimindeki devrimci ilkeye nefretle yaklaşır. O, ilkeli bir politikanın yerine kişisel manevraları ve küçük örgütsel diplomasiyi geçirme eğilimindedir.” diye yazdı: “Bir merkezci, bir oportünist ile bir Marksist arasında, bir şekilde küçük-burjuvanın kapitalist ile proleter arasındaki konumuna benzeyen bir yer işgal eder. O, birincinin önünde el pençe divan durur ve ikincisini aşağılar.” Merkezciliğin bir başka özelliği, onun “içinde bulunduğumuz çağda ulusal devrimci bir partinin yalnızca uluslararası bir partinin parçası olarak inşa edilebileceğini anlamamasıdır. Merkezci, uluslararası müttefiklerinin seçiminde, kendi ülkesinde olduğundan bile daha az ayrım gözetir.” [38]
60. İşçi sınıfı faşizm tehdidine yanıt olarak sola kayarken, merkezci gruplar gerçek bir devrimci partinin oluşumunu engellediler. Britanya’daki Bağımsız İşçi Partisi, Alman göçmen partisi SAP (ileride SPD’nin başkanı ve Almanya’nın başbakanı olacak olan Willy Brandt bu partinin içinde önde gelen ve haince bir rol oynadı), İspanyol POUM ve diğerleri dahil, merkezci eğilimler, devrimci ve reformcu politikalar arasında bir orta yol bulmaya çalıştılar. Onların, Dördüncü Enternasyonal’in ilanının “erken” olacağı biçimindeki iddialarının altında, (1) Troçki’nin, Stalinist rejime ve ona bağlı partilere yönelik “karşı-devrimci” tanımlamasına ilişkin köklü anlaşmazlıkları ve (2) kendi ulusal çevreleri içinde sürdürdükleri oportünist siyasi ilişkilere son vermeye karşı çıkışları yatıyordu.
Halk Cephesi İhaneti
61. Merkezci eğilimlerin kaçamakları ve yalpalamaları, Sovyet rejiminin politikalarının açıkça karşı-devrimci karakter edinmiş olduğu koşullarda, Stalinizme karşı mücadeleyi baltaladı. Troçki’nin Almanya’da Hitler’e karşı işçi sınıfı partilerinin bir “birleşik cephe” oluşturması yönündeki çağrısına karşı çıkan Stalinistler, Nazilerin zaferinden sonra diğer yöne savruldular. Onlar, Komintern’in 1935’teki VII. Kongresi’nde yeni bir programı (“Halk Cephesi”) açıkladılar. Bu program, faşizme karşı mücadele ve demokrasinin savunusu adına, “demokratik” burjuva partileriyle siyasi ittifak oluşturulması çağrısı yapıyordu. Bu ittifakların pratik anlamı, işçi sınıfının siyasi olarak burjuvaziye, özel mülkiyete ve kapitalist devlete tabi kılınmasıydı. Halk Cephesi, işçi sınıfı için siyasi bir felaket olmakla birlikte, Sovyet bürokrasisinin çıkarlarına hizmet ediyordu. Stalin, yerel komünist partileri işçi sınıfının devrimci mücadelesini bastırmanın araçları olarak kullanmayı teklif ederek, burjuva rejimlerin gözüne girmeyi ve SSCB’nin diplomatik konumunu iyileştirmeyi umuyordu. Gerçekte, bu strateji temelinde sınırlı ve kısa vadeli diplomatik kazanımların elde edildiği her yerde, işçi sınıfının “Halk Cepheciliği” eliyle uğratıldığı yenilgiler Sovyetler Birliği’ni ciddi biçimde zayıflattı.
62. Stalinist politika, bilinçli biçimde, iktidarın işçi sınıfı tarafından devrimci yoldan ele geçirilmesine karşı yönlendirilmişti. Stalin, işçi sınıfının özellikle Batı Avrupa’daki zaferinin, Sovyet işçi sınıfının devrimci hareketini yeniden canlandıracağından korkuyordu. Stalinistler, 1936-38 yıllarında, Fransa’da, Haziran 1936’daki genel grevin yol açtığı bir devrimci durumu boğmaya yardımcı oldular. Fransız Komünist Partisi’nin desteklediği Halk Cephesi hükümeti işçi sınıfını demoralize etti ve Fransız burjuvazisinin Haziran 1940’ta Hitler’e teslim olmasının yolunu açtı. Stalinistler, İspanyol Devrimi’nde Azaña’nın burjuva hükümetini desteklediler. İspanyol Komünist Partisi, kapitalist mülkiyetin ve burjuva düzenin başlıca dayanağı haline geldi. Bu parti, ağırlıklı olarak, sosyalist devrimden ölümüne korkan kentli orta sınıfın hali vakti yerinde kesimleri içinde güçlendi. Stalin, İspanya’yı, devrimci sosyalist eğilimlere karşı terör estiren GPU ajanlarıyla istila etti. Onun ajanları, Barselona’daki işçi ayaklanmasının bastırılmasını örgütlediler ve POUM’un önderi Andres Nin’i kaçırıp işkence ederek öldürdüler. Stalinistlerin POUM’u ortadan kaldırması, trajik biçime, Barselona’da halk cephesi hükümetine katılmış olan Nin tarafından izlenen merkezci politikalar eliyle kolaylaştırılmıştı. Amerika Birleşik Devletleri’nde, Komünist Parti, Demokratik Parti’yi ve Franklin Delano Roosevelt yönetimini destekledi.
63. Troçki’nin, burjuva liberalizmi ile GPU’nun ittifakı olarak tanımladığı Halk Cepheciliği’nin amacı, sosyalist devrim tehdidi karşısında kapitalist mülkiyetin savunusuydu. “Demokrasi”ye yapılan şatafatlı övgüler, “demokratik” devletin hizmet ettiği sınıfsal çıkarları gizlerken, bağımsız bir güç olarak işçi sınıfının siyasi açıdan silahsızlandırılmasını kolaylaştırmaya hizmet etti. İşçi sınıfı siyasi iktidar mücadelesinden alıkonulduğu ölçüde, demokrasiye yönelik gerçek tehditlere karşı mücadele, kaçınılmaz şekilde engellendi. Fransa’da ve İspanya’da görüldüğü gibi, sosyalizm uğruna mücadele olmaksızın demokrasiyi savunmaya çalışmanın iflas ettiği ve felaketle sonuçlandığı kanıtlandı. Stalinistlerin hem İspanya’da hem de Fransa’da sürekli yineledikleri savlar arasında, devrimci politikanın küçük-burjuvaziyi “ürküttüğü” ve onu faşistlerin yanına doğru yönlendirdiği vardı. Dolayısıyla, işçi sınıfı, orta sınıfın sempatisini, yalnızca özel mülkiyeti tehdit eden sosyalist taleplerden kaçınarak ve Halk Cephesi çerçevesinde ılımlı burjuva önderleri destekleyerek elde edebilirdi. Troçki, orta sınıfların sosyal psikolojisinin tümüyle yanlış bir değerlendirmesini ifade eden bu alçakça ve bozguncu yaklaşımı şiddetle reddetti:
Küçük-burjuvazinin “aşırı önlemler”den korktuğu için işçi sınıfı partilerine yönelmediği iddiası yanlış, üç kez yanlıştır. Tam tersine. Küçük-burjuvazinin alt tabakası, işçi sınıfı partilerinde, büyük ölçüde, yalnızca parlamenter aygıtları görmektedir. Onlar bu partilerin ne gücüne ne mücadele kapasitesine ne de mücadeleyi bu kez sonuna kadar götürmeye hazır olduklarına inanıyor.
Durum böyle olunca, Radikalizm’in [“sol” burjuva siyasi eğilim] yerine onun soldaki parlamenter arkadaşlarını geçirme sıkıntısına değer mi? Yarı mülksüzleşmiş, yıkıma uğramış ve hoşnutsuz mülk sahibi işte böyle akıl yürütür ya da hisseder. Köylülerin, esnafların, ücretlilerin, küçük memurların ve benzerlerinin -toplumsal krizden kaynaklanan- bu ruh halini anlamaksızın, doğru politika geliştirmek mümkün değildir. Küçük-burjuva, ekonomik olarak bağımlı ve siyasi olarak atomize edilmiştir. Bu yüzden, bağımsız bir politika güdemez. Onun, kendisine güven aşılayacak bir “önder”e ihtiyacı vardır. Bu bireysel ya da kolektif önderlik, yani kişi ya da parti, ona iki temel sınıftan biri; büyük burjuvazi ya da proletarya tarafından sunulabilir. Faşizm, perişan olmuş kitleleri birleştirir ve silahlandırır. İnsan döküntülerinden savaşçı müfrezeler örgütler. Böylece o, küçük-burjuvaziye bağımsız bir güç olduğu yanılsamasını sağlar. Küçük-burjuva, gerçekten devleti yöneteceğini hayal etmeye başlar. Bu yanılsamaların ve umutların küçük-burjuvazinin başını döndürmesi şaşırtıcı değildir!
Ama küçük-burjuvazi, proletaryada da bir önder bulabilir. [39]
64. Komintern’in Sovyet bürokrasisinin bir aracına dönüşmesine, devrimci enternasyonalizm geleneğini temsil eden önderlerin yerini sadık aygıt temsilcilerinin aldığı bir dizi arındırma ve ihraç eşlik etti. Bu dönüşüm 1923’te başladı ve sıkça Troçkizme karşı mücadelenin bir parçası olarak 1930’lar boyunca sürdü. “Halk Cephesi” dönemiyle birlikte, Komintern, Stalin’in “trajikomik bir yanlış anlama” olarak söz ettiği dünya devrimi programını tümüyle reddetti. Komintern, Stalinist bürokrasinin emperyalist müttefiklerine bir jesti olarak, sonunda, 1943’te dağıtıldı.
İhanete Uğrayan Devrim
65. Troçki, 1936’da, Dördüncü Enternasyonal uğruna mücadeleyi harekete geçiren toplumsal-ekonomik gerekliliği ortaya koyan İhanete Uğrayan Devrim’i yazdı. Troçki, bu anıtsal eserde, herhangi bir ilerici tarihsel rol atfetmeyi reddettiği Stalinist bürokrasinin ortaya çıkışına, gelişmesine ve kaçınılmaz yıkımına yön veren yasaları açığa çıkardı. Bir işçi devleti içinde ayrıcalıklı bir kast olarak bürokrasinin varlığını belirleyen çelişkileri çözümleyen Troçki, 1917 Ekim Devrimi’nin kazanımlarının, yalnızca, Sovyet işçilerinin, Bolşevik devrim eliyle kurulan devletleştirilmiş mülkiyet ilişkilerini sürdürüp geliştirirken, bürokrasiyi şiddet içeren bir ayaklanma yoluyla devireceği bir siyasi devrim dolayımıyla korunup genişletilebileceğini saptadı. O, Sovyet rejimini, yazgısı dünya devimine bağlı olan bir geçiş rejimi olarak tanımladı:
SSCB, kapitalizm ile sosyalizmin arasında, (a) üretici güçlerin devlet mülkiyetine sosyalist bir karakter vermekten hala çok uzak olduğu; (b) yoksulluk eliyle yaratılmış ilkel birikim eğiliminin planlı ekonominin sayısız gözeneğinden açığa çıktığı; (c) burjuva bir karakter taşıyan paylaşım kurallarının toplumda yeni bir ayrışmanın zeminini oluşturduğu; (d) ekonomik gelişmenin, çalışanların durumunda yavaşça bir iyileşme sağlarken, hızla ayrıcalıklı bir kastın oluşmasını teşvik ettiği; (e) toplumsal çelişkilerden faydalanan bürokrasinin sosyalizme yabancı, denetlenemeyen bir kasta dönüştüğü; (f) iktidardaki partinin ihanet ettiği sosyalist devrimin mülkiyet ilişkilerinde ve çalışan kitlelerin bilincinde varlığını hala sürdürdüğü; (g) birikmiş çelişkilerin daha fazla gelişmesinin [toplumu –çev.] hem sosyalizme, hem de geriye, kapitalizme götürebileceği; (h) kapitalizme giden yolda, karşı-devrimin işçilerin direnişini kırmak zorunda kalacağı; (i) sosyalizme giden yolda, işçilerin bürokrasiyi devirmek zorunda olacağı çelişkili bir toplumdur. Bu sorun, son tahlilde, hem ulusal hem de uluslararası alanda, canlı toplumsal güçlerin mücadelesi eliyle çözülecektir. [40]
66. Troçki’nin Sovyet toplumuna ilişkin çözümlemesine yönelik, genel olarak “devlet kapitalizmi” olarak bilinen teoriyle özdeşleşmiş bir itiraz, bürokrasinin yeni bir egemen sınıfı temsil ettiğidir. Troçki, bürokrasinin bir sınıf olarak tanımlanmasına herhangi bir Marksist kanıt sunamayan bu teoriyi bütün çeşitleriyle reddetti. Marksizme göre, bir sınıf, toplumun ekonomik yapısı içindeki bağımsız kökleriyle ayırt edilir. Bir sınıfın varlığı, bu toplumsal tabakanın faaliyetlerinde cisimleşen tarihsel olarak özgün mülkiyet biçimlerine ve üretim ilişkilerine bağlıdır. Sovyet bürokrasisi böylesi tarihsel bir gücü temsil etmiyordu. O, siyasi iktidarı gasp etmiş, devleti yönetmiş ve Sovyetler Birliği’nin zenginliğinin önemli bir bölümünü silip süpürmüştür. Ama mülkiyet ilişkileri, bir işçi sınıfı devriminden doğmuştu. Troçki, bürokrasinin devlet üzerindeki çok güçlü siyasi denetiminin “bürokrasi ile ulusal servet arasında yeni ve bu güne kadar bilinmeyen bir ilişki” [41] yaratmış olduğunu kabul ediyordu. O, bunun, bir siyasi devrimin gerçekleşmemesi durumunda, “proleter devrimin toplumsal kazanımlarının tam bir tasfiyesine” yol açabileceği konusunda uyarıda bulundu. [42] İhanete Uğrayan Devrim’in yayınlanmasından 55 yıl kadar sonra, sonunda gerçekleşen şey budur. Bununla birlikte, SSCB’nin dağılmasının sonuçları, Troçki’nin, bürokrasinin bir sınıf değil ama kast olduğu biçimindeki tanımlamasını kesin olarak doğruladı. SSCB’nin yıkılması devlet mülkiyetinin hızla tasfiyesine ve özel mülkiyete dönüşmesine yol açtı. İyi konumdaki bürokratlar, daha önce yönetmiş oldukları devlet mülkiyetindeki endüstriyel, mali ve doğal kaynakları kendi kişisel mülklerine dönüştürdüler. Yeni burjuvazinin, neredeyse tümüyle devlet mülkiyetinin yağmasıyla elde edilmiş olan varlıklarını eşlerine ve çocuklarına aktarmasına izin veren miras yasaları çıkartıldı. Bir borsa kuruldu. Emek, değer yasası eliyle düzenlenen bir metaya dönüştürüldü. Devlet planlamasından geride kalan her şey çöktü. SSCB’de, egemen bürokrasinin farklı bir sınıf olarak tanımlanmasını sağlayabilecek tek bir sosyal özellik bile kalmadı. Eğer Sovyetler Birliği’nin dağılmasından önce var olan şey “devlet kapitalizmi” idiyse, o, işçi devletiyle birlikte hızla ortadan kalktı! Devlet kapitalizmi “teori”si, Sovyet toplumunun sosyolojik kavranışına ya da Stalinizme karşı devrimci mücadele yolunda bir stratejiye hiçbir katkıda bulunmadı.
67. Stalinist bürokrasi, Ekim Devrimi’nin önderliğini neredeyse tümüyle katletti. 1936 ile 1938 yılları arasında, aralarında Zinovyev, Kamenev, Buharin ve Rakovski’nin de bulunduğu Bolşevik önderlerin göstermelik yargılanması düzenlendi. Sanıkların kendilerini suçlamaya zorlandıkları (onlara, bu tür itirafların kendilerini ve ailelerini kurtaracağı biçiminde sahte vaatlerde bulunulmuştu) bu dehşet verici duruşmalar, her durumda, birkaç saat içinde infaz edilen ölüm cezalarının verilmesiyle sonuçlandı. Hapis cezası verilen az sayıda davada, sanıklar, Rakovski’ye ve Radek’e yapıldığı gibi, daha sonra gizlice öldürüldüler. Bu duruşmalar, halkın gözünden uzakta gerçekleştirilen, o zamana değin görülmemiş bir kitlesel cinayet kampanyasının kamuoyuna açık görüntüleriydi. Yüz binlerce sosyalist, farklı kuşaklardan Marksist aydınların ve işçilerin en seçkin siyasi temsilcileri fiziksel olarak ortadan kaldırıldı. Faşist diktatör Mussolini, Stalinist rejimin ondan daha fazla komünisti öldürmüş olmasını hayranlıkla yorumladı! 1936’dan 1939’a kadarki karşı-devrimci terör dalgasında, yaklaşık bir milyon insan öldürüldü. Troçki’nin, Stalin’e ilişkin “devrimin mezar kazıcısı” değerlendirmesini en açık şekilde doğrulayan bu tasfiye, Sovyet işçi sınıfının devrimci bilincine, Sovyetler Birliği’nin hiçbir zaman atlatamadığı ağır bir darbe indirdi. Tarih ve bu benzersiz suçların kayıtları, çok sayıda burjuva propagandacının, Stalinizmin ve Troçkizmin, tek ve aynı Marksizmin sadece değişik türleri oldukları iddiası bir yana, Stalinizmin, Marksizmin teorik ve siyasi mirasına dayandığı iddiasını itiraz edilemez şekilde çürütmektedir. Stalinizm ile Troçkizm arasındaki ilişki, en iyi şekilde Troçki tarafından tanımlandı. Troçki, onların “bir kan ırmağı” ile ayrıldıklarını yazdı.
Dördüncü Enternasyonal’in Kurulması
68. Dördüncü Enternasyonal, Eylül 1938’de kuruluş kongresini topladı. Bu, sosyalist hareket ve uluslararası işçi sınıfı için tarihsel bir dönüm noktasıydı. Onun kuruluş belgesi olan Kapitalizmin Can Çekişmesi ve Dördüncü Enternasyonal’in Görevleri (Kitlelerin, İktidarın Zaptına Hazırlanmak İçin Geçiş Talepleri Etrafında Seferberliği) Troçki tarafından yazılmıştı ve sosyalist hareketin önünde duran merkezi görevi ana hatlarıyla belirtiyordu:
Gelecek tarihsel dönemde sosyalist devrimin olmaması durumunda, bütün insanlık kültürünü bir felaket tehdit etmektedir. İş şimdi proletaryaya; yani, en çok, onun devrimci öncüsüne düşüyor. İnsan soyunun tarihsel krizi, devrimci önderliğin krizine indirgenmiştir. [43]
69. Bu önderlik krizinden çıkmanın tek yolu, her ülkede Dördüncü Enternasyonal’in şubelerini inşa etmekten geçiyordu. Troçki, yeni bir enternasyonali inşa etmenin erken olduğunu, onun “büyük olaylar”dan doğması gerektiğini iddia eden kuşkuculara ve merkezcilere şu yanıtı verdi:
Dördüncü Enternasyonal, zaten büyük olaylardan; proletaryanın tarihteki en büyük yenilgilerinden doğmuş durumda. Bu yenilgilerin nedeni, eski önderliğin yozlaşmasında ve ihanetinde yatmaktadır. Sınıf mücadelesi bir kesintiyi hoş görmez. Üçüncü Enternasyonal, İkinci Enternasyonal’in ardından, devrimin amaçları açısından ölüdür. Yaşasın Dördüncü Enternasyonal!
Peki, onun kuruluşunu ilan etmenin zamanı geldi mi? …Kuşkucular sakinleşmiyor. Biz, Dördüncü Enternasyonal’in “ilan edilme”ye ihtiyacı olmadığı yanıtını veriyoruz. O var ve savaşıyor. Güçsüz mü? Evet. Onun saflarında çok sayıda insan yok; çünkü daha çok genç. Onlar da, henüz, asıl olarak kadrolardan oluşuyor. Ama bu kadrolar geleceğin güvencesidir. Gezegenimizde, bu kadroların dışında, bu isme gerçekten layık tek bir devrimci akım bile bulunmamaktadır. [44]
70. 20. yüzyılın sonraki tarihi, tek gerçek devrimci önderliğin Dördüncü Enternasyonal olduğu değerlendirmesinin doğruluğunu kanıtlayacaktı. Dönemin stratejik görevi, nesnel devrimci durumun olgunluğu ile proletaryanın ve onun öncüsünün olgunlaşmamışlığı arasındaki boşluğu kapatmaktı. Dördüncü Enternasyonal, bunun gereğini yerine getirmek için, işçi sınıfının devrimci bilincini geliştirmenin ve onun eski önderliklerini teşhir etmenin araçları olarak -ücretlerde ve çalışma saatlerinde değişken ölçek; sanayinin, bankaların ve tarımın ulusallaştırılması; proletaryanın silahlandırılması; işçi ve köylü hükümetlerinin oluşumu gibi- bir dizi ekonomik ve siyasi talep formüle etti. Troçki, bu taleplerin, “günümüzün koşullarından ve işçi sınıfının geniş kesimlerinin günlük bilincinden yola çıkan ve değişmez biçimde tek nihai sonuca, iktidarın proletarya tarafından zaptına giden” [45] bir köprü oluşturacağını yazdı. Sonraki yıllarda, revizyonist eğilimler, Geçiş Programı’nı, tek tek talepleri devrimci bağlamlarından kopartarak ve onları işçi sınıfının sosyalist bir perspektife ve programa kazanılması mücadelesinin yerine geçirerek, oportünist uyarlanmanın reçetesi haline getirmeye çalışacaklardı. Onlar, bu yolda, Geçiş Programı’ndan alınmış bölümleri, işçi sınıfının geri bilinciyle ve eski reformcu ve Stalinist önderliklerle mücadele etmenin değil; onlara uyarlanmanın araçları olarak kullanma peşinde koştular.
71. Troçki, Mayıs 1938’de, Amerikan Troçkist hareketinin önderleri ile yaşadığı tartışmada, devrimci partinin programının, işçi sınıfının öznel ruh halinden ve var olan bilinç düzeyinden değil; dünya kapitalizminin krizinin nesnel gelişmesinden hareket etmesi gerektiğinde ısrar etti. “Program” diye vurguladı Troçki, “işçilerin geriliğini değil; işçi sınıfının nesnel görevlerini ifade etmelidir. İşçi sınıfının geriliğini değil; olduğu haliyle toplumu yansıtmalıdır. Program, geriliğin üstesinden gelmenin bir aracıdır. Bu yüzden, programımızda, öncelikle ABD’yi içerecek biçimde, kapitalist toplumun krizinin bütün keskinliğini açıklamak zorundayız. Bize bağlı olmayan nesnel koşulları geciktiremez ya da değiştiremeyiz. Kitlelerin bu krizi çözeceğini garanti edemeyiz ama durumu olduğu gibi anlatmalıyız. Programın görevi budur.” [46]