Mısır sahte solunun karşı devrimci rolü – II

Sahte solun ihaneti ve onun orta sınıf perspektifi

Sahte solun Mısır’daki sicili bir ihanetler dizisidir. O, sol hatta sosyalist rolü takınırken, sağcı ve faşist güçlerle ittifak içinde, ABD destekli bir cunta diktatörlüğüne demokratik kimlik sağlama peşinde koşmuştur. O, SKYK’nin itibarını sarsmak ve işçi sınıfını devrimci, enternasyonalist bir programla donatmak için siyasi mücadele vermeye karşı çıkmış; bunun yerine, işçi sınıfının cuntayı devirmesi tehlikesine karşı, açıkça ordu yanlısı güçlerle birleşmiştir.

Bu sağcı politikalar, işçilerin ayaklanmasına çok da gizlemedikleri bir korkuyla yaklaşan orta sınıfın hali vakti yerinde tabakalarının bakış açısını yansıtmaktadır. Bu, DS’nin bağlı olduğu Britanya’daki SWP [Sosyalist İşçi Partisi] için Ortadoğu üzerine yazılar yazan Anne Aleksander’ın makalelerinde son derece açık biçimde görülmektedir. O, “Mısır’ın Demokratik Devriminin Gelişen Toplumsal Ruhu” başlıklı yazısında, “ayaklanma sırasında elde edilmiş olan siyasi demokratik kazanımların korunup geliştirilmesi”nin nasıl olacağını sormaktadır. Aleksander, açıkça, aslında sahte solun Mısır’da uyguladığı -sağcı partilerle ve sendika bürokrasisiyle ittifak- yöntemini önermektedir.

Aleksander, işçi sınıfının görevini, demokratik bir dış görünümü korumak için cunta üzerinde siyasi baskının sürdürülmesi olarak görmektedir. O şunları yazıyor: “Askeri önderliğin ve onun sivil müttefiklerinin burjuva demokrasisinin dış görünümünü sağlamlaştırmaya ne ölçüde çalışacağı ve bunun devrim öncesi duruma göre ne ölçüde genişletilmiş bir demokratik alan olacağı sorununu incelemenin yeri burası değil. Elbette, eğer bu yeni siyasi düzenin başlıca mimarları generallerse … bu istikrarlı ‘demokratik’ sistemin sınırları, muhtemelen, öncelikle kitlelerin onu açık tutma mücadelesine ne ölçüde hazırlıklı ve örgütlü olduğuyla belirlenecektir.”

Bu tespit, yanıttan daha çok soru yaratmaktadır. İşçilerin “burjuva demokrasisinin dış görünümü”nden neden memnun olması gerekiyor? Eğer işçiler gerçekten “mücadeleye hazırlıklı ve örgütlü” ise -ki bu Aleksander’ın perspektifi değil- neden SWP onların cuntayı devirmesini ve sosyalist politikaları gerçekleştirmek üzere bir işçi devleti kurmasını istemiyor?

Bu tür öneriler Aleksander’ın ve onun gibi düşünenlerin aklına gelmez. Onlar bütün dikkatlerini “genişletilmiş demokratik alan” beklentisi ve cuntaya övgüler üzerinde yoğunlaştırmış durumdalar. Bu belirsiz formülün taşıdığı anlam her neyse, işçilerin uğruna devrime giriştiği taleplerin yerine getirilmesi değildir. İşçiler, kahramanca bir mücadele örneği sergilemiş olmalarına karşın, hala fena halde düşük ücretlerle çalışıyor ve sömürülüyor; hala cuntanın gerici politikalarını protesto ettiklerinde dövülme ve askeri mahkemelerde yargılanma tehdidi altında bulunuyorlar.

SKYK ya da bir başka baskıcı burjuva rejim altındaki bir “genişletilmiş demokratik alan”, işçi sınıfı için Mısır’da ya da uluslararası düzeyde herhangi bir kazanım değildir. Bununla birlikte, o, sahte sol partilerin adına konuştukları hali vakti yerinde kesimler için belirli kazanımları ifade etmektedir. DS önderliği sağcı partilerle birlikte toplantılara davet ediliyor, Mısır basınına ve uluslararası basına açıklamalar yapıyor ve eşi görülmedik reklam ve gelir kaynaklarına ulaşıyor.

Bay El Hamalavi, makalelerini düzenli olarak Guardian’da yayınlatıyor ve BBC’ye çıkıyor. Amerikan TV kanalı Comedy Central -yeterince uygun olarak[2] – DS’nin incir çekirdeğini doldurmayan Gigi İbrahim’ini “devrimin siması”na dönüştürdü ve o, şimdi, Mısır’ı tartışan haber şovları konusunda Hamalavi’ye katılıyor. Bu rolleri, BBC’nin Britanya hükümeti içindeki patronlarını ya da ABD’deki Comedy Central’ın [Komedi Merkezi] sahibi Viacom şirketini kızdıracak bir şey yapmadıkları sürece, onlara belirli ödüller sağlamaktadır.

“Genişletilmiş demokratik alan”, gerçekte, egemen sınıfın siyasi kriz dönemlerinde, proletaryanın mücadelesini boğmakta hizmetine gereksinim duyulduğunda, orta sınıf sahte soluna sunduğu bir açılımdır. Aleksander’ın korumaya çalıştığı şey budur.

O, işçilerin devlet bürokrasisi ve sağcı güçlerle ittifak yoluyla denetlenmesinde ve onların bu tür ittifakların Marksist eleştirisine karşı aşılanması gerektiğinde ısrar etmektedir.

Mübarek rejimine hizmet etmiş olan ve bürokratları o rejimin içinde önemli mevkileri işgal etmiş olan sendikaları göklere çıkarmaktadır. Aleksander, sendikaların mücadele becerisi “önderliklerinin yapısına ya da iç örgütsel düzenlemelerine değil ama işçilerin mücadeleleriyle olan ilişkilerine ve devrimdeki güçlerin genel dengesine bağlıdır. Demokratik olmayan, bürokrat sendikalar bile, hızla bölgeciliğin sınırlarını paramparça edebilecek olan en sınırlı talepler uğruna mücadeleler için bir fırlatma rampası olabilirler” diye yazıyor.

Bu açıklama, Mısır devriminde yaşananları çarpıtmaktadır. Ocak ayında, Mısır’daki sanayi sendikalarının ezici çoğunluğu, sarı sendika Mısır Sendikalar Federasyonu (ETUF) tarafından denetleniyordu. Proletarya, ETUF aracılığıyla değil ama ona karşı mücadele etti. Gerçekten de, ilk protestolar sırasında, ETUF başkanı Hüseyin Mogaver, sendika görevlilerinden, “bu aralar, işçilerin gösterilere katılımını engellemelerini” ve kendisini işçilerin protestolara katılma girişimleri konusunda 24 saat bilgilendirmelerini talep etmişti.

Aleksander’ın gerici düşüncesinin en önemli noktası, “demokratik olmayan, bürokratik” örgütlerin bile işçi sınıfı için yeterince iyi olduğudur. Bu, onun açıkladığı üzere, DS’nin ve benzeri partilerin kendilerini “bir ölçüde solun girişimleri olan örgütlerle” sınırlamaları gerekmediği anlamına gelir: “Tersine, [bu] öncelikle, kitlelerin olduğu yerde olmak demektir.”

Kaçınılmaz sonuç, DS’nin Müslüman kardeşler ya da Cemaati İslami gibi sağcı gruplarla birlikte (hatta onların içinde) çalışabileceği ve çalışması gerektiğidir. Dahası, Aleksander bu tür ittifakların, sağcı karakterlerinden dolayı maruz kalacakları her türlü Marksist eleştiriden korunması gerektiğinde ısrar ediyor. O, DS’nin “sekterlik virüsünün işçi hareketine bulaşmasına ve örneğin patronların yenilgiye uğratılması için gereksinim duyulan birliğin altını oymasına son vermesini” talep ediyor.

Bu, örtülü bir sansür ve yasaklama çağrısından başka bir şey değildir. Siyasi eleştiri işçi sınıfının grevlerdeki ve gösterilerdeki birliğinin parçalanmasını içermez. Marksist eleştiri, Tantavi’yi yenilgiye uğratmak, cuntayı devirmek ve Mısır’da ve uluslararası düzeyde sosyalizm uğruna mücadele etmek için bir perspektif sunar. Bu, sahte sol partilerin sağcı müttefiklerinin itibarını sarsmak için siyasi bir saldırıyı gerektirir ki Aleksander’ın sözde “sekterliğe” yönelik önleyici saldırısının engellemeye çalıştığı şey budur.

Mısır’daki sahte sol işçi sınıfı içinde sosyalizm ve Marksizm uğruna mücadele eden bir parti inşası perspektifini oybirliğiyle reddetmektedir. DS, üzerinden kapitalizm yanlısı temelde üye toplamayı umduğu İşçilerin Demokratik Partisi’ni (İDP) kurmuş durumda. DS’nin önderi Kemal Halil, İDP’nin sosyalist bir parti olmadığını, çünkü işçilerin “sosyalizmi desteklemeye hazır” olmadığını vurguluyor.

Tagdid’e gelince, o da benzer şekilde “radikalleşmiş işçiler ve sol eğilimli eylemciler küçük bir Leninist, devrimci sosyalist gruba üye olmak istemeyecekler” diye ısrar ediyor.

Tagdid’in önderleri gibi sahte sol eylemciler, Marksist bir partiye katılmak istemediklerini ileri sürdüklerinde doğruyu söylüyorlar. Onların, işçilerin kitle partisi değil ama küçük bir örgüt olacağı için sosyalist bir harekete katılmak istemedikleri biçimindeki açıklamaları ise bir aldatmaca ve siyasi moral bozukluğu tohumları ekme çabasıdır.

İşçi sınıfı, Mübarek’i devirirken, devrimci önlemlere hazır olduğunu göstermiş ve onun siyasi mücadeleye girme istekliliğini küçümseyen “aşırı sol” kronik kötümserliğinin varmış olduğu düzeyi gözler önüne sermiştir. Her ne olursa olsun, gelişmelerin nesnel mantığı işçi sınıfını sosyalizme doğru itmektedir. O, işçi sınıfının yoksulluğa ve diktatörlüğe karşı muhalefetini kapitalizmin toplumsal kısıtlamalar ve savaş dürtüsünü bozguna uğratma uğruna bilinçli bir mücadeleye dönüştürmenin biricik zeminini sağlamaktadır.

Devrimci bir partinin, başta küçük olacağı için yaşayamayacağı biçimindeki iddialara gelince, bu bir eylemsizlik savunusu ya da sınırsız bir oportünizmdir. Şu anda, sahte sol da dahil, Mısır’daki hiçbir parti, özellikle de işçi sınıfı içinde geniş bir yandaş kitlesine sahip değildir. Bir kitle partisi hala kurulmuş değildir ve Tagdid ile DS’nin açıklamaları, yalnızca, onların sosyalist temelde bir kitlesel işçi partisinin inşasına olan düşmanlıklarını göstermektedir.

Aleksander’ın yorumları, sahte solun demokrasi uğruna mücadele ettiği iddialarını paramparça etmektedir. DS’ye ve SWP’ye göre, “demokratik olmayan, bürokratik” örgütler, işçiler için yeterince iyidir. Onlar ayrıca, açıkça, askeri diktatörlüğün Mısır için yeterince iyi olabileceğine inanıyorlar. Onların savunduğu tek hedef, cunta yönetiminin üst orta sınıfa sunduğu kazançlı “genişletilmiş demokratik alan”dır.

Batı emperyalizmi ve Mısır’ın orta sınıf “muhalefeti”

DS gazetecilerinin yeni keşfedilmiş ünlüleri, “genişletilmiş demokratik alan”ın Mısır’ın hali vakti yerindeki orta sınıfına sunduğu fırsatlar bakımından, yalnızca buzdağının tepesidir. Sahte sol işçi sınıfının siyasi olarak boğazlanmasında daha fazla rol aldıkça, Ortadoğu devrimini durdurma konusunda kaygılı Batılı güçler bu toplumsal tabakaya para kaynakları akıtmaktadır. Söz konusu güçler de kendi adlarına, Batı’nın, özellikle de ABD’nin fonlar yaratan avanta trenine binmek için koşturuyorlar.

