13 Mayıs’ta gerçekleşen ve resmi rakamlara göre 301 işçinin göz göre göre ölüme sürüklendiği Soma madenci katliamının ardından, sistem savunucuları arasında yeni bir tartışma başlamış durumda: “Vahşi kapitalizme dönüş mü?”
Katliamın birinci dereceden sorumluluğunun Soma Holding A.Ş.’de ve onun azmettiricisi olan AKP hükümetinde olduğu açık bir şekilde ortada. Katliamın gerçek nedenini gizleme yarışına giren kapitalist sistemin ve hükümetin savunucularıysa tedbirsizlik, denetimsizlik vb. konulardaki göstermelik eleştiriler eşliğinde, sistemin iyileştirilmesi gerektiğini ileri sürüyorlar.
Onları bu tartışmaya sürükleyen şey, işçi sınıfının yaşam ve çalışma koşullarının iyileştirilmesini istiyor olmaları değil; Soma katliamıyla doruk noktasına ulaşan toplumsal öfkeyi frenleme çabalarıdır. Bu katliam karşısında üzüntülerini ifade eden ve kısmi iyileştirme önerilerilerinde bulunan yerli-yabancı hükümet ve medya temsilcileri, özünde bir toplumsal patlamanın önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınmasını talep etmektedirler.
Soma katliamı ücretli emeğin sömürüsü üzerine kurulu kapitalist kar ve rekabet düzeninin doğrudan ve mantıksal bir sonucudur. Fakat “vahşi kapitalizm”den söz eden yorumcular, bu akıldışı sistemin ortadan kaldırılmasını akıllarına dahi getirmiyorlar! Başlıca emperyalist ülkelerdeki madenlerde iş cinayetlerinin önceki on yıllara göre azalmış olması, mevcut sistem içerisinde iş cinayetlerinin ortadan kaldırılabileceği anlamına gelmiyor. Kapitalizm bir dünya sistemdir; ileri kapitalist ülkelerdeki şirketler, işçi sınıfının uzun mücadeleleri sonucunda kendi ülkelerinde uygulayamadıkları “vahşi kapitalizm”i dünyanın diğer bölgelerinde işletmekte ve onun nimetlerinden yararlanmaktadırlar. Yani, Almanya, Britanya vb. işçi sınıfının verdiği mücadelelerle elde ettiği iş güvenliği koşulları, onların tüm dünyada uygulandığı veya uygulanacağı anlamına gelmiyor.
Marksistler işçi sınıfının tarihsel ve uluslararası çıkarlarını öne sürerken, kapitalizmin uluslararası bir sistem olduğu gerçeğinden hareket ederler. Bugün yalnızca Asya ülkelerinde değil, Doğu Avrupa’da da yüzyıl önceki çalışma koşullarıyla kapitalist sömürü gerçekleştirilmektedir. Kapitalist toplumsal karşı-devrim, işçi sınıfının koşullarının görece iyi olduğu Batılı ülkelere doğru yayılıyor.
Kapitalizmin eğilimi, Almanya’daki koşulların uluslararasılaşması değil; tersine, Çin, Romanya, Bulgaristan, Ukrayna ve Türkiye’deki koşulların Batı işçi sınıfına dayatılması yönündedir.
Soma katliamı, her yıl tüm dünyada işçileri ölüme gönderen kapitalist kar ve rekabet çılgınlığının ürünü olan iş cinayetlerinin bir parçasıdır. Yılda 250 milyon iş kazası gerçekleşirken, bu kazalara bağlı işçi ölümü sayısı 1,2 milyon işçidir! Dünya işçi sınıfının kitlesel olarak kırıma uğratılması anlamına gelen bu sayı, başta ABD, Almanya, Fransa ve İngiltere olmak üzere, emperyalist sermayeninin yatırımlarının ve sömürüsünün bir ürünüdür.
Büyük kapitalist şirketler, işçi sınıfının uzun ve zorlu mücadeleleri sonucunda iş güvenliği ve sosyal haklar gibi alanlarda tavizler vermek zorunda kaldığı ülkelerdeki yatırımlarını, küreselleşme süreciyle birlikte ucuz emek platformlarına kaydırmıştır ve onlar, şimdi, bu kölelik koşullarını tüm ülkelere egemen kılma yönünde büyük bir hızla ilerliyorlar.
İşçi sınıfının emeğinin gasp edilmesi üzerine kurulu kapitalist üretim biçimi, ortaya çıktığından beri “vahşi” bir nitelik taşımaktadır; doğa ve insanlık düşmanlığı bu sisteme içkindir. Çünkü, özel mülkiyet üzerine kurulu bu sistemde, üretim, tüm insanların ihtiyaçlarını karşılamak için değil, sürekli daha fazla kar uğruna yapılmaktadır. Bu sistem, küçük bir azınlığın servetinin, büyük çoğunluğun daha fazla sömürülmesi ve yoksullaştırılması pahasına arttırılmasına dayanır. Kapitalizm, doğası gereği, insanlığa daha fazla açlık, yoksulluk, iş cinayetleri, savaşlar ve yokoluştan başka bir şey vaat etmemektedir.
Burjuva ve küçük burjuva muhalefet partileri ve sendikalar ile onların medyadaki sözcüleri, bu akıldışı sistemin ortadan kaldırılması düşüncesinden, aynı bankalar ve şirketler ile onların emrindeki hükümetler gibi ölesiye korktukları için, ardından timsah gözyaşı döktükleri Soma’daki gibi felaketlerin sorumluluğunu paylaşmaktadırlar.
Bu sorumluluktan, işçi sınıfı denince aklına sendika gelen ve çıkarlarına uyan sendikal önderliğe “ilerici” hatta “devrimci” makyaj yapan sahte solcu sistem savunucuları da kaçamazlar. Onların, örneğin Soma maden işçilerinin örgütlü olduğu sendika için “sarı sendika” deyip diğer sendikaları ve bir bütün olarak sendikacılığı aklama çabası, durumu yalnızca daha da ağırlaştırıyor. Maden-İş sendikası, mevcut kapitalist sistemin bir ürünü ve savunucusu olarak, sendikacılık ve sendika olgusunun tipik bir örneğini oluşturmaktadır. Sendikalar, uzunca süredir, ücretli emek sömürüsünün gerçekleştirilmesine iştirak etmenin ve işçileri kontrol altında tutmanın bir aracı ve kapitalist barbarlığın suç ortaklarıdır. Onların, “kapitalizmin iyileştirilmesi” üzerine kurulu geçmiş döneme ait reform programlarını savunabilecekleri bir maddi zemin artık mevcut değildir; sendikalar şirketlerle ve siyasi iktidarlarla bütünleşmiş durumdadırlar.
Kapitalizm iyileştirilemez. Tüm dünyada işçi sınıfına karşı sürdürülen toplumsal saldırıya karşı direniş ve işçilerin yaşam koşullarının kalıcı olarak iyileştirilmesi mücadelesi, kapitalist sistemin ortadan kaldırılması mücadelesinden bağımsız olarak ele alınamaz. İş cinayetleri de dahil kapitalizmden kaynaklanan bütün diğer felaketlere son vermek, yalnızca, bir bütün olarak dünya ekonomisinin tüm insanlığın toplumsal ihtiyaçlarını karşılamak üzere baştan sona yeniden inşa edilmesiyle mümkündür. Dolayısıyla, işçilerin ve gençliğin kapitalistlere ve onların emrindeki hükümetlere yönelik haklı öfkesi bilimsel sosyalist dünya görüşüyle donanmalı; işçi sınıfının tek tek ülkelerdeki mücadeleleri, kapitalist sistemi ortadan kaldırmayı hedefleyen uluslararası sosyalist önderliğin, Dördüncü Enternasyonal’in çatısı altında birleştirilmelidir.