Kronstadt ayaklanması üzerine bir mektup ve yanıt

Editöre:

Kabul etmek gerekir ki, Rus Devrim tarihinin bilgisine kısmen uzak olmama karşın, Dördüncü Enternasyonal’in devrim sürecinde gerçekleşen gerçek işçi sınıfı direnişi konusundaki duruşunu merak ediyorum. Özellikle, Kronstadt Ayaklanması’na ilişkin resmi görüşü merak ediyorum. Okuduğum kadarıyla, Kronstadt isyancılarının kararları sosyalist öğretiyi hiçbir şekilde ihlal etmemiş. Onlar bana, kaynaklar, kendi emeklerinin ürünleri, vb. üzerinde daha fazla işçi ve köylü denetimi kurmayı, güncel Bolşevik programdan daha fazla hedeflemiş gibi görünüyor. Ancak onlar, isyancılara koşulsuz teslim olmalarını aksi takdirde “keklik gibi” öldürülecekleri çağrısı yapan Lenin’in ve Troçki’nin tam yetki vermesiyle, vahşice bastırıldılar.

Ayrıca, Lenin’e göre, fabrikaların işçi konseyleri tarafından kontrolünün devlet kontrolüne tabi kılınması gerektiğini okudum ki bu en temel sosyalist ideallere bir ihanet gibi görünüyor. Yine, Troçki’nin, Parti’nin “yukarıdan dikkatli kontrol”e tabi olması gerektiğini söylediğini okudum ve bu, kapitalist ülkelerdeki normal politikalara oldukça benzer bir çağrı gibi duruyor. Bu konu üzerine okumalarımın ne yazık ki sınırlı olduğunu kabul ediyorum; bu yüzden, bu örnekler bağlam dışına çıkıyor olabilir. Yine de, eski, sonradan Stalinizmin içinden çıktığı otoriterliğin temelini; tam da benim her zaman sosyalizmin ortadan kaldırmaya çalıştığını varsaydığım temeli, eski Bolşevik düşünce oluşturmuş gibi görünüyor.

Zaman ayırdığınız ve eğer mümkünse, yanıtınız için teşekkür ederim.

(Not: Açıkçası, Beyazların Devrim karşıtlığı ya da kuşatılmış Archangel bölgesine Müttefik müdahalesi ile gerçek, sol muhalefeti aynı kategoriye koymuyorum. Aristokratları, monarşistleri, kapitalist seçkinleri, toprak sahibi soyluları ve emperyalistleri harekete geçiren şey, hiç kuşkusuz, onların çürümeleri ve iktidar düşkünlüklerindedir.)

BK

***

Sevgili okur,

Kronstadt ayaklanmasına ilişkin Troçkist çözümlemeyi sorduğunuz mektubunuz, çok önemli konuları ortaya koymaktadır. Biz, 1991’de çöken bürokratik rejimi Rus Devrimi’nin karşısına koyarken, 1917 Devrimi’ne ne olduğuna; devrimci bir rejimin, nasıl karşı-devrimci, gerçekte dünya kapitalizmine en önemli desteği sunan bir rejim haline geldiğine ilişkin bir çözümlemeye dayanıyoruz.

Görünüşe göre senin de yaptığın gibi, işçi sınıfının 1917’de, Rusya’da iktidarı hiçbir zaman almamış olduğunu ifade edenler söz konusu. Yine, bir işçi devriminin gerçekleşmiş olduğunu ama 1921’deki Kronstadt ayaklanmasının bastırılması gibi olayların, işçi sınıfının iktidarı kaybetmiş olduğu anlamına geldiğini iddia edenler var. Biz, bu iki yoruma da katılmıyoruz.

Rus Devrimi’nin tarihsel önemine ilişkin bir kavrayış olmaksızın, sosyalizmi inşa etme yönündeki bu ilk girişimin yazgısının söz konusu olduğu 1921 olaylarını açıklama yönünde herhangi bir çaba[nın başarılı olması] mümkün değildir.