Bu ittifak Batı emperyalizmi ile Mısırlı orta sınıf “muhalefet”i arasındaki ortak sınıf çıkarları üzerine kuruludur. Her ikisi de, cuntanın demokrasiyi kuracağı yanılsamasını pazarlayarak, işçi sınıfını zapt etmenin ve siyasi olarak devre dışı bırakmanın yolunu arıyor. Emperyalizm bu orta sınıf tabakalarını fazlasıyla ödüllendirmiş -ya da açıkça söylersek, satın almış- durumda.

Bu yüzden, Nisan ayında, Kahire’ye yeni atanan büyükelçi Anne Patterson, Washington’ın “çeşitli sivil toplum kuruluşlarının [STÖ] ülkenin siyasi yaşamına katılmasına yardımcı olmak amacıyla” onlara 105 milyon dolar ayırmış olduğunu ilan etti. Jerusalem Post, ABD makamlarının şimdiden Mısırlı örgütlerden 1.000 tane finansman başvurusu almış olduğunu belirten raporlardan alıntı yaptı.

ABD yanlısı STÖ’lere bu tür kaynaklar sağlanması bir süredir gerçekleşmektedir. Al-Ahram gazetesi, Süveyş Kanalı Üniversitesi profesörlerinden Gamal Zahran’ın Bush yönetiminin ikinci dönemi sırasında (2005-2009) Washington’ın Mısır’a giden fonlarını altyapı yatırımlarından uzaklaştırarak “seçimleri gözlemleme ve insan haklarına ilişkin durumu araştırma alanlarında çalışan sivil toplum örgütlerini güçlendirme”ye yönlendirdiğini belirten sözlerini aktardı.

ABD’den yılda 1,3 milyar dolar mali destek alan Mısır ordusunun, sinik biçimde, Mısır devriminin yabancıların gerçekleştirdiği bir komplo olduğunu iddia etmek için ABD’nin STÖ’lere aktardığı fonlara gönderme yaparak baskıları haklı göstermeye çalıştığı herkes tarafından yeterince biliniyor.

Bu, elbette saçma. Devrimdeki asıl güç, sahte sol partilerin birkaç bin üyesi değil ama milyonlarca işçinin ve gencin mücadelesiydi. Yine de Batı emperyalizmi ile Mısırlı orta sınıf gruplar arasındaki bağlar inkar edilemeyecek kadar açıktı ve ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı’nın (USAID) Mısır şefi Jim Bever 12 Ağustos’ta istifa etmek zorunda kaldı.

Batılı devletler ile Mısır sahte solu arasında -hem mali hem de fiili- önemli bağlantılar olduğu açık. Nitekim, New York Times’a göre, 6 Nisan gençlik hareketinin kimi üyeleri Sırp örgütü Otpor tarafından eğitilmiş. Sırbistan devlet başkanı Slobodan Miloseviç’e karşı 2000 yılında gerçekleşen NATO destekli darbeye yardımcı olan Otpor, Doğu Avrupa’daki “renk devrimleri”nin -başta Gürcistan (2003) ve Ukrayna (2004) olmak üzere batı yanlısı hükümetleri iktidara getiren siyasi darbelerin- örgütleyicilerini eğitmişti.

WikiLeaks tarafından yayımlanan Aralık 2008 tarihli bir ABD gizli yazışması, 6 Nisan hareketinin önderleri ile ABD görevlileri arasında doğrudan bağlar olduğunu doğruluyor. Yazışma, Kahire’deki ABD diplomatlarının, 6 Nisan hareketinin, anlaşıldığı kadarıyla çevresi geniş olan ve Mısır “muhalefeti” üzerine ayrıntılı raporlar veren bir üyesinden brifingler aldığını açığa çıkartıyor. Yazışmada adı kapatılan bu birey, Washington’daki bir “Gençlik Hareketleri İttifakı” zirvesinden dönüyordu ve bu zirve boyunca çeşitli Kongre çalışanlarıyla görüşmeler yapmıştı.

