Yüzlerce insan, polisin kentteki son dehşet verici cinayetini ve polis eliyle bu yılki 839. ölümü protesto etmek için North Carolina-Charlotte’ta Salı gecesi ve Çarşamba günü sokaklara döküldü.
Salı günü, protestocu gruplarının polis araçlarının camlarını kırmaya başlaması, Interstate 85’te trafiği kapatması ve Wal-Mart mağazasını basması sonrasında North Carolina-Charlotte Üniversitesi yakınındaki mahalleyi tecrit etmek için çok sayıda polis otobüslerle sevk edildi. Ayaklanma teçhizatıyla donatılmış polis memurları, Çarşamba günü bir kez daha öfkeli protestocularla karşı karşıya geldiler ve göz yaşartıcı gaz kullandılar. Çarşamba gecesi en az bir kişi öldürüldü, buna karşın yetkililer onun polis tarafından vurulmadığını iddia ettiler.
North Carolina’nın en büyük kentindeki karşı karşıya geliş, reel ücretler 2008 Wall Street çöküşü öncesindeki düzeyin altında kalmaya devam ederken, uzun süreli işsizliğin, yoksulluğun ve toplumsal gereksinimlerin rekor seviyelerini üretmiş olan bir ekonomik kriz eliyle yönlendirilen Amerika’daki kaynayan toplumsal gerilimlerin bir diğer ifadesidir.
Charlotte’daki kıvılcım, 43 yaşındaki Keith Lamont Scott’ın güpegündüz silahla vurularak öldürülmesiydi. Hakkında olağanüstü yakalama emri olan bir başka adamı arayan polis, yedi çocuk babası Scott’ın oğlunu almak için bir otobüs durağında beklediği park yerine geldi.
Görgü tanıkları, Scott’ın, arabasından indiğinde elinde bir kitap tuttuğunu ve polis tarafından dört kez vurulduğunu söylüyor. Charlotte Emniyet Müdürü Kerr Putney, Scott’ın tabancasının olduğunu ve polisin silahını vermesi yönündeki yinelenen emirlerini reddettiğini ileri sürdü. Polis, şimdiye kadar, vurulmaya ilişkin vücut kamerası görüntülerini yayınlamayı reddetti ve henüz gerçekte ne olduğunu gösteren hiçbir video ortaya çıkmadı.
Ancak, olaylara ilişkin polis versiyonu, hukuki bir bakış açısından bile, ölümcül güç kullanımını haklı çıkarmaz. North Carolina’da açık bir şekilde silah taşımak yasal ve eğer polisin iddia ettiği gibi Scott’ın bir silahı vardı ise, bir suç işlendiğine ilişkin geçerli bir sebep olmaksızın onu isteme hakları yoktu.
Scott’ın öldürülmesi, sonu gelmeyen bir dizi dehşetin yalnızca sonuncusudur. Nitekim Charlotte’daki cinayet, sadece geçtiğimiz hafta öne çıkan üçüncü polis cinayetidir. İlk cinayet, Tyree King’in 13 Eylül’de Ohio-Colombus’ta öldürülmesiyle geldi; onu, Terrence Crutcher’ın 16 Eylül’de Oklahoma-Tulsa’da öldürülmesi ve daha sonra Scott’ın 20 Eylül’de öldürülmesi izledi.
Her üç kurbanın da Afrika kökenli Amerikalı olduğu gerçeği, ağırlıklı olarak beyaz polislerden birinin siyah erkekleri ve çocukları kökleşmiş beyaz ırkçılığından dolayı öldürdüğü biçimindeki ırksallaştırılmış bir polis şiddeti anlatısını pekiştirmek için kullanıldı.
Irkçılık, özellikle polis cinayetlerinde oynadığı rol ne olursa olsun, temel mesele değildir. Burada, Scott’ın öldürülmesinin arkasında yatan koşullar ortaya çıkıyor. Ateş eden polis Brentley Vinson, aynı emniyet müdürü Kerr Putney gibi Afrika kökenli Amerikalıdır. Charlotte belediye başkanı, Demokrat Partili bir kadın olan Jennifer Roberts’tır. Dahası, Tulsa’daki polis memuru da bir kadındı.
Killedbypolice.net’in tuttuğu tüyler ürpertici çeteleye göre, geçtiğimiz hafta -Tyree King ile başlayarak- polis tarafından vurularak öldürülen 25 kişiden en az yarısı beyazdı. Washington Post’un tuttuğu bir veri tabanına göre ise, bu yıl polis tarafından vurularak öldürülen 702 kişiden 163’ü, toplamda yaklaşık yüzde 23’ü siyah erkekti. Beyazlar kurbanların kabaca yarısını oluştururken, geriye kalanını Latinler, Amerikan Yerlileri, Asyalılar, siyah kadınlar ve melez insanlar oluşturuyordu.
Polis şiddetinin neredeyse tüm kurbanlarının ortak özelliği, onların işçi sınıfının; genellikle de onun en yoksul kesimlerinin parçası olmalarıdır. Onların ölümleri, mali aristokrasinin servetini ve ayrıcalıklarını alt sınıflara karşı savunan silahlı insanlar olarak polisin temel toplumsal işlevinin bir sonucudur.
Charlotte’daki cinayeti ve huzursuzluğu, hükümet yetkililerinden ve başkan adaylarından gelen alışıldık siyasi vaazlar izledi.
Cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump, Twitter’da, “Tulsa ile Charlotte’daki durumlar trajik” diye yazdı, ancak o, bu tür durumlarda, polis şiddetine karşı protestoları terörizmden farksız diye suçlayarak daima polisin tarafında yer aldı ve Charlotte’daki kitlesel huzursuzluğun “derhal sona ermesi”ni istedi.
Demokratların başkan adayı Hillary Clinton, Salı günü, Terrence Crutcher’ın öldürücü şekilde vurulmasını “katlanılmaz” ve “kabul edilemez” diye adlandırdığı bir açıklama yayınladı. O, Çarşamba sabahı, Twitter’da, “Keith Lamont Scott. Terence Crutcher. Daha birçok kişi. Bu, sona ermeli. -H.” diye yazdı. Baş savaş kışkırtıcısı ve Wall Street’in adayı olan bir kişiden gelen bu tür kaygı beyanları, Clinton’ın ağzından çıkan her bir yorumda olduğu gibi, inandırıcı değildir ve samimiyetsizdir.
Obama yönetimine gelince; o, trajedilere ve dehşetlere verdiği yanıtları değiştirme yönündeki her çabadan vazgeçmiş gibi görünmektedir. Kendisi de Charlotte’daki polis ve kurban gibi Afrika kökenli Amerikalı olan Başsavcı Loretta Lynch, protestoların “şiddet olaylarına dönüşmesi”ne karşı uyarıda bulundu ve Obama yönetiminin standart sözlerini yineledi: Charlotte’deki olaylar, “en güçlü ve acı verici ifadelerle, bu ulus içinde hala devam eden gerçek bölünmelerin kolluk ile renk toplulukları arasında olduğunu bir kez daha göstermiştir.”
Bu tür açıklamalar, hem polisin hem de vurduğu kişinin aynı “renk topluluğu”ndan olduğu göz önünde bulundurulduğunda, akla hakarettir.
Gerçek şu ki, bu polis cinayeti, Amerikan toplumunda, egemen sınıfı ezici emekçi çoğunluğundan ayıran kan nehrini göstermektedir. Bu nehir, Başkan Obama ve Başsavcı Lynch gibi tepedeki bir avuç ayrıcalıklıdan oluşan tabakayı Keith Scott ile Terrence Crutcher gibi işçi sınıfı insanlarından ayıracak şekilde, sözde “renk toplulukları”nın doğruca arasından geçmektedir.
22 Eylül 2016