Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) Suriye’deki Kürtlerin yaşadığı Rojava bölgesinin Kobanê kantonuna karşı başlattığı saldırı sürerken, yetkililerin açıklamalarına göre, 60 binden fazla Kürt Türkiye’ye sığındı. Sınırın açılmasının ardından, yetkililer, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, “Kardeşlerimiz sınırımıza geldiğinde, etnik ve mezhebi ayrım gözetmeden hepsini aldık, alıyoruz ve alacağız,” sözlerine uygun söylevler verdiler.
Bununla birlikte, onların hiçbiri, neredeyse tamamı yaşlılardan, kadınlardan ve çocuklardan oluşan Suriyeli Kürtlerin üç gün boyunca mayınlı arazide aç-susuz bekletildiğinden, askerlerin sığınmacılara karşı biber gazı ve basınçlı su kullandığından ve bu yüzden bir kadının mayına basarak ağır yaralandığından söz etmedi. Onlar, Suriye’de ve Irak’ta aylardır sergilediği barbarlıkla dünya kamuoyunun nefretini kazanan IŞİD’in, Esad yönetimine karşı vekil savaşında bizzat Ankara’nın da dahil olduğu ABD önderliğindeki emperyalist koalisyon eliyle beslenip büyütüldüğünü de söylemediler. ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki müdahalelerinin ürünü olan IŞİD’in başlıca bölgesel destekleyicilerinden Ankara’nın, Rojavalı Kürtlere yönelik tavrı ve yetkililerin yaptıkları açıklamalar, tam bir siniklik ifadesidir.
Irak’ta ve Suriye’de yaşanan felaketlerin başlıca sorumlularından biri olan AKP iktidarı, şimdi, daha önce yapmış olduğu ve Batılı güçler tarafından kabul görmeyen “Suriye’nin kuzeyinde tampon bölge” önerisine haklılık kazandırmak için, Rojava’da yaşanan “insanlık trajedisi”nden yararlanma peşinde. Ankara, bu yolla, emperyalist devletlerin “Ortadoğu planı”nda bir süredir yitirmiş olduğu yeri yeniden kazanmayı umuyor.
Öte yandan, IŞİD’in barbarlığı üzerinden emperyalist merkezler nezdinde değer kazanmak isteyen tek bölgesel güç Ankara değil. Bölgedeki bütün devletler ve burjuva ya da küçük burjuva önderlikler, ABD’nin “IŞİD ile mücadele” gerekçesi altında Ortadoğu’ya yeniden dönme ve Irak’ta sürdürülen savaşı Suriye’ye taşıma girişimine eklemleniyor.
Bu yerel güçler arasında, IŞİD’i yıllardır destekleyen Ankara ile onun doğrudan saldırısı ile karşı karşıya kalan milliyetçi Kürt önderlikleri, kuşkusuz, özel bir yer işgal ediyor.
Ankara, ABD emperyalizmi önderliğinde oluşturulan sözde IŞİD karşıtı koalisyonda yer almasına karşın, bu örgüte karşı askeri mücadele çağrısını imzalamamış ve yalnızca “insani ve lojistik yardım” sağlayacağını açıklamıştı. IŞİD karşısında sergilenen ve Türkiye’nin “Batı ittifakı” içindeki yerinin sorgulanmasına yol açan bu tavrın başlıca gerekçelerinden biri, 49 TC yurttaşının üç ayı aşkın süredir örgütün elinde rehin olmasıydı.
Bununla birlikte, IŞİD’in Rojava’ya yönelik saldırısının ortasında, dün, hiç beklenmedik bir gelişme yaşandı ve Türkiye’nin Musul Büyükelçiliği’nde çalışanlardan oluşan 49 rehine serbest bırakıldı. Dolayısıyla, Ankara’nın Batılı müttefiklerine karşı kullandığı rehineler gerekçesi artık geçersizleşmiş durumda. Nitekim Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin başkanlığında önceki gün New York’ta düzenlenen Irak ile ilgili dışişleri bakanları toplantısında yaptığı konuşmada, “Suriye ve Irak’ın bir bütün halinde tek bir resim olarak görülmesi gerektiğini” vurguladı.
HDP’li Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Binici de Kobanêlileri ziyaret etti. Sınırın sıfır noktasında yaşanan dram karşısında “Uluslararası güçler utansın” diye bağıran Binici, “Yürüyebilen, eli silah tutan herkes, Kobanê’ye geçmeli ve Kürt halkının onuru ile namusu için savaşmalıdır,” dedi. Bu açıklama, Obama’nın Ulusal Güvenlik Danışmanı Susan Rice’ın, “Suriye’de IŞİD’e karşı harekete geçmeye hazırız, ne zaman ve nasıl olacağına biz karar vereceğiz,” sözlerinin ardından geldi.
IŞİD’in Rojava’ya yönelik saldırısı, Irak’ta bu örgüte karşı savaşan Kürt önderliklerinin seferberlik ilan etmesine ve “uluslararası toplum”a yönelik müdahale çağrılarını arttırmasına yol açtı. ABD ve Almanya gibi emperyalist devletlerden yardım alan milliyetçi Kürt önderlikleri, Ankara’dan Kürt savaşçılara silah ve lojistik destek vermesini talep ediyor ama Türkiye’nin Irak-Suriye sınırında bir “tampon bölge” oluşturulmasına şiddetle karşı çıkıyor ve bunun “Kürdistan’ın işgali” anlamına geleceğini ifade ediyorlar.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani, Kobanê’ye yönelik IŞİD saldırılarının tüm “Kürdistan’a yönelik bir tehdit” olduğunu vurguladı. Bütün Kürt güçlerinin, tüm çelişkilerini ve kaygılarını bir yana bırakarak Kobanê halkının yaşamını ve haklarını koruması gerektiğini belirten Barzani, tüm devletleri, gerekli tedbirleri almaya ve Rojava halkını desteklemeye çağırdı.
Kürdistan Ulusal Kongresi Yürütme Konseyi Üyesi Adem Uzun, 19 Eylül Cuma günü Brüksel’de yaptığı açıklamada, Kuzey Kürdistan halkını “aktif” bir şekilde sınırlara yığılmaya çağırdı. Belçika’nın başkenti Brüksel’de düzenlenen Kürt Kültür Haftası etkinlikleri sırasında ANF’ye konuşan Uzun, “IŞİD çetelerini durdurmak biz Kürtlerin ne kadar bir görevi ise de aynı zamanda dünyanın başına bela olan bu örgütü durdurmak bu güçlerin de [ABD, AB vb.] görevidir,” dedi. Uzun, “Kürdistan’ın her dört parçasının gençlerini de bu direnişi bir namus direnişi, bir halk direnişi, bir gelecek inşası olarak görerek direniş saflarına katılmaya çağırıyorum,” dedi.
Kürt Kültür Haftası etkinlikleri çerçevesinde Flaman Parlamentosu’nda düzenlenen “Ortadoğu çıkmazına çözüm için Kürt modelleri” konulu konferansta konuşan PYD Eş Başkanı Salih Müslim de, “insanlık değerlerini savunan herkesi yardıma” çağırdı. PYD’nin Eş Başkanı Salih Müslim, 17 Eylül günü, Paris’teki IŞİD karşıtı koalisyonun toplantısının sürdüğü saatlerde Yeni Özgür Politika gazetesi ile yaptığı söyleşide, “tam olarak ne istediğini bilmedikleri” ABD’nin stratejisini “olumlu” gördüklerini belirtmiş ve “Bu nedenle de muhakkak bizimle bir dayanışma olması gerekiyor. Bizim de bu strateji içinde yer almamız, bu nedenle normaldir, doğaldır,” demişti. “ABD’nin bu noktadaki yaklaşımı ve adımlarının yeterli olduğunu düşünmüyorum,” diyen Müslim, Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin (YNK) “Bize halen bir tek kurşun verilmemiştir,” açıklamasına gönderme yaparak, “IŞİD’e karşı en çok direnen güçlere tek bir mermi ulaşmıyorsa bu silahlar niye veriliyor,” sorusunu ortaya atmıştı.
IŞİD’e karşı seferberlik yönünde bir açıklama da, aynı gün, Berlin’de bulunan HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş tarafından yapıldı. Sterk TV’nin haber programına telefonla katılan Demirtaş, “Özellikle Kuzey Kürdistan gençliği, Türküyle, Kürdüyle, bütün devrimci ilerici güçlerini, nerede olursa hangi iş, pratik görev olursa olsun, bırakıp mutlaka Rojava’nın yanında kendisini konumlandırması gerekiyor,” dedi.
PKK Yürütme Komitesi üyesi Murat Karayılan ise 18 Eylül günü yaptığı açıklamada, Kürt gençlerini, “nitelikli ve profesyonel katılıma” çağırdı. Karayılan, “YPG’ye katılın, profesyonel asker olun,” dedi. Kürt haber ajansı ANF’ye konuşan Karayılan, IŞİD’in püskürtülememesi durumunda “ikinci bir Şengal faciası” yaşanacağını belirtti. IŞİD saldırısının, ÖSO ile YPG’nin Kobanê’deki ittifakından duyulan korkudan kaynaklandığını ifade eden Karayılan, “Kuzey gençliğine çağrımdır; gidin bizzat savaşa savaşçı olarak katılın,” dedi.
Ankara’nın sınıra “yığınak yaptığı” ve “trenle cephane taşıdığı” yönünde duyumlar aldıklarını anlatan Karayılan, “Bu ciddi bir durumdur,” dedi ve ekledi: “Türk devletinin uçuş yasağı koymasından ve tampon bölge oluşturulmasından bahsedilmekte. Eğer gerçekten bahsedilen bir tampon bölge oluşturmaksa, bu, çok tehlikeli bir şey olur. Tampon demek Kürdistan’ın işgali demektir.”
Açıklamasında, “Bütün duyarlı uluslararası güçler ve demokratik çevreler Kobanê’de gelişen insanlık direnişine sahip çıkmalı, destek sunmalı,” diyen Karayılan, ABD’nin ve Batılı güçlerin Rojava’ya “tek bir metelik bile” vermemiş olmasından şikâyet etti.
IŞİD’in Rojava Kürtlerine yönelik saldırısına karşı çıkmak ve katliam tehdidi altındaki insanları savunmak, kuşkusuz, başta işçi sınıfı olmak üzere tüm insanlığın görevidir. Ama barbarlığın en kaba örneklerini sergileyen IŞİD’e karşı başarılı bir mücadelenin önkoşulu, onu yaratan ve güçlendiren emperyalist devletlerden ve bölgesel güçlerden yardım uman mevcut burjuva ve küçük burjuva önderliklerin “silah üstünlüğü” değil; Kürt ve Arap emekçilerinin bütün bu güçlerden bağımsız ortak siyasi seferberliğidir.
Unutmayalım ki, bütün bu burjuva ve küçük burjuva Kürt önderlikleri, bugün IŞİD belasını insanlığın başına musallat eden ABD emperyalizminin Irak işgalini ve Suriye’de sürdürdüğü kirli savaşı desteklemiş; on binlerce Suriyelinin ve Iraklının IŞİD benzeri “vekil” örgütler eliyle katledilmesini “sessizce” izlemişlerdi. Onların, bugün IŞİD’e karşı savaşmalarının nedeni, bu örgütün kendi egemenlik bölgelerini tehdit etmesidir. IŞİD’in ve onu yaratan bataklığın kurutulması gerektiği gerçeği gözlerden saklanmaktadır. Eğer bu yapılırsa, ne başta ABD olmak üzere bölgedeki müttefikleriyle ittifak yapılabilir ne de birçok IŞİD benzeri cihatçı örgütün yer aldığı ÖSO ile ortak hareket edilebilirdi.
Mevcut milliyetçi Kürt önderliklerinin başta ABD olmak üzere emperyalist devletlerle, Ankara dahil bölgesel burjuva yönetimlerle ve Esad karşıtı cihatçı örgütlerle olan ilişkileri, onların kendi sınıfsal çıkarları uğruna her şeyi göze alabileceklerini göstermektedir.
Bu milliyetçi burjuva ve küçük burjuva önderliklerin Kürt emekçilerini nasıl bir felakete sürüklediğini Toplumsal Eşitlik’te ve Dünya Sosyalist Web Sitesi’nde (wsws.org) bugüne kadar yayımlanan onlarca yazıda dile getirdik. Bütün o yazılarda, mevcut önderliklerin sözde “barış ve demokrasi” adına sürdürdükleri gerici politikalarının, Kürt emekçilerini ve gençliğini, yalnızca emperyalist güçlerin ve bölgesel egemenlerin yararına olan yıkıcı bir savaşın ön cephesine yerleştirdiğini anlattık. Bugün Irak’taki ve Suriye’deki Kürtlerin karşı karşıya olduğu durum, bütün bu uyarılarımızın çarpıcı bir doğrulanmasıdır. Onlarca yıldır emperyalizm ve bölgesel güçler ile gerici bir işbirliği içinde olan bu burjuva ve küçük burjuva önderlikler siyasi olarak iflas etmiş durumdadır. Onların Kürt emekçilerine verebilecekleri tek şey, emperyalist güçlerin çıkarına sürdürülen savaşlarda ve iç savaşlarda ölmek ve uluslararası şirketler tarafından sömürülmektir.
IŞİD terörüne başarıyla karşı koyabilecek tek güç, Kürt, Türk, Arap, Fars, Musevi tüm bölge işçilerinin, bu felaketin kaynağı olan emperyalizme ve kapitalizme karşı mücadele perspektifi ile donanmış devrimci sosyalist birliğidir.