Yazışmaya göre, “[adı kapatılmış] -Wafd, Nasırcılar, Karama ve Tagammu partileri ile Müslüman Kardeşler’i, Kifaya’yı ve Devrimci Sosyalistler’i içeren- çeşitli muhalefet güçlerinin, 2011’de yapılması planlanan başkanlık seçimleri öncesinde güçsüzleştirilmiş bir başkanlığı ve güçlendirilmiş bir başbakanlık ile parlamentoyu kapsayan bir parlamenter demokrasiye geçiş planını destekleme konusunda yazılı olmayan bir anlaşamaya vardıklarını iddia etti. [adı kapatılmış], bu planın yazılı hale getirilemeyecek denli hassas olduğunu ileri sürdü.”

Eğer bu doğruysa, öyle görünüyor ki, sahte sol Mısır ordusunun, Mübarek’in kendisinin yerine oğlu Gamal’i devlet başkanlığına getirme planını -o zamanki çoğu ABD diplomatı gibi- kabul etmeyen bir kesimiyle bir ittifak planlıyordu. DS, Tagammu ve WikiLeaksyazışmalarında adı geçen diğer partiler bu ifşaatlar üzerine hiçbir yorum yapmadı.

ETUF’a bağlı olmayan sözde “bağımsız sendikalar” oluşturmayı planlayan bir diğer sahte sol girişim de Batı emperyalizmi tarafından destekleniyor. ABD dışişleri bakanı Hillary Clinton, 23 Şubat’taki bir basın toplantısında, bunu açıkça doğruladı: “Çok sayıda insanın bildiği gibi, ABD Mısır’da sivil toplumu desteklemiştir. Hükümet sendika örgütlemeyi desteklemekten hoşlanmadığı için, örgütlemeyi desteklemek üzere rejim karşıtı siyasi muhalefet adına bağışlarda bulunduk. Bu yıllar öncesine gidiyor.”

Mayıs ayında, Fransa’daki Yeni Kapitalizm Karşıtı Parti’ye (NPA) bağlı SUD (Dayanışma, Birlik, Demokrasi) sendikasının görevlileri Mısır’a gitti. Onlar “bağımsız” sendikaları desteklediler ve onları örgütlemeye çalışan gruplarla buluştular.

SUD, Mısır’da “bağımsız” sendikalar kurmaya çalışan başlıca STÖ olan Sendika ve İşçi Hizmetleri Merkezi’nin (CTUWS), Avrupa-Magrip sendika ittifakı Oxfam’dan (SUD’yi, İspanyol CGT’yi ve Cezayir’deki SNAPAP sendikalarını kapsıyor), Avrupa Sendikalar Konfederasyonu’ndan ve Amerikan AFL-CIO’dan parasal destek aldığını açıkladı.

Onlar Mısırlı işçilerin yeni sendikalar kurma planlarına aldırmadıklarını keşfettiler. SUD’un raporu, bir iş müfettişi ve Tagdid’in üyesi olan, aynı zamanda yeni sendikalar kurmaya çalışan Fatma Ramadan’dan şu alıntıyı yaptı: “Bizim, üzerinde yükselebileceğimiz bir mirasımız yok; daha kötüsü, işçileri sendikaya sahip olmanın yararı konusunda kuşkulu yapan kötü bir mirasa sahibiz. Onlar, yeni sendikaların eskilerinden nasıl farklı olabileceğini kavramakta zorlanıyorlar.”

Mısırlı işçiler, toplumsal gerçekliği, kapı kapı dolaşarak Washington’ın planlarını işçilere satmaya çalışan sahte solcu SUD bürokratlarından çok daha doğru şekilde kavramaktadırlar.

İşçiler cunta tarafından yönetildiği ve işyerlerinde cuntanın sarı sendikaları ya da cuntanın Washington’daki destekleyicileri tarafından finanse edilen “bağımsız” sendikalar tarafından denetim altında tutuldukları sürece, “yeni” koşullar, işçiler için eskisinden farklı olmayacaktır.

İşçilerin karşı karşıya olduğu kritik görev, cuntayla pazarlık yapmak için yeni sendikalar kurmak değil; cuntayı devirmek ve iktidarı almaktır. Mübarek ve Washington tarafından denetlenen toplumsal yoksunluğa son vermek için gerekli kaynakları sağlayabilecek tek şey, Mısır’ın ve dünya ekonomisinin kaynaklarını çalışanların denetimi altına almaktır.

Alex Lantier ve Johannes Stern

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir