22 Temmuz Seçimleri: Savaş ve darbe tehditleri altında “demokrasi” oyunu
Milyonlarca emekçi ve genç, 22 Temmuz günü bir kez daha seçim sandıkları önünde sıraya girecek ve seçimlere katılan on beş burjuva ve küçük burjuva partisinden birini seçecek. Öte yandan, bu seçimlerde, Kürt milliyetçisi burjuvalarla onların kuyruğundaki küçük burjuva solcularından, “sosyalist” maskeli Stalinistler ve liberallerden oluşan geniş bir “bağımsız” aday yelpazesi ile karşı karşıyayız.
Burjuva ve küçük burjuva partilerde son aylarda yaşanan bütün çalkantılar (birleşme girişimleri, ittifaklar, cepheleşmeler, seçim blokları vb.) hem devletin tepesinde aylardır yaşanan krizin ürünüdür hem de ona çözüm olarak gündeme gelen bu kapsamlı altüst oluşun yansımalarıdır. Genelkurmay’ın önderliğinde kışkırtılan bu kriz, önce “laiklik elden gidiyor” çığlıklarıyla başlatılmış ve “terör” histerisiyle desteklenen bir süreçte derinleştirilmişti. Sonuç, cumhurbaşkanı seçiminin kilitlenmesi ve seçimler oldu.
İktidardayken uluslararası sermayenin IMF ve Dünya Bankası eliyle dayattığı politikaları harfi harfine uygulayan (bundan başka şansı da olmayan) burjuva muhalefet partileri ile iktidara gelmeleri durumunda başka türlü davranamayacak olan küçük burjuvazi, ülkeyi beş yıla yakın süredir uluslararası sermayenin talepleri doğrultusunda yönetmekte olan AKP iktidarına savaş açmış durumda. Onlar, geniş kitlelerin devlet sübvansiyonları ve gümrük koruması altında geçirdikleri “eski güzel günler”e olan özlemini de kullanarak, baştan sona sahte bir emperyalizm karşıtlığı ile desteklenen gerici milliyetçiliğe sarıldılar. Bu milliyetçi dalga, toplumun geniş bir kesimini etkisi altına almıştır.
Özetle, mülk sahibi sınıfların bir kesimi üretimin küreselleşmesi sürecinden olabildiğince yararlanmanın yolunu ararken, onun yıkıma uğrayan kesimleri –üretim ve artı değerin yeniden paylaşımı üzerindeki denetimini hızla kaybetmekte olan devlet bürokrasisiyle ittifak halinde– ona karşı çaresizce direnmeye çalışıyor.
Burjuva saflar karmakarışık
İktidarda oldukları dönemlerde, uluslararası sermayenin ve onun Türkiye’deki uzantılarının bütün işçi-emekçi düşmanı taleplerini yerine getiren AKP de dahil, bütün bu partiler, bir kez daha işçilerin ve gençlerin çıkarlarını savunduklarını iddia ediyor ve bizden oy istiyorlar. Solcu olarak tanınan aydınların AKP’den, tanınmış sağcı politikacıların CHP’den aday olduğu bu seçimlerde burjuva saflar karmakarışık bir görünüm sergiliyor.
Genelkurmay önderliğindeki “Türk milliyetçisi–laik” koalisyon eliyle normal iktidar süresini tamamlamaya birkaç ay kala erken seçim kararı almak zorunda bırakılan AKP “istikrar”a, AB üyeliği yolunda atılan adımlara ve “demokrasi”ye ağırlık veren bir kampanya sürdürürken, muhalif burjuva partileri aynı işi alışıldık “vatan–millet” ya da “laiklik elden gidiyor” çığlıklarıyla yapmaya çalışıyorlar.
Tarihi boyunca emperyalist savaşlara, işgallere ve işçi düşmanı sosyal politikalara imza atmış olan Sosyalist Enternasyonal’in üyesi CHP–DSP ittifakı ne emekten yanadır, ne emperyalizme karşıdır ne de dinci gericiliğin alternatifidir. Binlerce sosyalist işçinin ve gencin katili olan MHP ile hemen her konuda ortaklaşmış olan CHP–DSP, iktidarda olduğu dönemde emperyalistlerin bütün taleplerini yerine getirmiş; bugün karşı çıktığı dinci gericiliğin palazlanmasında başlıca rolü oynamıştır. Genelkurmay’ın ve askeri darbelerin sözcülüğünü yapan CHP-DSP’nin “demokrasi” savunuculuğu ise baştan sona siyasi maskaralıktır. CHP–DSP, ordunun yanı sıra Demirel’in de desteğini alacak denli sağcı bir partidir.
Son krizle birlikte siyasi yaşamının sonuna gelmiş olan ANAP ile yaşadığı başarısız birleşme macerası sürecinde, kır ve kent orta sınıflarının desteğini alabilmek için adını Demokrat Parti olarak değiştiren eski DYP, kirli savaş döneminde haklı olarak edindiği mafya–tetikçi kimliğinin üstünü örtmek için elinden geleni yapmasına karşın ne onları kucaklayabiliyor ne de tekelci sermayenin ya da emekçilerin desteğini alabiliyor. Yeni liberal politikalar eliyle yıkıma uğramış küçük burjuvaların bir kesiminin desteğini alan sağ popülist milliyetçi Genç Parti ile İslamcı Saadet Partisi emekçilere karanlıktan ve yıkımdan başka bir şey sunmuyor.
22 Temmuz seçimlerine katılan, İslamcısından “laik”ine, liberalinden faşistine kadar burjuva ve küçük burjuva partilerinin işçi sınıfına ve gençliğe sunacağı yeni hiçbir şey yoktur. Onlar, emekçilerin değil, sermayenin farklı fraksiyonlarının çıkarlarının savunucusudurlar. Onlar, bir kez daha sarıldıkları milliyetçi ya da dinci gericilik eliyle emekçileri zehirleyip uyuşturmaya; onları sermayenin uysal köleleri haline getirmeye çalışmaktalar.
Türk solunun DTP ile flörtü
Kürt mülk sahiplerinin seçimlere, yüzde on barajını aşmak için ortak “bağımsız” adaylarla katılan milliyetçi kesimi (Demokratik Toplum Partisi – DTP) ile onunla ittifak kuran küçük burjuva demokratı Türk solu (EMEP, ÖDP, SDP vb.) ise bütün programını “demokrasi” ve “insan hakları” maskesi altında, AB’nin Kopenhag Kriterleri etrafında oluşturmuş durumda.
DTP’nin ve bu solun “bağımsız” adayları, seçilmeleri durumunda “çok sesli, çok renkli ve ufuk sahibi” bir TBMM yaratacakları hayalini yayıyorlar. Kendi ufukları Kopenhag ile sınırlı olan bu sınıflar üstü demokrasi aşıkları, kendi içinde emekçilerin sosyal ve demokratik haklarını ortadan kaldıran aynı AB’nin, Türkiye’ye ve bütün üyelere dayattığı işçi düşmanı yeni liberal ekonomi politikalarını içeren –örneğin– Maastricht Kriterleri’ni ısrarla görmezden gelmekte; bu konuda tek laf etmemektedirler.
Eski Stalinist yeni liberal bu solun DTP’ye yedeklenmesiyle oluşan blokun başlıca işlevi, yalnızca Kürtleri değil Türk işçilerini ve sosyalistlerini de “demokrat” burjuvazinin –ve emperyalist AB’nin– kuyruğuna takmaktır. Kürt burjuvaları için yabancı sermaye yatırımlarından (yani işçilerin daha azgın sömürüsünden) daha fazla pay alma anlamına gelecek olan bu proje, Türk küçük burjuva solunun sınıflar üstü “demokratik” bir devletin olabileceği yollu yıkıcı hayaline de uygundur.
Bu blokun başta Kürtler olmak üzere işçi sınıfı ve emekçilere vereceği hiçbir şey yoktur. Onların “bağımsız” temsilcileri TBMM’ye girdikten kısa süre sonra, kendi çıkarları doğrultusunda, uluslararası sermayenin ve burjuvazinin şu ya da bu fraksiyonu ile anlaşma peşinde koşacaklardır.
Stalinist küçük burjuva solun geleneksel temsilcisi TKP’nin seçimlerdeki tutumu ise geçmişi ile daha uyumlu durumda. Anlayışı gereği kitleleri “koyun” olarak gören TKP’nin onlara “sürüden ayrılma” çağrısı yapmasını normal karşılamak gerekiyor. Sözde emperyalizm karşıtlığı adına tarihin çöplüğünden çıkarttığı Stalinist “yurtseverlik” silahına sarılan TKP, adındaki “kömünist” sıfatıyla hiçbir ilişkisi olmayan, işçi sınıfı düşmanı bir partidir.
“Üçüncü Cephe”ciler ve “Troçkist”ler
Küçük burjuva solun, ısrarlı çabalarına karşın DTP etrafında oluşturulan blok tarafından ciddiye alınmayan ve ortak “bağımsız” aday listelerine dahil edilmeyen “radikal” kesimine gelince… “Darbecilere, patronlara, emperyalizme, faşizme, şovenizme karşı Ezilenlerin Sosyalist Alternatifiyiz” diyerek yola çıkan bu kesim, işçi sınıfının tarihsel çıkarlarını temsil ettiğini ve sosyalizmi savunduğunu iddia ediyor; seçim kampanyasından, devrim ve komünizm davasının propagandasını yapmak için yararlanacağını söylüyor.
İşçi sınıfının ve sosyalizm davasının yeminli düşmanı olan Stalinizmle gerçek bir hesaplaşma yerine, onu eklektik biçimde “sosyalizm” cilasıyla kaplayarak yaşatan ve “Kürt illerinde DTP’nin adaylarını destekleyerek” AB yanlısı Kürt burjuvazisine göz kırpmayı sürdüren bu Stalinistler ve küçük burjuva radikalleri, bütün iddialarına ve keskin sol sloganlarına karşın, işçi sınıfının temsilcisi değildir.
Onlar, Paris Komünü’nün, Ekim Devrimi’nin, Dördüncü Enternasyonal’in, 15-16 Haziran’ların, Marx-Engels-Lenin-Troçki’nin, Mustafa Suphi’lerin değil; seçim bildirgelerinde açıkladıkları gibi, “Şeyh Bedrettin’lerin, Celali’lerin, Çakıcı Mehmet Efe’lerin, Atçalı Kel Mehmet’lerin, demirci Kawa’nın, Seyit Rıza’ların, Nazım Hikmet’lerin, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya’ların mirasçısı”dırlar. Özetle onların bayrağında, işçi sınıfının devrim ve komünizm davası ile proletarya enternasyonalizmi yazmıyor. Onlar, kır ve kent küçük burjuvaları ile gençliğin düzene olan radikal tepkisini ifade etmektedirler.
İşçi Mücadelesi’nin oportünizmi
Bu Stalinist–küçük burjuva radikal sol cephenin bileşenlerinden biri –seçim kampanyasında adını bile anmasa da– “Troçkist” olduğunu iddia eden ve öyle kabul gören İşçi Mücadelesi’dir (İM). İM, seçimlere Stalinistlerle ve Kürt burjuvalarıyla birlikte katılma yönündeki bütün çabalarının başarısız kalmasının ardından, uluslararası ortaklarıyla birlikte düzenlediği bir toplantıda, İstanbul 2. Bölge’den “bağımsız” adayını açıkladı. Ancak İM, “Üçüncü Cephe”ci yol arkadaşlarını incitmeme konusunda o denli duyarlı ki, bir “Üçüncü Cephe”ci bir de DTP adayının bulunduğu bölgede çıkardığı “Troçkist” adayın, Stalinistlerle milliyetçi Kürt burjuvalarının oylarını etkilemeyeceği konusunda onları ikna etmeye çabalıyor: “Sungur Savran sadece İşçi Mücadelesi’nin bir adayı değil”miş; onun seçime girdiği bölgede, Üçüncü Cephe’ci Ezilenlerin Sosyalist Platformu’nun, Filistin Halkıyla Dayanışma Derneği Başkanı, sendikacı Füsun Bandır’ı aday göstermesi sorun değilmiş. DTP’den “Doğan Erbaş’ın adaylığına gelince: Bu çakışma hiçbir biçimde Kürt hareketinin temsilcilerinin seçilme olasılığını azaltacak, ezilenlerin oylarını bölecek değildir… Bu adaylık, Üçüncü Cephe yaklaşımının bir kenara bırakıldığı bir ortamda, gerçek Üçüncü cephe adaylığıdır.”
İM’nin, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfını mülk sahibi sınıflara ve Stalinizme (onlara göre “Stalinizmin devrimci kanadı”na!) yedekleme çabası içinde olduğu hiç kimse için sır değil. İM’nin kurucularının, bu Pablocu oportünist çizgiyi Patronsuz Generalsiz Bürokratsız Sosyalizm (PGBS) ile Sınıf Bilinci’nin sayfalarında yıllardır savunduklarını biliyoruz (bunu İM de itiraf ediyor: bkz. www.iscimücadelesi.net “Devrimci Marksizmin seçim politikası” başlıklı yazı)1. İM, kurucularının bu oportünist çizgisini, yalnızca adını değiştirerek, tam bir küçük burjuva pervasızlığı içinde sürdürmektedir.
“Üçüncü Cephe”ye katılmadıkları için DTP’ye ve “demokratik” küçük burjuva soluna sitem eden İM’nin bütün kaygısı, Kürt burjuvazisinin siyasi temsilcilerinin “seçilme olasılığını azaltmamak”tır. İM, milliyetçi Kürt burjvazisi ile “demokrat” –ve de Stalinist– Türk küçük burjuva solu arasında kurulmuş olan seçim ittifakının “ezilenleri” temsil ettiği yalanını yaymakta ve onların “oylarını bölmeyeceğini” söyleyerek, kendisinin bu blokun bir parçası olduğunu ilan etmektedir.
Bu durumda, İM’nin, emekçilerden ve gençlerden kendi adayına oy istemeden önce, şu soruyu yanıtlaması gerekir: Eğer işçileri ve gençliği “bağımsız” burjuva ve küçük burjuva adayların temsil ettiği komünizm düşmanı akımların etki alanından çıkartmak ve onların oylarını “bölmek” için hiçbir şey yapmayacaksanız, seçimlere neden kendi adayınızla katılıyorsunuz?
Bu sorunun yanıtı, İM’yi yakından tanıyanlar için son derece açıktır: Seçimlere işçi sınıfının Marksist devrimci önderliğini inşa etme stratejisine tabi Troçkist bir programla katılmayan İM, yıllardır, “iki cami arasında beynamaz” durumundadır. O, ne Stalinist yol arkadaşlarından ve milliyetçi Kürt burjuvalarından kopabilmekte ne de kendisine yanlışlıkla biçtiği “Troçkist” gömlekten kurtulabilmektedir. Öte yandan İM, onu anlamak isteyenler için, son derece açık sözlüdür. O, “Türkiye işçi sınıfının ve emekçilerin, 22 Temmuz seçimlerinde alternatifsiz olmadığını; birçok ilde gösterilmiş olan bağımsız sosyalist adayların işçi sınıfını burjuvazinin partilerine ve onların peşine takılan güçlere mahkum olmaktan kurtaracak bir seçenek oluşturduklarını” ilan etmektedir. İM, tam da kendisinden beklendiği üzere, diğer bütün seçim bölgelerinde “sosyalist veya işçi adaylar”a (Stalinist, demokrat vb. küçük burjuva solcularına) oy verme çağrısı yapmaktadır.
İstanbul 2. Bölge’de oy kullanacak olan işçileri ve gençliği Stalinist akımlardan, Kürt emekçileri ise “kendi” milliyetçi burjuvalarının etkisinden uzaklaştırmak için hiçbir şey yapmayacağını en baştan ilan eden Savran, Troçkizmin adayı değildir (zaten İM de, adayını tanıtırken onun bir “Troçkist” olduğunu söylemiyor; seçimlere ilişkin tutumunu açıklarken, hatta enternasyonalizmden söz ederken bile Troçkizm kavramını kullanmıyor). İM, misyonu, yüzünü devrime ve sosyalizme dönen işçilerle gençlerin yolunu saptırmak, onları komünizm düşmanı milliyetçi ya da radikal küçük burjuva akımlara yedeklemek olan “Troçkist” maskeli bir Truva atıdır. İM, seçim stratejisini işçi sınıfının başta burjuvazi olmak üzere bütün diğer sınıf ve tabakalardan bağımsız siyasi önderliğinin inşası gereğine vurgu yapan bir devrim ve sosyalizm propagandası üzerine kurmamakta; amacının işçi sınıfını küçük burjuva radikalizminin programına yedeklemek olduğunu açıkça ifade etmektedir.
Marksist devrimciler, İM’nin bu oportünist çizgisini teşhir etmeli; işçilere ve gençlere, bunun Troçkizm ile –uzlaşmaz karşıtlık dışında– hiçbir ilişkisi olmadığını anlatmalıdır.
İşçi sınıfını küçük burjuva akımlara ya da milliyetçi Kürt burjuvazisine yedekleme oportünizmine kapılmış tek “Troçkist” maskeli çevre, elbette, İM değil.
Marksist Tutum küçük burjuva solunun kuyruğunda
Seçimlere ilişkin tavrını darbe, savaş, milliyetçilik ve dinci gericilik gibi emekçilerin karşı karşıya olduğu çok sayıda tehdide gönderme yaparak gerekçelendiren Marksist Tutum (MT), “bağımsız devrimci bir sınıf çizgisinin gerekliliğini propaganda etme” görevine vurgu yapmakta ve bunu “düzen partilerine oy yok şiarı” ile de tamamlamaktadır. Ancak o kadar! MT, seçimlere ilişkin açıklamasında, hem işçi sınıfı hem de Kürtler için formüle ettiği burjuva demokratik talepler doğrultusunda, mücadeleyi “benimseyen ve seçilmesi durumunda meclis kürsüsünden dile getirip propaganda edecek olan devrimci, demokrat, sosyalist bağımsız adaylar”ı desteklediğini açıklıyor.
Bu yolla o, bir alternatif arayışı içinde sosyalizme yönelen işçileri ve gençleri, demokratik ve özgürlükçü talepleri meclis kürsüsünde dile getirip propaganda edeceği” varsayılan Stalinist, Kürt milliyetçisi, sendikacı, küçük burjuva solcusu vb. “bağımsız” adayların kuyruğuna takmaktadır. Bağımsız sınıf çizgisinin propagandasını yapma gereğinden söz eden MT, iş tam da bu çizginin pratikte uygulamasına geldiğinde yan çizmektedir. O, özetle şunu söylemektedir: Biz bu seçimlere kendi adayımızla katılacak durumda değiliz; gidin, küçük burjuva “solcusu” bağımsız adaylardan birini destekleyin.
MT’nin 22 Temmuz seçimlerine ilişkin tavrı, onun, Troçkizmi zaman zaman propagandası yapılabilecek hoş ve doğru bir düşünceye indirgeyen çizgisinin bir diğer ifadesi olarak geçiştirilmemeli. MT’nin işçi sınıfının devrim ve komünizm davasına tarihsel olarak yabancı ve düşman akımların “bağımsız” adaylarına verdiği bu destek, işçileri ve gençleri küçük burjuvazinin “demokratik” kesimlerine yedeklemektedir; Marksizme tümüyle yabancıdır.
Morenocu–Lambertist işbirliği
Morenocu akımın bu topraklardaki iki temsilcisinden Enternasyonal Bülten (EB), 22 Temmuz seçimlerine ilişkin tavrını açıkladığı “Seçimde Emekçi Alternatifi Yok” başlıklı yazısında, “belli bölgelerden ‘bağımsız’ olarak adaylığını koyan emekçi adaylar dışında oy vereceğimiz hiçbir alternatif bulunmamaktadır,” demişti. Aynı yazıda, “ortak aday” çıkarma yönündeki bütün çabalarının boşa çıktığını anlatan EB, “bu seçimlerin solun genel basiretsizliği neticesinde, işçi sınıfı ve yoksullar için en başından kaybedildiğini” ilan ediyordu. EB’ye göre, “yüzümüzü kitle mücadelelerini yükseltme ve Türkiye’de işçi sınıfı devrimciliğini, Türkiye solunu yeniden kurma hedeflerine dönme zamanı,” idi.
EB’nin “Türkiye solu”nu nasıl, nerede ve kimlerle “yeniden kuracağı”, aynı yazıda yer alan “emekçi adaylar”a oy verme çağrısında gizliydi. O, dilinin altındaki baklayı geçtiğimiz günlerde açığa çıkardı: EB, İşçi Kardeşliği Partisi’nin (İKP) İstanbul 2. Bölge’den “bağımsız” adayı olan, İstanbul İşçi Sendikaları Şubeler Platformu eski sözcüsü Ercan Atmaca’yı destekliyor.
Atmaca ne Marksisttir ne de devrim ve sosyalizm davasının savunucusudur. O, kendi sözleriyle, “işçilerin, işçi sınıfının dikkate alınmaması, sermayenin partileri tarafından sadece oy deposu olarak görülmesi”ne tepki olarak, onların “kendileri için politika yapmalarını savunduğu” ve “sermaye sınıfının partilerinden ve devletinden bağımsız bir sınıf olarak mücadele etmeleri gerektiğine inandığı için aday oldu.” Atmaca, sendikaların çökmesine, işsizliğe, açlığa, sefalete, “sermayenin kulu kölesi olmaya” vb. tepki gösteren ve işçilerin bir sınıf olarak mücadele etmeleri gerektiğine inanan bir işçi önderidir. Ancak o, bu mücadelenin Marksist kavrayışına sahip değildir; bu yüzden de sendikal bilinç (yani işçi sınıfı içindeki burjuva bilinç) düzeyini temsil eden İşçi Kardeşliği Partisi’nin (İKP) adayıdır.
Bir “işçi kitle partisi” kurmak için Troçkizmle bağlarını yıllar önce kesip Lambertizmde karar kılan eski Morenocuların kuruluşunda yer aldığı İKP, “felakete sürüklenen ülkemizi” kurtarmak için, “milletimizin içinin boşaltılmasına” karşı “demokrasi mücadelesi” vermekte; “ülkenin bileşenlerini meydana getiren bütün güçlerin özgür katılımıyla nispi temsil ve genel oy usulüyle seçilecek ve bütün yetkileri elinde toplayacak bir Kurucu Meclis” talebi yükseltmektedir. İKP, baştan sona “demokrat” küçük burjuva milliyetçiliği kokan sözde işçici seçim bildirgesinde, “emekçilerin ve milletin çoğunluğunun çıkarının böyle bir Kurucu Meclis’te yattığını” savunmaktadır.
Troçkist olduğunu iddia eden EB’nin “oylarımız işçi adaylara!” çığlıklarıyla desteklediği şey, İKP’nin, baştan sona milliyetçi, dinci, liberal her türlü gerici ideolojinin izini taşıyan küçük burjuva “demokratı” reformist seçim (aslında parti) programıdır.
Utangaç İşçi Cephesi
Morenocuların bir diğer kesimini oluşturan İşçi Cephesi (İC) ise 22 Temmuz seçimlerine ilişkin tavrını, burjuva parlamenter seçim sisteminin ikiyüzlülüğüne ve demokratik olmayan karakterine ilişkin genel geçer laflar eşliğinde şöyle açıklıyor: Bizim tutumumuz, seçimde attığımız oyun ertesi ve sonrası günlerde bize karşı kullanıldığı bilinciyle, burjuvazinin seçim aldatmacasına kanmadan, burjuva partilerine ve kapitalist düzenin temellerine karşı çıkmayan hiçbir parti ve adaya oy vermemektir.
Buradan, “kapitalist düzenin temellerine karşı çıkan” adaylara oy verilmesi gerektiği sonucu çıkıyor. Ancak İC, isimleri ve politik çizgileri çoktan ilan edilmiş olan adaylardan hangisinin / hangilerinin “kapitalist düzenin temellerine karşı çıktığını” söylemiyor. Bu yüzden onun, örneğin İstanbul 2. Bölge’de, PGBS içinde yıllarca birlikte yürüdüğü eski yoldaşı Savran’ı mı, eski Morenocu yeni Lambertçi İKP’nin adaylarını mı yoksa başkalarını mı desteklediğini bilmiyoruz.
Seçimlerde Marksist tavır
22 Temmuz seçimlerine katılan partilerin ve “bağımsız” adayların hiçbiri emperyalist küreselleşmeye, hızla artan işsizliğe, sefalete ve sosyal hak kayıplarına; yükselen milliyetçi ve dinci gericilikle birlikte artan sınıfsal, ulusal, kültürel vb. baskılara ve bütün bunların altında yatan kapitalizme karşı işçi sınıfının bilimsel sosyalist çözümünü savunmamaktadır.
Oysa emperyalist küreselleşmenin alternatifi kapalı “ulusal” ekonomi değil; toplumsallaştırılmış üretimin emekçiler eliyle dünya çapında, insanların gereksinimlerine göre demokratik biçimde planlanması, yani sosyalizmdir. Bunu başarabilecek tek güç de Dördüncü Enternasyonal’in önderliği altında kapitalizmi ortadan kaldıracak olan işçi sınıfıdır.
SOSYALİZM, işçi sınıfının bu tarihsel görevi yerine getirmesinin tek yolunun, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde, diğer bütün sınıflardan bağımsız siyasi bir özne olmasından geçtiğinde ısrar etmektedir. İşçi sınıfının kurtuluşu, şu ya da bu mülk sahibi sınıfın radikal temsilcileri eliyle sağlanmayacak; yalnızca kendi eseri olacaktır.
22 Temmuz seçimlerinde “işçi sınıfı” ya da “sosyalizm” adına konuşan adayların hiçbiri bu perspektifi savunmamaktadır. Tersine, onlar, emekçileri ve gençliği “demokratik”, radikal ya da Stalinist küçük burjuva akımlara yedeklemekte; yani, işçi sınıfını kendisiyle birlikte bütün ezilenlerin kurtuluşunu sağlayabilecek tek devrimci güç olarak görmemektedirler.
Bu seçimlerde küçük burjuva akımların kuyruğuna takılan “Troçkist” maskeli çevreler, işçi sınıfının devrimci kapasitesine olan güvensizliklerini, savunduklarını iddia ettikleri Dördüncü Enternasyonal’in işçi sınıfına önderlik etme yeteneğine olan inançsızlıklarıyla tamamlamaktadırlar. Onlar, her tutarlı küçük burjuva demokratı gibi, kendilerini, her seçime katılmak, her seçimde mutlaka bir oy kullanmak, mutlaka birilerini desteklemek zorunda hissediyorlar. İşçi sınıfına yabancı sınıf ve tabakaların “bağımsız” adaylarına destek verme tavrı, işçi sınıfının bütün mülk sahibi sınıflardan siyasi bağımsızlığını sağlama ve onun öncüsünü devrim ve komünizm davasına kazanma hedefine hizmet etmemektedir.
Burjuva parlamentosu için yapılan seçimler, Marksistler için işçi sınıfının devrimci önderliğini inşa etmede ve işçilerle gençliğin en ileri kesimlerini devrim ve sosyalizm programına kazanmada yararlanılacak fırsatlardan biri; yalnızca biridir. İnsanların politikayla daha fazla ilgilendikleri seçim dönemleri, Marksistlerin her gün sürdürdükleri faaliyetler için daha uygun bir ortam oluşturur; sosyalist talep ve sloganların daha kolay algılanmasına olanak sağlar. Bu değişim de Marksistlerin politik programatik pozisyonlarında değil, kitlelerin duyarlılıklarında gerçekleşir.
Bir parti çatısı altında örgütlü olmayan Türkiyeli Marksist devrimcilerin, 22 Temmuz seçimlerine bağımsız adaylarla katılacak güce sahip olmaması, onların şu ya da bu küçük burjuva akıma yedeklenmesini gerektirmez. Marksist devrimci politika, seçimden seçime düzenlenecek propaganda kampanyalarından ibaret değildir. İşçi sınıfının devrimci önderliği de seçim kampanyalarında değil; işyerlerinde ve okullarda her gün her saat sürdürülen ısrarlı ve kararlı bir faaliyetin ürünü olacaktır.
22 Temmuz seçimlerinde ortaya çıkan adaylardan birinin desteklenmesi, bu faaliyete katkıda bulunmamakta; tersine, yüzünü sosyalizme dönmekte olan işçileri ve gençleri Marksist devrimci pozisyonlardan uzaklaştırmaya ve küçük burjuva radikal ya da demokratik akımlara yedeklemeye hizmet etmektedir.
SOSYALİZM, sosyalist işçileri ve gençliği burjuva ya da küçük burjuva partilere ve “bağımsız” adaylara oy vermemeye; “sosyalist” maskeli oportünistlerin demagojilerine aldırmaksızın, işçi sınıfının bağımsız devrimci partisini inşa yolunda yürümeye çağırır.
Bu, bir boykot çağrısı değil; sosyalistlere, seçim sürecinin avantajlarından yararlanarak öncü işçilerin ve gençlerin politik bilincini geliştirme ve işçi sınıfının Marksist devrimci partisinin inşasında ısrar etme görevlerini anımsatma yönünde yapılmış bir uyarıdır.
Marksistlerin bu seçimlerdeki görevi, Stalinist, milliyetçi, demokrat ya da radikal küçük burjuva partilerden ve “bağımsız” adaylardan birini desteklemek değil; tersine, işçi sınıfının öncüsünün bütün bu akımlardan kopmasını sağlamaktır.
Burjuvalara ve küçük burjuvalara oy verme; işçi sınıfının devrimci partisinin inşasını yükselt!
İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır!
Yaşasın Dördüncü Enternasyonal!
Yaşasın Sosyalizm!
Dipnotlar:
1 “Devrimci Marksizmin seçim politikası”, 18 Haziran 2007, İşçi Mücadelesi arşivi. Erişim: https://gercekgazetesi.net/isci-mucadelesi-arsiv/devrimci-marksizmin-secim-politikasi-isci-mucadelesi-18-06-2007