Sinema yasasından sansür çıktı

Geçtiğimiz günlerde, sinema yapımcıları ile dağıtım şirketleri arasında bir tartışma yaşanmıştı. Film yapımcıları ile dağıtım şirketleri, yaşanan bu tartışmanın, AKP hükümetinin çıkartacağı yeni bir yasa tasarısıyla çözülebileceğine ilişkin olarak karşılıklı açıklamalar yaptı. Sinema yapımcılarının çektikleri filmler, dağıtım şirketleri aracılığıyla gösterime giriyor. Sinema yapımcıları ise bu sürecin şeffaflık ve promosyon bilet anlaşmazlığı yaşamalarına sebep olduğunu ifade etmiş, gişe rekorları kıran filmlerin hasılatlarının düşük kaldığını savunmuş, dağıtım şirketlerinden gelen verilerin güvenilir olmadığını söylemişlerdi.

Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, sinema yapımcıları ile MARS grubu arasındaki anlaşmazlıkla ilgili açıklamalarda bulunmuştu. Ersoy, “Meclis’e önerilerimizi gönderdik. Bizim önerdiğimiz şekilde yasa geçerse bilet tartışması kalmayacak. Hasılat payı, vergiler çıktıktan sonra eşit bölünecek. Bizim önerdiğimiz şekilde yasa geçerse, sinemada bilet tartışması kalmayacak. Promosyon ile biletin fiyatını indiriyorsanız, net hasılatta eşitliği bozmuş oluyorsunuz. Bunu gidereceğiz” ifadelerine yer vermişti.

Yapılan açıklamalarda, sinema yapımcıları ile dağıtım şirketleri arasındaki hasılatın nasıl paylaşılacağına ilişkin bir tartışma olduğu görülse de, yasa teklifinin burjuva basında hiç tartışılmayarak adeta gizlenen amacının, sinema sektöründe sansürü ilerletmek olduğu görülüyor. Hazırlanan yasa teklifi hükümetin hangi filmlerin dağıtıma gireceği konusunda söz sahibi haline gelmesini sağlayacak birçok madde içeriyor.

Teklife göre, ilgili bakanlığın oluşturulmasında söz sahibi olduğu komisyonlar, ülke içinde üretilen veya ithal edilen sinema filmlerinin değerlendirilmesini ve sınıflandırılmasını yapacaklar. “Değerlendirme ve sınıflandırma sonucunda uygun bulunmayan filmler, ticari dolaşıma ve gösterime sunulamayacak.”

Aralarında Nuri Bilge Ceylan, Canan Gerede, Erden Kıral, Derviş Zaim, Onur Saylak, Handan Öztürk, Kadir İnanır, Pelin Esmer, Yeşim Ustaoğlu, Ercan Kesal, Özcan Alper, Çağan Irmak ve Emin Alper’in de bulunduğu yönetmenler, bir bildiri yayınlayarak yasanın sınıflandırma ve değerlendirme ile ilgili maddelerinde, “komisyonca uygun bulunulmayan filmler ticari dolaşıma ve gösterime sunulamaz” önermesinin kaldırılmasını, Türkiye’de düzenlenecek ulusal ve uluslararası festivallerde gösterilecek filmlere yönelik düzenleme ile destekleme kurullarının oluşturulmasında sinema sektörü üyelerinin azınlığa düşürülmesinin düzeltilmesini” talep ettiler.

AKP hükümeti zaten bütün bir anaakım medyayı kontrolü altında tutarak, gerektiğinde “sanatçıları” satın alarak, az sayıdaki muhalif sanatçıyı ise medyada linç kampanyaları ve yargı sopasıyla sindirerek sinema/televizyon camiasında belirleyici durumda. En son, bir televizyon kanalında AKP hükümetini ve baskıcı politikalarını eleştiren açıklamaları nedeniyle sinema oyuncuları Müjdat Gezen ve Metin Akpınar hakkında soruşturmalar açılmıştı.

Yeni yasa teklifinin hükümetin bu alandaki egemenliğini daha da arttıracağından kimsenin kuşkusu bulunmuyor. AKP iktidarının toplumsal yaşamın her alanında olduğu gibi, sinema sektörünü de baskı altına alma politikası, egemen sınıfın izlediği militarist dış politika ve ülke içinde işçi sınıfı muhalefetini bastırmak için polis devletinin inşası yöneliminin bir parçasıdır.

Egemen sınıf 15 Temmuz 2016 darbesinden sonra, işçi sınıfını hedef alan bir polis devletinin inşa edilmesi yönelimini hızlandırdı. Darbe girişimi sonrası yürürlüğe konan Olağanüstü Hal, 2017 yılında devlet başkanına diktatörlük yetkileri veren Anayasa Referandumu ile kalıcı hale getirildi.

16 yıllık AKP iktidarı altında, Türkiye’de sarsıcı bir toplumsal eşitsizlik ortaya çıkmıştır. Halkın en alttaki yüzde 20’si (yaklaşık 16 milyon insan) ulusal gelirin yalnızca yüzde 6’sı ile yaşıyor ki bu, en zengin 35 kişinin servetine denktir. Bu süreçte, halkın yüzde 99’unun toplam ulusal servet içindeki payı yüzde 13 azalırken, en zengin yüzde 1’in payı yüzde 55’e yükselmiştir.

Bu devasa eşitsizliğe, geçtiğimiz yıl özellikle gıda maddelerinde yükselen enflasyon, artan işsizlik ve yoksulluk, işyerlerinin kapanması, iflaslar ve küçülmeler eşlik etti. Ekonomide işçi sınıfı ve geniş halk kitleleri aleyhine yaşanan bu gelişmeler, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de gün geçtikçe artan işçi mücadelelerine yol açıyor. En son İZBAN grevinde görüldüğü gibi, egemen sınıf ve onun iktidardaki temsilcisi AKP hükümeti en küçük işçi grevini yasaklıyor ve eylemlere polis şiddetiyle müdahale ediyor.

Eylül ayında, İstanbul’un yeni havaalanı şantiyesinde çalışan binlerce inşaat işçisi, iş kazalarına, ağır ve baskıcı çalışma koşullarına ve en temel haklarının ihlal edilmesine karşı iş bırakmıştı. Hükümet, bu kitlesel protestoya, acımasız bir polis saldırısıyla ve 30’dan fazla işçiyi tutuklayarak karşılık vermişti.

Ekonomik krizin tetiklediği küçük bir işçi eyleminin, hızla kitlesel sınıf mücadelelerine dönüşebileceğinden korkan Erdoğan ve AKP hükümeti, işçi sınıfı ve yoksul halk içerisinde muhalefetin ivme kazanmasını önlemek için her şeyi göze almış durumda.

AKP iktidarının, gerek sansürü toplumsal yaşamın tümüne yayan hamlelerine, gerekse sanatçılar ve tüm muhaliflere yönelik baskısına karşı verilecek mücadele, işçi sınıfının egemen sınıfa karşı verdiği mücadeleden bağımsız değildir. Sinema sektörü için çıkartılmaya çalışılan yeni yasa tasarısı ve tasarıya karşı verilecek mücadele ancak bu bağlamda değerlendirilirse başarıya ulaşabilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir