Emperyalist Savaş ve İkinci Enternasyonal’in Çöküşü
20. Dünya kapitalizmi içinde artan gerginlikler,”kapitalizmin can çekişme”sini ve dünya sosyalist devrimi çağının açıldığını bütün dehşetiyle ilan eden Birinci Dünya Savaşı’nda patladı. Engels, daha 1880’lerde, kapitalist militarizmin sonuçları ve savaş tehlikesi hakkında uyarıda bulunmuştu. İkinci Enternasyonal, 1914 öncesinde, bir dizi kongrede, işçi sınıfını savaşın patlamasına karşı direnmeye ve savaşın başlaması durumunda, bu krizden “halkı harekete geçirmek ve kapitalizmin yıkılmasını hızlandırmak” için yararlanmaya çağıran bildiriler yayınlamıştı. Ancak, Avusturya Arşidükü Franz Ferdinand’ın 28 Haziran 1914’te öldürülmesi (Avrupa burjuvazisi içinde çoktandır sürmekte olan çatışmaları patlatan kıvılcım), sosyalist hareket içindeki oportünizmin büyümesinin ne anlama geldiğini bir gecede açığa çıkardı. 4 Ağustos 1914’te, SPD’nin milletvekilleri savaşa mali destek yönünde oy kullandılar ve Enternasyonal’in neredeyse bütün önde gelen partileri kendi burjuva hükümetlerinin savaş politikalarının arkasında saf tuttular.
21. Lenin önderliğindeki Bolşevik Parti, İkinci Enternasyonal’in bu teslimiyetinin aksine, savaşa karşı çıktı. Lenin, birkaç hafta içinde, çatışmayı “burjuva, emperyalist ve hanedanlar arası savaş” olarak tanımlayan bir karar kaleme aldı. Bu karar şunu ilan ediyordu:
İkinci Enternasyonal (1889-1914) içindeki en güçlü ve en etkili parti olan, savaş kredilerinden yana oy kullanan ve burjuvazi ile Prusyalı Junkerler’in burjuva-şovenist sloganlarını yineleyen Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin önderlerinin tutumu, sosyalizme katıksız ihanettir. Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin önderlerinin bu tutumu, partinin tümüyle güçsüz olduğunu ve ulusun burjuva çoğunluğunun iradesine geçici olarak boyun eğmiş olduğunu varsaysak bile, hiçbir koşul altında bağışlanamaz. Bu parti, gerçekte ulusal liberal bir politika benimsemiştir. [12]
22. Karar, Fransız ve Belçika sosyalist partilerinin eylemlerini de “en az onun [SPD –çev.] kadar kınanması gereken” faaliyetler olarak mahkum etti [13]. Karar, Ağustos 1914’teki bu trajik olayları gerekli siyasi ve tarihsel bağlama oturtuyordu:
İkinci Enternasyonal’in (1889-1914) çoğu önderinin sosyalizme ihaneti, onun ideolojik ve siyasi iflasını göstermektedir. Bu çöküşe, asıl olarak, burjuva karakteri ve taşıdığı tehlike bütün ülkelerin devrimci proletaryasının en iyi temsilcileri tarafından uzun süredir belirtilen küçük-burjuva opotünizminin onun içindeki mevcut egemenliği yol açmıştır. Oportünistler, sosyalist devrimi reddederek ve onun yerine burjuva reformizmini geçirerek; belirli bir anda kaçınılmaz olarak iç savaşa dönüştürülecek sınıf mücadelesini reddederek; sınıf işbirliğini öğütleyerek; yurtseverlik ve anayurdun savunusu kisvesi altında burjuva şovenizmini öğütleyerek; sosyalizmin, uzun süre önce Komünist Manifesto’da ifade edilmiş olan, işçilerin vatanı olmadığı biçimindeki temel doğrusunu yok sayarak ya da reddederek; militarizme karşı mücadelede bütün ülkelerin işçileri tarafından bütün ülkelerin burjuvalarına karşı devrimci bir savaş verilmesi gereğini kabul etmek yerine, bir duygusal cahil yaklaşımıyla yetinerek; parlamentarizmi ve burjuva yasallığının kaçınılmaz kullanımını bir fetiş haline getirerek ve yasadışı örgütlenme ve ajitasyon biçimlerinin kriz dönemlerinde zorunlu olduğunu unutarak, uzunca süredir, İkinci Enternasyonal’i enkaz haline getirmeye hazırlanıyorlardı. [14]
23. Lenin, İkinci Enternasyonal’in teslimiyetinin, o örgütün devrimci mücadelenin bir aracı olarak siyasi ölümü anlamına geldiğinde ısrar etti. Bu yüzden, yola, yeni bir örgütlenmeyle, Üçüncü Enternasyonal ile devam etmek gerekiyordu. Bu yeni enternasyonal, Ağustos 1914’te, emperyalizmin uluslararası işçi hareketi içindeki bir ajanı olarak kendisini açığa vurmuş olan oportünizme karşı uzlaşmaz bir mücadele üzerinde yükselmeliydi. Lenin, İkinci Enternasyonal’in çöküşünü bireysel hataların ve güçsüzlüklerin ürünüymüş gibi ele alarak önemsizleştiren her türlü açıklamayı reddetti. “Ne olursa olsun,” diye yazdı Lenin, “farklı yönelimler arasındaki mücadelenin ve işçi sınıfı hareketinde açılan yeni dönem meselesinin yerine bireylerin rolü sorununu geçirmek saçmadır.” [15] Marksizm ile oportünizm arasında yaşanan ve bütün ülkelere yansıyan bölünme, Lenin’in öngördüğü gibi, işçi hareketinin, ulusal şovenist ile enternasyonal eğilimler arasında köklü bir biçimde yeniden gruplaşmasını hızlandırdı. Bu bölünmeden, ileride yeni Komünist Partiler doğacaktı.
24. Birinci Dünya Savaşı’nın kökleri, kapitalizmin gelişmesinde; özellikle de, giderek küreselleşen ekonomi ile kapitalist ulus devlet sistemi arasındaki çelişkide yatıyordu. Troçki, 1915’te şunları yazmıştı: “Şimdiki savaş, aslında, üretici güçlerin siyasi ulus ve devlet biçimine karşı isyanıdır. Bu, bağımsız bir ekonomik birim olarak ulus devletin çöküşü demektir… 1914’te başlayan savaş, kendi içsel çelişkileri eliyle harap olmuş bir ekonomik sistemin tarihindeki en müthiş çöküştür.” [16] Bu, aynı zamanda, ulusal ekonomilerin devasa büyüme döneminde gelişmiş olan eski sosyal demokrat partilerin, onların günlük siyasi faaliyetlerini on yıllar boyunca biçimlendirmiş olan alışıldık koşulların çökmesiyle birlikte iliklerine kadar sarsılması demekti. Devrimci perspektifin resmi ve söylemsel savunusu, ağırlıklı olarak reformist karakterde bir pratikle dengelenmişti. Ancak koşulların değişmesi, bu ikili siyasi ve kuramsal işleyişin sürdürülmesini olanaksız hale getirdi. “Ulus devletler, tarihsel çöküşleri içinde, kendileriyle birlikte ulusal sosyalist partileri de aşağıya çektiler… Nasıl ki ulus devletler üretici güçlerin gelişmesinin önünde bir engel haline geldiyseler, eski sosyalist partiler de, aynı şekilde, devrimci işçi sınıfı hareketinin önündeki başlıca engel haline gelmişlerdir.” [17]
25. İkinci Enternasyonal içindeki oportünizmin kaynağını araştıran Lenin, dünya kapitalizminin yapısındaki emperyalizmin ortaya çıkmasıyla bağlantılı ekonomik ve siyasi değişiklikleri çözümledi. Alman Sosyal Demokrasisi’nin, Ağustos 1914’te oportünistlere teslim olan teorik önderi Karl Kautsky’nin formülasyonlarını eleştiren Lenin, onun, emperyalizmin basitçe “tercih edilmiş” bir politika olduğu biçimindeki iddiasını reddetti:
… Emperyalizm, kapitalizmin belirli bir tarihsel aşamasıdır. Onun üç özgün karakteri vardır: Emperyalizm, (1) tekelci kapitalizmdir; (2) asalak ya da çürüyen kapitalizmdir; (3) can çekişen kapitalizmdir. Serbest rekabetin yerini tekelin alması, temel ekonomik özelliktir, emperyalizmin özüdür. [18]
26. Lenin, ayrıca, Kautsky’nin, dünya ekonomisinin ve büyük kapitalist devletler arasındaki ilişkilerin barışçıl, şiddet içermeyen ve emperyalist olmayan biçimde düzenlenmesinin mümkün olduğunu varsayan “ultra emperyalizm” teorisini de reddetti:
… Meselenin özü, Kautsky’nin, emperyalizmin politikasını, onun ekonomisinden ayırması; ilhakların mali sermaye tarafından “tercih edilmiş” bir politika olduğundan söz etmesi ve onun karşısına, tam da aynı mali sermaye temelinde mümkün olduğunu iddia ettiği bir başka burjuva siyaseti koymasıdır. Buradan, dünyanın tam da bu mali sermaye çağında tamamlanmış olan ve en büyük kapitalist devletler arasındaki rekabetin en özgün biçimlerine zemin oluşturan coğrafi paylaşımının emperyalist olmayan bir politikayla bağdaşabilir olduğu sonucu çıkar. Sonuç, kapitalizmin en son aşamasının en temel çelişkilerinin derinliğini açığa çıkartmak yerine onları geçiştirmektir; sonuç Marksizm yerine burjuva refomizmidir. [19]
Rus Devrimi ve Sürekli Devrim’in Doğrulanması
27. Lenin ile Troçki, 1914 ve 1917 yılları arasında, emperyalist savaşın Avrupa’da devrimci patlamalara zemin hazırlayacağını öngörmüştü. Bu perspektif, savaştan ve onun Rus toplumunun krizini olağanüstü şiddetlendirmesinden kaynaklanan Şubat Devrimi’nin patlamasıyla doğrulandı. 1917 Şubat Devrimi’nin Çar’ı devirmesinin ardından, Menşevikler burjuva Geçici Hükümet’in yanında yer aldılar ve bir işçi devrimine karşı çıktılar. Geçici Hükümet kapitalist mülkiyet ilişkilerini savundu, savaşı sürdürdü ve toprağın köylülüğe dağıtılmasına karşı çıktı. Lenin, Nisan ayında Rusya’ya geri döndü ve Bolşeviklerin uzun süredir var olan demokratik diktatörlük programını pratikte reddederek, işçi sınıfının Geçici Hükümet’e karşı çıkması ve Sovyetler dolayımıyla iktidarı alması için çağrı yaptı. Bu pozisyon, Troçki’nin, devrimci gelişmelerin gerçek gidişatını olağanüstü biçimde öngörmüş ve Lenin’in Nisan 1917’de Bolşevik Parti’nin yönünü kararlı biçimde değiştirmesi için gerekli siyasi ve teorik temelleri döşemiş olan Sürekli Devrim Teorisi’nin geçerliliğini bütünüyle doğruluyor ve onaylıyordu. Stalin’in de aralarında olduğu “Eski Bolşevikler”in çoğu, Lenin’in Troçki’nin yaklaşımını benimsemesine şiddetle karşıydı. Lenin’in 1917 Nisanı’nda Rusya’ya dönmesinden önce, Bolşevik gazete Pravda’nın başyazarı Stalin’in pozisyonu, Geçici Hükümet’e eleştirel destek verilmesi yönündeydi. O, aynı zamanda savaşın sürdürülmesinin desteklenmesini de savundu.
28. Lenin, Geçici Hükümet’in devrilmesine giden aylarda, Marx ile Engels’in devlet konusundaki yazılarının kapsamlı bir incelemesine girişti. Bu çalışma, devleti, sınıflar arasındaki farklılıkları uzlaştırmak ve aracılık yapmak için var olan sınıflar üstü bir kurum gibi göstermeye çalışan oportünistleri yanıtlıyordu. Lenin, Engels’in, devleti, burjuvazinin kendi egemenliğini savunmak, işçi sınıfını baskı altında tutmak ve sömürmek için kullandığı bir zor aracı olarak tanımlamasına dikkat çekti ve 20. yüzyılda, bu tanımlamanın geçerliliğinden hiçbir şey yitirmediğini savundu. Tersine;
Emperyalizm (banka sermayesinin ve devasa kapitalist tekellerin çağı; tekelci kapitalizmin devlet tekeli kapitalizmine doğru gelişme çağı), ‘devlet makinesi’nin olağanüstü güçlenmesini; onun bürokratik ve askeri aygıtında, hem monarşik hem de en özgür cumhuriyetçi ülkelerde proletaryaya karşı baskıcı önlemlerin yoğunlaşmasıyla bağlantılı, daha önce görülmedik bir büyümeyi açıkça göstermiştir. [20]
29. Petrograd Sovyeti’nde çoğunluğu elde eden Bolşevikler, Ekim 1917’de, Troçki’nin önderliğinde bir ayaklanma örgütlediler, Geçici Hükümet’i devirdiler ve iktidarı Sovyetler’e aktardılar. Ciddi tarihsel araştırmalar, Ekim Devrimi’nin kitlelerin desteğine sahip olmayan Bolşeviklerin giriştiği komplocu bir “darbe” olduğu iddiasını çürütmüştür.[21] Gerçekte, Rusya‘nın başkenti Petrograd’daki işçi sınıfı içinde, burjuva rejimi devirmek için ezici bir çoğunluk vardı. Bununla birlikte, Bolşevik önderlik içinde, önemli bir muhalefet söz konusuydu. Lenin’in en yakın çalışma arkadaşları arasında yer alan Lev Kamenev ve Grigori Zinovyev, bir ayaklanmanın felaketle sonuçlanacağına inanıyordu. Onlar, devrimin zaferine karşı üstesinden gelinemez engeller bekliyorlardı. Onlar, Geçici Hükümet’in önderi Kerenski’nin komutası altında hala önemli askeri güçler olduğunu ve başkentin çevresine ağır silahlarla yığınak yapıldığını vurguladılar. Görüldüğü üzere, ayaklanmaya karşı çıkan Bolşeviklerin hesapları oldukça yanlıştı. Geçici Hükümet’in devrilmesi, dikkat çekici bir kolaylıkla, oldukça az kan dökülerek gerçekleşti. Ayaklanma öncesinde Bolşevik Parti içinde yaşanan mücadelenin önemini yorumlayan Troçki şunları yazdı:
… partiyi, tam da ileriye doğru büyük bir atılım yapması gerektiği anda geriye sürükleme eğiliminde olan iki önder türü vardır. Onlar arasında kimileri, genel olarak, devrimin önündeki zorlukları ve engelleri görme; her durumu, her zaman bilinçli olmasa da önyargılı bir her türlü eylemi önleme niyetiyle değerlendirme eğilimindedir. Marksizm, onların elinde, devrimci eylemin olanaksızlığını kanıtlama yöntemine dönüşür. Bu türün en saf örnekleri Rus Menşevikleridir. Ancak bu tür, Menşevizm ile sınırlı değildir ve kendisini en kritik anda, birdenbire, en devrimci partinin sorumlu mevkilerinde açığa vurur.
İkinci türün temsilcileri, yüzeysel ve ajitatif yaklaşımlarıyla ayırt edilirler. Onlar, kendilerini bekleyen engelleri ve zorlukları, onlarla burun buruna gelene kadar, asla görmezler. Tumturaklı laflarla gerçek engellerin üstesinden gelme yeteneği ve bütün sorunlara kibirli iyimserlikle yaklaşma eğilimi (“okyanus yalnızca diz boyu derinlikte”), belirleyici eylem anı geldiğinde, kaçınılmaz biçimde tam karşıtına dönüşür. Pireyi deve yapan birinci tür devrimci için iktidarı alma ile ilgili sorunlar, onun kendi yolunda görmeye alışkın olduğu bütün zorlukları bir araya toplamada ve en üst düzeye çıkarmada yatar. Yüzeysel iyimser olan ikinci tip için, devrimci eylemin zorlukları her zaman bir sürpriz olarak yaşanır. Bu ikisinin hazırlık dönemindeki tavrı da farklıdır: Bunlardan, bir devrimci anlamında fazla güvenilemeyecek olan birincisi bir kuşkucudur; ikincisi ise, tersine, fanatik bir devrimci olarak görülebilir. Ancak, belirleyici anda, bu ikisi el ele yürür; her ikisi de ayaklanmaya karşı çıkar. [22]
30. Rus Devrimi, dünyanın dört bir yanındaki altüst oluşlara bir itici güç sağladı. Devrimci hükümet, savaşa son verme çağrısı yaptı, savaşın taraflarının emperyalist planlarını gözler önüne seren gizli anlaşmaları açıkladı ve işçilerin kendi hükümetlerine karşı ayaklanmasını teşvik etti. Menşevikler, Bolşeviklerin önderliğindeki devrimin açıkça kitlesel destek elde etmiş olması gerçeğine karşın, Geçici Hükümet’in devrilmesine inatla karşı çıkmaya devam ettiler. Menşevikler, Geçici Hükümet’in devrilmesinden sonra bile, Kamenev gibi ılımlı Bolşeviklerin onları sosyalist bir koalisyon hükümetine katma yönündeki çabalarını şiddetle reddettiler. Onlar, Bolşevikler ile herhangi bir işbirliği karşılığında, Lenin’in ve Troçki’nin iktidardaki bütün görevlerinden alınmasında ısrar etmekle yetinmeyip, onların polise teslim edilmesini talep ettiler!
31. Bolşevik Parti’nin iktidara gelmede başarısız olması, yalnızca, Çarlık rejiminin yeniden kurulmasıyla ya da askeri diktatörlükle sonuçlanacak bir karşı-devrime yol açabilirdi. Burjuvazi ve onun emperyalist patronları, ilk şoku atlatır atlatmaz, devrimci rejimi ortadan kaldırmak amacıyla bir iç savaş başlattılar. Sovyet rejimini karşı-devrime karşı savunmak amacıyla, Troçki’nin önderliğinde Kızıl Ordu kuruldu. Troçki, mükemmel bir askeri stratejist ve örgütleyici olduğunu kanıtladı. Kızıl Ordu’nun önderi olarak sergilediği başarı, onun işçi sınıfının karşı karşıya olduğu nesnel görevlere ilişkin benzersiz kavrayışını ve bu kavrayışı kitlelere aktarma yeteneğini yansıtıyordu. Troçki, Nisan 1918’de yaptığı bir konuşmada şunları söyledi:
Tarih, işçi sınıfını koruyacak hoşgörülü ve yumuşak bir anne değildir. O, işçilere kendi amaçlarına nasıl ulaşması gerektiğini kanlı deneyimler yoluyla öğreten kötü bir üvey annedir. İşçiler, çabucak unutma ve affetme eğilimindeler: asıl işin onlara tamamlanmış gibi görünmesi için, mücadele koşullarının biraz kolaylaşması, bir şeyler kazanmış olmak yetiyor ve onlar, yüce gönüllülük göstermeye, edilgenleşmeye ve mücadeleyi durdurmaya eğilimliler. İşçilerin talihsizliği burada yatıyor. Oysa mülk sahibi sınıflar mücadeleden hiçbir zaman vazgeçmezler. Onlar, emekçilerin baskısına kararlı bir şekilde karşı koyacak şekilde eğitilmişlerdir. Bizim tarafımızdan sergilenecek herhangi bir edilgenlik, kararsızlık ya da duraksama, mülk sahibi sınıfların darbeleri karşısında zayıf noktamızı göstermemize yol açacak; böylece onlar, yarın ya da öbür gün, kaçınılmaz şekilde bize karşı yeni bir saldırı başlatacaklardır. İşçi sınıfının, Tolstoy’un öğütlediği evrensel bağışlayıcılığa değil; kurtuluşun ve özgürlüğün, onun yaşamını iyileştirmeye giden yolun her adımı, her santimetresi uğrunda mücadele, sürekli ve uzlaşmaz bir mücadele ve bu mücadele için gerekli örgütlenme olmaksızın mümkün olamayacağına ilişkin katı, uzlaşmaz ve sağlam inanca ihtiyacı var. [23]
32. Bolşevikler, Rus Devrimi’nin yazgısının, onun Sovyet Rusya sınırlarının ötesine yayılmasına bağı olduğuna inanıyorlardı. Bu pozisyon, uluslararası sosyalizmin en iyi temsilcileri tarafından benimsenmişti. Rosa Luxemburg, Bolşevikleri savunurken, “Lenin ve Troçki ile arkadaşları, dünya proletaryasına örnek olarak en önde giden kişilerdir; onlar, şimdiye kadar Hutten ile birlikte ‘Ben cüret ettim!’ diye haykırabilen yegane insanlar olmaya devam ediyorlar. [Ulrich von Hutten (21 Nisan 1488 – 9 Ağustos 1523) Martin Luther’in reformlarını destekleyen Alman hümanist düşünür ve şair –çev.]” diye yazmıştı. Rus Devrimi, sosyalizmi saf kuramsal bir sorun olmaktan çıkartıp pratik bir sorun haline getirmişti. Bununla birlikte, Luxemburg, Rus Devrimi’nin yazgısının Rusya sınırları ötesindeki sınıf mücadelesinin sonucuna bağlı olduğunda ısrar etti. “Sorun, Rusya’da, yalnızca ortaya konulabilir:” diye yazıyordu Luxemburg, “O, Rusya’da çözülemez; bu anlamda, gelecek, her yerde ‘Bolşevizm’e bağlıdır.”[24] Burjuvazi, ortaya çıkmakta olan devrimci hareketlerde en tehlikeli karşıtlarını görmüştü. Dünya emperyalizminin birleşik güçleri, karşı-devrimi desteklemek için Rusya’ya bir müdahale örgütlediler. Almanya’da, gericiliğin güçleri, Kasım 1918’deki işçi ayaklanması eliyle iktidara getirilmiş olan Sosyal Demokratlar ile işbirliği içerisinde, Ocak 1919’da Rosa Luxemburg ile Karl Liebknecht’in öldürülmesini örgütlediler. Bu iki devrimci önderin öldürülmesi, Alman (ve dünya) burjuvazisinin Rus Devrimi’ne siyasi yanıtıydı. Egemen sınıflar, 1917’den, Marksist önderliğin işçi sınıfı içinde gelişmesinin ne pahasına olursa olsun engellenmesi gerektiği sonucunu çıkartmışlardı. 20. yüzyılın kanlı olayları, egemen sınıflar ile onların Sosyal Demokrat ve Stalinist ajanlarının bu dersten ne ölçüde yararlandığını gösterecekti.
Komünist Enternasyonal
33. Üçüncü ya da Komünist Enternasyonal (Komintern), ilk kongresini, Mart 1919’da Moskova’da topladı. Sovyet Cumhuriyeti hala emperyalistlerin desteklediği karşı-devrimci güçlere karşı kendisini savunuyordu. Komünist Enternasyonal, kuşatma koşulları altında, uluslararası işçi sınıfının karşı karşıya olduğu pratik bir görev olarak dünya devrimi için program, strateji ve taktikler geliştirdi. 1914’ün trajik derslerinden yararlanan Komünist Enternasyonal, İkinci Enternasyonal’in ölümüne yol açan oportünizme ve revizyonizme karşı uzlaşmaz bir mücadele temelinde kurulacaktı. Troçki, 30 Temmuz 1920’de, bu uluslararası devrimci örgüte üyelik koşullarını tanımlayan ve “21 Madde” halinde sıralanmış olan Komünist Enternasyonal’e Katılım Koşulları Üzerine Tezler’i sundu. Komintern’e üye olmaya çalışan partiler “reformistleri ve merkezcileri işçi hareketi içindeki her türlü sorumlu mevkiden düzenli ve sistemli olarak uzaklaştırmak”la ve “reformizm ve merkezci politikalar ile ilişkilerini tümüyle kesme gereğini” kabul etmekle yükümlü olacaktı. [25]
34. Troçki, Komintern’in, dünyanın dört bir yanındaki yeni Komünist Partilerin gelişmesine rehberlik edecek; nesnel durumun kavranışına, doğru taktiklerin geliştirilmesine ve oportünizme karşı mücadeleye dayanan bir “devrimci strateji okulu” olarak kurulduğunu belirtti: “İşçi sınıfının -Avrupa’daki ve tüm dünyadaki- görevi, burjuvazinin en ince ayrıntısına kadar tasarlanmış olan karşı-devrimci stratejisinin karşısına, aynı biçimde üzerinde baştan sona düşünülmüş kendi devrimci stratejisini çıkarmaktır. Bunun için, öncelikle, burjuvaziyi -sırf tarih eliyle mahkum edilmiş olduğu için- otomatik, mekanik biçimde devirmenin mümkün olmayacağını anlamak gerekir.” [26]
35. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda, devrimin yayılması son derece yakın bir olasılıktı. Kasım 1918’de Almanya’da devrimin patlaması, hızla, Alman İmparatoru’nun tahttan çekilmesine ve cumhuriyetin ilanına yol açmıştı. Siyasi iktidar, devrimi boğmak için elinden geleni yapmış olan SPD’nin eline geçti. Almanya’da, 18 ay önce Rusya’da olduğunun tersine, revizyonizme ve merkezciliğe karşı uzlaşmaz mücadeleyle geçen yıllar içinde çelikleşmiş gelişkin bir parti yoktu. SPD’nin solcu muhalifleri, Sosyal Demokrat Parti ile kesin örgütsel bir kopuşu gerçekleştirmede gereğinden fazla tereddüt etmişlerdi. Bu muhalefetin azımsanmayacak bir kesimi, kendisini SPD ile Bolşevizmin ortasına yerleştirdi. Almanya’daki en devrimci grup olan Spartakistler, Aralık 1918’e kadar, Komünist Parti’yi kurmaya girişmedi. Ardından, Ocak 1919’da, Berlin’de, çok az hazırlıkla ve herhangi bir stratejik plan olmaksızın ayaklanma patladı. SPD hükümeti, ayaklanmayı bastırmak için sağcı şok birliklerini harekete geçirdi ve Rosa Luxemburg ile Karl Liebknecht’in öldürülmesine onay verdi.
36. Bunu, ayaklanan işçi sınıfının Avrupa’daki diğer yenilgileri izledi. Mart 1921’de, erken doğmuş ve kötü hazırlanmış bir ayaklanma Alman devleti tarafından bastırıldı. Lenin ve Troçki, Komünist Enternasyonal’in 1921’deki Üçüncü Kongre’sinde, “aşırı solculuğa” karşı kararlı bir müdahalede bulundu. Onlar, komünist partilerin, kitlelerin desteğini almadan iktidarı ele geçiremeyeceklerini vurguladılar. Lenin tarafından yazılan “Sol Komünizm – Bir Çocukluk Hastalığı” adı broşür kongre delegelerine dağıtıldı. Bu broşür, Bolşevik Parti’nin, yalnızca Menşevizme karşı değil ama aynı zamanda “anarşizm kokan ya da bütün temel konularda ondan bir şeyleri ödünç alan; tutarlı bir proleter sınıf mücadelesinin şartlarına ve gerekliliklerine uygun olmayan küçük-burjuva devrimciliğine karşı” mücadele içinde geliştiğine dikkat çekiyordu. [27]
37. Lenin, devrimci partinin, önceden siyasi mücadeleye girmemiş ve siyasi mücadelenin çeşitli biçimlerine hakim olmamış olması durumunda, Ekim 1917’deki Bolşevik zaferin asla mümkün olmayacağını açıklıyordu. O, her koşul altında siyasi uzlaşmalara karşı çıkan, seçimlere ve parlamenter etkinliklere katılmanın meşruluğunu reddeden ve gerici sendikalar içinde çalışmaya izin verilemeyeceğini ilan eden radikal sloganları çürüttü. Üçüncü Kongre, komünist partilere, işçi sınıfının güvenini kazanmaları gereken daha uzun bir döneme hazırlanmalarını tavsiye etti. Lenin ile Troçki tarafından teşvik edilen taktik girişimler arasında, kitlesel işçi sınıfı örgütlerinin “birleşik cephesi” talebinin kullanılması da vardı. “Birleşik cephe”nin amacı, işçi sınıfının savunusunu hazırlamak ya da kitlelere hem komünist partilerin devrimci inisiyatifini hem de sosyal demokratların ihanetini gösterecek şekilde, önemli talepler uğruna mücadeleye girişmekti. Birleşik cephenin amacı, siyasi rakiplere siyasi bir af ilan etmek ve onları eleştirmekten kaçınmak değildi. Tersine, bu taktik, işçi sınıfının mücadeledeki birliğini sağlama nesnel gereksinimini karşılamaya çalışırken, aynı zamanda, onun oportünist önderliklerini teşhir ederek siyasi bilincini yükseltmeyi amaçlıyordu.
38. Siyasi yönelimde Üçüncü Kongre’de gerçekleştirilen değişiklik önemli kazanımlar sağladı. Özellikle Almanya’da, Komünist Parti’nin saygınlığı çarpıcı biçimde arttı. Ancak, 1923’ün başlarında, siyasi durum köklü biçimde değişti. Alman ekonomisinin ilkbahar başında maruz kaldığı yıkıcı çöküş ve onun ardından gelen o zamana kadar görülmemiş bir enflasyon, kaçınılmaz olarak burjuva devletin devrimci yoldan devrilmesine yol açıyormuş gibi görünen bir süreci başlattı. Saygınlığını yitirmiş olan SPD’nin üye sayısı erirken, Komünist Parti’nin (KPD) üyeleri hızla arttı. Ekim 1923’e gelindiğinde, koşullar, başarılı bir devrim için olağanüstü uygun görünüyordu. Ayaklanma için -Sovyet Devrimi’nin altıncı yıldönümü olan- 25 Ekim belirlendi. Ancak, KPD’nin önderi Heinrich Brandler, planlanmış olan ayaklanmayı son anda iptal etti. Devlet güçleri, yerel önderlerin ayaklanmayı iptal eden bu karardan haberdar olmadığı kentlerdeki yalıtılmış ayaklanma girişimlerini hızla bastırdı. Alman Ekimi, sosyalist bir devrim yerine siyasi bir fiyaskoyla sonuçlanmıştı.
39. Troçki’ye göre, 1923’teki Alman Devrimi’nin başarısızlığı, şu büyük siyasi gerçeğin olumsuz yönden kanıtlanmasıydı: devrim için gerekli nesnel koşulların varlığında, öznel önderlik faktörü iktidar mücadelesinde belirleyici öneme sahiptir. Troçki, ayrıca, tarihsel deneyimin, iktidar mücadelesine geçişin devrimci parti içinde her zaman keskin bir siyasi krizi körüklediğini kanıtladığını belirtti. Böylesi krizler son derece büyük öneme sahiptir ve onların nasıl çözüldüğü, devrimin yazgısını, muhtemelen, yıllar hatta on yıllar boyunca belirler:
Devrimci bir parti, diğer siyasi güçlerin basıncına maruz kalır. Parti, gelişmesinin verili her aşamasında, bu basınca karşı koymanın ve direnmenin yöntemlerini geliştirir. Taktiksel bir dönüş ve bundan kaynaklanan içsel gruplaşmalar ve anlaşmazlıklar sırasında partinin direnme gücü azalır. Buradan, her zaman, taktiklerdeki bir değişim gereğinden kaynaklanan parti içi gruplaşmaların özgün anlaşmazlık noktalarının çok ötesinde gelişmesi ve farklı sınıfsal eğilimlere hizmet etmesi ihtimali doğar. Durumu daha net biçimde ortaya koyarsak: kendi sınıfının tarihsel görevlerine ayak uydurmayan parti, diğer sınıfların dolaylı aracı haline gelir ya da bu riski göze alır. [28]
Stalinizm‘in Kökenleri ve Sol Muhalefet’in Kurulması
40. 1923 Alman Devrimi’nin yenilgisi, Sovyet devleti ve Komünist Parti bürokrasisi içindeki tutucu eğilimlerin güçlenmesine katkı yaptı. Bu eğilimler, Sovyet hükümetinin 1921 ilkbaharında Yeni Ekonomi Politikası’nı (NEP) uygulamaya koymasının ardından daha da gelişti. NEP, kapitalist piyasanın yeniden canlanmasına ve kentlerdeki ve kırlardaki kapitalist tabakaya önemli ekonomik ödünler verilmesine izin veriyordu. Bu ödünlerin amacı, savaş ve devrim yıllarında çökmüş olan ekonomik faaliyeti canlandırmaktı. Lenin ve Troçki, NEP’in, Sovyetler Birliği’ne, uluslararası devrimci mücadele yeniden yükselene kadar zaman kazandırmaya yönelik, görece kısa süreli bir politika olacağını ummuştu ama o, tutucu toplumsal güçleri güçlendirdi ve Sovyetler Birliği’ndeki yaşamın ekonomik ve siyasi dinamiklerini değiştirdi. Bu süreç Bolşevik Parti’ye yansıdı ve Troçki’nin önderlik içindeki konumunun altını oydu. Tutucu ruh hali ve kendini beğenmişlik, yönetici tabaka ile hızla genişleyen parti ve devlet bürokrasisinin içinde, siyasi ifadesini her zamankinden daha açık biçimde bulmaya başladı. Troçki’nin öz yaşam öyküsünde hatırlattığı gibi:
… “her şey ve her zaman devrim için değil ama kendisi için de bir şeyler yapma” duygusu, “kahrolsun sürekli devrim”e dönüştürüldü. Marksizmin emek ve sabır isteyen teorik gereklerine ve devrimin zahmet gerektiren siyasi taleplerine yönelik isyan, bu insanların gözünde adım adım “Troçkizm”e karşı mücadele biçimini aldı. Bolşevik’in içindeki cahilin kurtuluşu, bu bayrak altında ilerliyordu. Ben bu yüzden güç kaybettim ve bu kaybın biçimini belirleyen şey oydu. [29]
41. Lev Troçki’ye ve Sürekli Devrim Teorisi’ne yönelik saldırılar -ki bunlar, “Troçki köylülüğü küçümsüyor” yalanıyla başlamıştı, devlet ve parti bürokrasisinin, Ekim Devrimi’nin enternasyonalist programına olan düşmanlığının siyasi yansımasıydı. Stalin’in artan siyasi gücü ve onun adıyla birlikte anılan bürokratik diktatörlük, sosyalist devrimin kaçınılmaz bir ürünü değildi. O, geri bir ülkede kurulmuş ve uluslararası devrimin uğradığı yenilgiler eliyle yalıtılmış olan bir işçi devletine özgü çelişkilerden kaynaklanmıştı. Çarlık Rusya’sından devralınan ekonomik geri kalmışlık, emperyalist savaşın (1914-17) ve iç savaşın (1918-21) yedi yıllık yıkıcı sonuçlarıyla birleşmişti. Bu koşullar, Bolşevik yönetimin Sovyet ekonomisini inşa etme çabasını son derece zorlaştırmıştı. Dahası, iç savaş, işçi sınıfına ve bizzat Bolşevik Parti’ye olağanüstü bir insan kaybına mal olmuştu. Bolşeviklerin iktidarı almasının kitlesel zeminini oluşturmuş olan on binlerce bilinçli işçi öldürülmüştü. Bolşevik Parti’nin yozlaşmasının bir diğer önemli nedeni, onun kadrolarının azımsanmayacak bir bölümünün hızla gelişen devlet ve parti bürokrasisi ile bütünleşmesi oldu. Uzun süredir devrimci olan insanlar yöneticilere dönüştürülmüş ve bu değişim, zaman içinde onların siyasi yönelimlerini etkilemişti. Dahası, yeni devletin becerikli yöneticilere olan talebi, 1917 öncesinde eski rejimin bürokrasisinde görev yapmış olan çok sayıda insanın işe alınmasını gerektirmişti. Devlet bünyesinde, birçok “Eski” Bolşevik’in toplumsal işlevinde ve işçi sınıfının genel durumunda yaşanan bu toplu değişiklikler, nihayetinde siyasi ifadelerini buldular.
42. Troçki’nin açıkladığı gibi, devrimden ve iç savaştan doğmuş olan Sovyet devleti, oldukça çelişkili bir olguydu. Yeni devlet, gerçek bir işçi sınıfı devriminin ürünü olarak, mali durumda ve üretim araçlarının mülkiyetinde devlet denetimi üzerine kurulu yeni mülkiyet ilişkilerine dayanıyor ve onları savunuyordu. 1917 Ekim Devrimi eliyle yaratılmış olan yeni rejim, bu sınırlar çerçevesinde, bir işçi devletiydi. Ancak işin bir başka yanı daha vardı. Üretici güçlerin verili düzeyi ve Sovyet Rusya’da hüküm süren “genelleşmiş yoksulluk” koşulları göz önünde bulundurulduğunda, yeni devlet, burjuva -yani eşitsiz- bir bölüşüm tarzının başındaydı. Mülkiyetin sosyalist biçimi ile bölüşümün burjuva biçimi arasındaki bu temel çelişki, Sovyet rejimine, özgün ve giderek daha baskıcı bir karakter kazandırdı.
43. Troçki ve aralarında Rus Devrimi’nin çok sayıda önde gelen önderinin bulunduğu destekleyicileri, Sovyetler Birliği’ndeki Komünist Parti’nin politikasını reformdan geçirmek ve Komünist Enternasyonal’de doğru bir çizgi uğruna mücadele etmek için, 1923 yılında, Sol Muhalefet’i kurdular. Sol Muhalefet yanlıları, parti içi demokrasideki gerilemeyi eleştirdiler; devlet sektörünün geliştirilmesine, sosyalist planlamanın güçlendirilmesine ve sanayi mallarının fiyatlarının düşürülmesine daha fazla önem veren bir ekonomi politikasını savundular. Stalin önderliğindeki hizip, piyasanın daha fazla liberalleşmesini, köylülüğün varlıklı kesimlerine (kulaklara) uyarlanmayı ve devlet sektörü ile ekonomik planlamanın sınırlı gelişmesini talep ediyordu. Lenin’in Ocak 1924’te ölmesi, Stalin önderliğindeki hizbi güçlendirdi. Lenin, son yazılarında, Komünist Parti’nin giderek artan bürokratikleşmesi konusunda uyarıda bulunmuş ve Stalin’in genel sekreterlikten uzaklaştırılması çağrısı yapmıştı.