Ekim 1917, iktidarın işçi sınıfı tarafından ilk kez başarıyla ele geçirilmesini temsil ediyordu. Bununla birlikte, dünya kapitalizmi ilk olarak en zayıf halkasında kırılmıştı ve devrimci hükümet, sosyalizm yönünde attığı ilk adımları atmakta bile devasa engellerle karşı karşıyaydı. Devrimin yakın yazgısı, karşı-devrimci orduların bütün büyük ve küçük emperyalist güçler tarafından desteklendiği bir iç savaş sırasında, üç yıl boyunca belirsizdi. Söylemeye gerek yok ki Bolşevikler, devrimi savunmak için en sert önlemleri almak zorundaydılar.

Kronstadt ayaklanması, İç Savaş’ın başarıyla sonuçlanmasının hemen ardından gerçekleşmişti. Mart 1921’de, Petrograd (sonradan Leningrad, şimdi ise Petersburg) yakınındaki deniz üssünde bulunan denizciler, İç Savaş’ın gerektirdiği önlemlerin çoğuna karşı çıkarak Sovyet rejimine karşı başkaldırdılar.

Kronstadt denizcileri Ekim Devrimi’nin en güvenilir destekçileri arasındaydılar ama müdahale yıllarında, deneyimli devrimci önderlerin ve savaşçıların çoğu ya ölmüş ya da hükümetteki, ekonomideki ve partideki görevlere personel sağlamak için silahlı kuvvetlerden çekilmişti. Onların yerini, savaştan, devasa ekonomik parçalanmadan ve bunların getirdiği özverilerden büyük ölçüde zarar görmüş, köylülükten gelen yeni acemi erler almıştı.

Troçki’nin daha sonra ifade ettiği üzere, Kronstadt ayaklanması, aynı zamanda, olaylar eliyle şaşkına dönmüş ve morali bozulmuş “hiç de az olmayan sayıda Bolşevik’i kendi saflarına çekmişti.” Benzeri bir kriz, Troçki’nin, “Makhno ve diğer potansiyel olarak devrimci unsurlar, belki de iyi niyetli ama kesinlikle zarar vericiydiler.” yorumunu yaptığı Ukrayna’da patlak vermişti.

Troçki, her zaman, Kronstadt ayaklanmasının bastırılmasının trajik bir zorunluluk olduğunu savundu. O, alternatifin, Ekim Devrimi’nin teslimiyeti olduğunu ileri sürdü; çünkü -onun sözleriyle- “az sayıda kuşkucu Anarşist ve SD [köylü tabanlı Sosyal Devrimciler] isyandaki bir avuç gerici köylüyü ve askeri destekliyordu.”

Kronstadt ayaklanması, devrimin uluslararası ölçekte savunusu ve yayılması uğruna bir programa sahip değildi. Denizcilerin şikayetleri haklı ve anlaşılır olduğu kadarıyla, onların sorumlusu kimdi? İç savaş ve emperyalist müdahaleyle, ülkenin kanı emilmişti. Kendisini her şeyden çok Batı’nın gelişmiş kapitalist ülkelerindeki işçi sınıfından gelecek yardım beklentisine dayandıran devrim, yaşam kavgası veriyordu. Devrimin düşmanları, Kronstadt’da ifadesini bulan hayal kırıklığından, işçi sınıfına karşı en kanlı misillemeleri beraberinde getirecek şekilde, Rusya’da kapitalist egemenliği yeniden kurmak için yararlanmayı amaçlıyorlardı.

Bolşevikler, bu acı olaydan hemen dersler çıkardılar. Onlar, bu ayaklanmada, devrimin içinde, asıl olarak işçi sınıfı ile çok daha kalabalık köylülük arasında giderek artan ve patlamaya hazır çelişkilerin işaretini fark ettiler. Bu dönemde benimsenen Yeni Ekonomi Politikası (NEP), köylülük ile ilişkileri onarma yönünde bir girişimdi. Ekonomik yaşamın bütünüyle iç savaşın gereksinimlerine tabi kılındığı “Savaş Komünizmi” dönemi, piyasanın kısmi olarak yeniden devreye sokulmasına dönüştürüldü ki bu, kaçınılmaz olarak yeni sorunları beraberinde getirdi.

İşçi devleti tüm bu dönem boyunca yalıtılmış kaldı. Bolşeviklere dayatılan önlemler, devrim için ölümcül tehlikeler içeriyordu. Lenin’in, ölümünden önceki aylarda, ölümcül hastalıkla mücadele ederken verdiği siyasi mücadele, bunun farkında olduğunu gösteriyor. Devrim hayatta kalma mücadelesi veriyordu ama aynı zamanda, bürokratizm parti ve devlet aygıtı içinde büyüyordu ve Sovyet bürokrasisi Bolşevik Parti’yi ve devrimi boğacaktı.

Devrimci önderlikler yanılmaz değildir. Mart 1921’deki parti hiziplerinin yasaklanması gibi, Troçki’nin de geçici bir önlem olarak savunduğu bir adım olan kimi Bolşevik önlemler de kendi içlerinde parti demokrasisine yönelik ciddi tehlikeler içeriyordu. Bununla birlikte, devrimci hükümet, dünya gericiliğine karşı direnme mücadelesi verirken, muazzam eşitsizliklerle karşı karşıyaydı. Sovyet devletinin yalıtılmışlığı devam ederken, bürokrasi, hiziplerin yasaklanmasından, parti üzerindeki kontrolünü pekiştirmek için faydalandı. Stalinizm, o zamanlar, saldırısını asıl olarak, sosyalizmin en adanmış savaşçılarına yöneltti. Bu, sonraki on beş yılda, yüz binlerce devrimcinin uluslararası sosyalizm davasına bağlılıklarının bedelini yaşamlarıyla ödediği, 1930’ların sonlarındaki karşı-devrimci Moskova Duruşmaları ve Büyük Temizlik katliamlarında doruk noktasına ulaşacaktı.

Belki de, Kronstadt’taki kanlı çatışmayı ve başlangıçta geçici olan, bürokratik eğilimleri güçlendirerek devrime yönelik tehditleri arttıran hiziplerin yasaklanmasını önleyebilecek farklı bir taktiksel yol olabilirdi. Bununla birlikte, devrimci şiddet ve Bolşeviklere dayatılan öz-savunma önlemleri ile Stalinistlerin izlediği karşı-devrimci yol arasında, çok sayıda siyasi ve ahlaki farklılık söz konusudur.

Kronstadt konusu, öncelikle anarşizmin rolü olmak üzere, diğer tarihsel sorunlarla da bağlantılıdır. Sizin Kronstadt’a ilişkin yorumunuz, büyük ölçüde sizin anarşist fikirlerinizden kaynaklanıyor. Troçki, sosyalizm ile anarşizm arasındaki ilişki konusunda oldukça etkili yazılar yazmıştı. Onun, 1937’de yazdığı “Stalinizm ve Bolşevizm” makalesinden bir bölüm aktarmama izin verin. Troçki, Stalinizm ile Ekim Devrimi’ni ve onun Bolşevik önderliğini eşitleyenlere yanıt verirken, sosyalizm ve onun devlet iktidarı ile ilişkisi sorununu ele almıştı. O, Stalinizmin büyümesine yol açan şeyin, basitçe soyut bir kötülük olarak devlet değil, belirli ekonomik ve siyasi koşullar olduğunu göstermişti.

“Anarşistler, kendi paylarına, Stalinizmi yalnızca Bolşevizmin ve Marksizmin değil ama genel olarak ‘Devlet Sosyalizmi’nin organik ürünü olarak görmeye çalışırlar. Onlar, Bakunin’in ataerkil ‘özgür komünler federasyonu’nun yerine daha modern özgür Sovyetler federasyonunu geçirmeye razılar. Fakat onlar, eskiden olduğu gibi, merkezi devlet iktidarına karşılar. Gerçekten de, ‘devlet’ Marksizminin bir kolu olan sosyal demokrasi, devlet iktidarına gelmesinin ardından kapitalizmin açık bir ajanı haline geldi. Diğeri [Stalinizm kastediliyor -çev.] yeni bir ayrıcalıklı kast yarattı. Belli ki, kötülüğün kaynağı devlette yatmaktadır. Geniş bir tarihsel bakış açısıyla, bu akıl yürütmede küçük bir gerçeklik payı bulunuyor. Bir baskı aygıtı olarak devlet, kuşkusuz, siyasi ve ahlaki bozulmanın kaynağıdır. Bu, deneyimin gösterdiği üzere, işçi devleti için de geçerlidir. Dolayısıyla, Stalinizmin, toplumun kendisini henüz devlet deli gömleğinden kurtarabilecek durumda olmadığı bir toplumsal konumun ürünü olduğu söylenebilir. Ancak Bolşevizmin ya da Marksizmin evrimine hiçbir katkıda bulunmayan bu düşünce, yalnızca insanlığın genel kültürel seviyesini ve en önemlisi, proletarya ile burjuvazi arasındaki güç ilişkisini niteler. Anarşistlerle, Devlet’in, hatta işçi devletinin, sınıf barbarlığının ürünü olduğu ve insanının gerçek tarihinin Devlet’in ortadan kaldırılmasıyla başlayacağı konusunda hemfikirken, şu soru, tüm gücüyle hala önümüzde duruyor: Devlet’in ortadan kaldırılmasına hangi yol ve yöntemler yol açacak?…

“Marksistler, nihai hedef, devletin tasfiyesi konusunda anarşistler ile bütünüyle mutabıklar. Marksistler, yalnızca, devletin tasfiyesine onu basitçe görmezden gelerek ulaşılamayacağı ölçüde ‘devlet-çi’dir. Stalinizm deneyimi Marksist öğretiyi çürütmemekte; onu tersinden doğrulamaktadır. Proletaryaya, durumlara doğru bir şekilde uyum sağlamasını ve onlardan etkin bir şekilde yararlanmasını öğreten devrimci kuram, elbette, hiçbir otomatik zafer güvencesi içermez. Ancak zafer, yalnızca, bu kuramın uygulanması yoluyla mümkündür. Dahası, zafer, tek bir olay olarak düşünülmemeli. Onun, tarihsel bir çağ perspektifiyle değerlendirilmesi gerekir. Geri bir ekonomik temel üzerine kurulu ve emperyalizm tarafından kuşatılmış işçi devleti, Stalinizmin jandarmasına dönüştürülmüştür….

“Stalinizmi Bolşevizmden ya da Marksizmden çıkarsamak, daha geniş bir anlamda, karşı-devrimi devrimden çıkarsamakla aynıdır. Liberal-muhafazakar ve ardından reformist düşünce, her zaman, bu klişeyle ayırt edilmiştir. Toplumun sınıflı yapısı nedeniyle, devrimler her zaman karşı-devrimleri üretmiştir. Bu, diye sorar mantıkçı, devrimci yönteme içkin bazı kusurlar olduğunu göstermez mi? Ancak, ne liberaller ne de reformistler, daha ‘ekonomik bir yöntem’ icat etmede, şimdiye kadar başarılı olmuş değiller.”

Dünya, Ekim 1917’den bu yana geçen 80, Troçki’nin bu sözcükleri yazmasından bu yana geçen 60 yıl içinde muazzam şekilde değişti. Bununla birlikte, bu temel tarihsel öngörü, bütünüyle uygun olmaya devam ediyor. Tüm WSWS okurlarına, Troçki’nin İhanete Uğrayan Devrim, Yeni Yol, Ekim Dersleri ve Lenin’den Sonra Üçüncü Enternasyonal gibi diğer temel eserlerinin yanı sıra, bu son derece önemli makalesini incelemelerini şiddetle tavsiye ederim.

Stalinizm, 60 yıldan uzun bir süre sonra Ekim Devrimi’ni gömme konusunda başarıya ulaştı ama kapitalizmin sözcülerinin ve savunucularının, Stalinizm sonrası Rusya’da ya da başka bir yerde kutlayacak çok az şeyleri var. “Ne liberaller ne de reformistler, daha ‘ekonomik bir yöntem’ icat etmede, … başarılı olmuş değiller.” Devletin bir gecede ortadan kaldırılması ya da onun rolünü basitçe görmezden gelme yönündeki anarşist önyargıların ve şemaların, artık, 1917’nin hemen sonrasındaki yıllarda olduklarından daha ileri bir yola işaret edemediklerini de ekleyebiliriz. Biz, devleti görmezden gelemeyiz. Bunun yerine, uluslararası çapta birleşmiş işçi sınıfının bir parçası olarak, devletin ve devlet baskısının sonsuza dek sönümlenmesine yol açacak olan toplumsal eşitlik koşullarını ve insanlığın kültürel gelişimini yaratmak için mücadele etmeliyiz.

En içten dileklerimle,

Sosyalist Eşitlik Partisi adına,

Fred Mazelis

16 Eylül 1998

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir