Aralarında TV dizi yapımcılarının, senaryo yazarlarının, Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca’nın, gazetecilerin ve eski polis şeflerinin bulunduğu 31 kişi, bu sabah erken saatlerde (14 Aralık 2014) Terörle Mücadele Şubesi’ne bağlı polisler tarafından gözaltına alındı. Polisin aynı saatlerde gözaltına almak istediği ama gazete çalışanlarının protestosu nedeniyle bunu başaramadığı Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı ise öğle saatlerinde, “canlı yayın”da gözaltına alındı.
Gözaltına alınan 31 kişi, “Türkiye Cumhuriyeti devleti egemenliğini ele geçirmek amacıyla baskı, yıldırma ve tehdit yöntemleri kullanarak örgütsel yapı oluşturarak bu yapılanma altında, iftira, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, belgede sahtecilik” ile suçlanıyor.
Aralarında 150 gazetecinin bulunduğu “Gülen Cemaati”ne yakın 400 kişinin gözaltına alınacağı haberi, ilk kez, “Fuat Avni” adlı twitter hesabında 10 Aralık günü yayımlanmış ve muhalif siyaset ve basın çevrelerinde tepkiyle karşılanmıştı. Bu protestolar çerçevesinde, “Gülen Cemaati”nin yüzlerce sempatizanı, 11 Aralık Perşembe akşamı Zaman gazetesinin önünde toplanırken, ertesi gün İstanbul Çağlayan Adliyesi önünde toplanan bir grup avukat, “Fuat Avni”nin iddiaları ile ilgili bir açıklama yaptı. Yine, Basın Konseyi, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Çağdaş Gazeteciler Derneği adına ayrı ayrı yapılan açıklamalarda, söz konusu operasyon hazırlığı protesto edilmişti.
Bir günde “makul şüphe”
Pazar sabahı “Gülen Cemaati”ne yakın medya organlarına ve eski polis şeflerine karşı başlatılan polis operasyonunun en önemli yanlarından biri, AKP iktidarının otoriter karakterini ve polis devleti yönelimini sergilemedeki pervasızlığıdır. Dahası, bu operasyonun, doğrudan doğruya, sahte bir “paralel devlet” yaygarası kopartan Erdoğan’ın inisiyatifi ile gerçekleştirildiği yönünde son derece güçlü belirtiler söz konusu.
31 kişinin gözaltına alındığı operasyon, kuşkusuz, aylardır planlanmıştı. Bununla birlikte, AKP, olası bir “yargılama kazası” olasılığını ortadan kaldırmak için, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “iç güvenlik paketi” adıyla bilinen en son yasa değişikliğini onaylamasını bekledi. Operasyonun, polis devleti yöneliminde önemli bir adımı oluşturan söz konusu yasa değişikliğinin onaylanmasının hemen ardından gerçekleşmiş olması, yargının bir siyasi iktidar aracı haline geldiğinin son açık kanıtıdır.
“Fuat Avni” adlı twitter hesabında Perşembe günü ifşa edilen operasyon, gelişmeleri yakından izleyen herkes tarafından bekleniyordu. Zira eski müttefik yeni düşman “paralel yapı”ya karşı öncekilerden daha kapsamlı yeni operasyonların yapılacağı, bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından, aylardır dile getiriliyordu.
Özetle, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Hadi Salihoğlu, bir gün önce “yok” dediği tutuklama dalgasını, doğrudan doğruya Erdoğan’ın ve iktidarın inisiyatifi ile başlatabilmiştir.
Bilindiği gibi, Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı ile Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca, “Fuat Avni”nin twitter’da ortaya attığı operasyon iddiasından bir gün sonra, 12 Aralık Cuma günü, İstanbul Adliyesi’ne giderek, Başsavcısı Hadi Salihoğlu’na bu iddiaları sormuş ve “Benim böyle bir dosyadan haberim yok” yanıtını almıştı.
Cuma günü saat 16.30’da Dumanlı ve Karaca hakkında “herhangi bir soruşturma yoktur” şeklinde resmi yazı veren savcının “düşüncesini değiştirmesine” ve operasyonu başlatmasına yol açan şey, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, yasayı, yalnızca bir saat sonra, 17.30’da imzalamış olmasıydı. Bu yasa, kişiler hakkında gözaltı kararı çıkarılabilmesi için, geçtiğimiz Şubat ayında yolsuzluğa bulaşanları korumak için “kuvvetli suç şüphesi” olarak değiştirilen zorunluluğu “makul şüpheye” çeviriyor ve böylece, polise (iktidara) dilediği kişiyi gözaltına alma yetkisi veriyor.
Yasa aynı zamanda, hükümetin tüm muhaliflerinin mal varlıklarına el koymasına imkan tanıyan bir düzenleme içeriyor. Fiilen zaten mevcut olan telekomünikasyon yoluyla izlemenin daha kolay yapılmasına yönelik değişikliğin yanı sıra sanıkların hukuki haklarında da kısıtlamaya gidiliyor.
Majestelerinin yargısı
Bu operasyonun siyasi karakterini ortaya koyan bir diğer etmen, bunda görev alan savcının ve yargıcın mesleki sicilidir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Hadi Salihoğlu, bu makama, 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasının hemen ardından, 16 Ocak 2014’te getirilmişti. Kısa süre içinde, Salihoğlu’nun bu makama getirilmesinin nedeni anlaşıldı: 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasının kapatılması. Salihoğlu, bu dosyaya bakan diğer üç savcının görev yeri değiştirme ve “kendi isteğiyle görevi bırakma” yoluyla tasfiyesinin ardından, bir ay kadar önce, TBMM Soruşturma Komisyonu’na göndermesi için kendisine verilmiş olan dosyaları Meclis’e göndermeden, 17 Aralık soruşturması hakkında takipsizlik kararı verdi. Özetle, Salihoğlu, “majestelerinin savcısı”dır.
Gazeteciler için “Türkiye Cumhuriyeti Devleti egemenliğini ele geçirmek” iddiasıyla arama ve gözaltı kararı veren yargıç da kamuoyuna yabancı değil. Yargıç İslam Çiçek, 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasında Reza Zarrab ile bakan çocuklarını tahliye eden ve iktidarın polislere yönelik operasyonlarında görev alan kişidir. O, aynı zamanda, Facebook’ta Recep Tayyip Erdoğan’a atfen yazdığı “Allah UZUN ömür versin UZUN adam” sözleriyle tanınıyor.
“Gülen Cemaati”ne yakın 31 kişinin Cuma günü, bir saat içinde “makul şüpheli” konumuna getirilmesi ve Pazar sabahı bu iki kişinin “talimatıyla” gözaltına alınması, AKP iktidarının, dünyadaki diğer örneklerine benzer şekilde çıkarttığı yasalar ve kararnameler sayesinde nasıl bir yargı oluşturduğunun açık bir göstergesidir. Bu, siyasi iktidarın talimatları doğrultusunda işleyen bir polis devleti yargısıdır.
Savaş ve diktatörlük yönelimine karşı mücadele
İktidar, 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonundan bu yana geçen bir yıl içinde, sahte bir “paralel devlet” söylemi eşliğinde, “eski dost, yeni düşman” Gülen Hareketi’ne karşı kapsamlı bir saldırı başlatmış durumda. AKP ve Erdoğan, eski “darbeciler” de dahil yeni müttefikler edindiği bu süreçte, bürokrasi ve sivil toplum kuruluşları üzerindeki egemenliğini sağlamlaştırırken, polis devletinin inşası yönünde önemli adımlar atmış durumda.
AKP’nin “paralel devlete karşı mücadele” örtüsü altında yasama ve yürütme alanlarında bir yıldır sürdürdüğü operasyonlar, “Gülen Cemaati” ile iktidar içi bir hesaplaşmanın ifadesi olmakla birlikte, kesinlikle bununla sınırlı değildir. Asıl amaç, bir bütün olarak toplumsal muhalefeti yıldırmak ve sindirmektir (ayrıca bkz. İktidar bloğunda parçalanma; “Gülen Hareketi” ile iktidar arasındaki kopuşun ekonomik temelleri; Yağmaya ve baskılara yalnızca işçi sınıfı son verebilir; Polis devleti yönelimi ve burjuva muhalefet).
Emekçi kitleleri kalıcı bir işsizliğe ve yoksulluğa mahkum etmiş olan AKP iktidarı, artan toplumsal eşitsizliğe yönelik toplumsal hoşnutsuzluğun farkındadır ve onun elinde, derin bir ekonomik krizin ortasında, olası bir toplumsal patlamanın önünü kesmek için başvurabileceği pek fazla araç bulunmuyor.
Geniş emekçi kitleleri “avutabilecek” bütün ekonomik ve siyasi “havuç”larını tüketmiş olan AKP iktidarı, sahte bir “barış” ve “demokrasi” söylemi eşliğinde, giderek daha fazla “sopa” politikasına başvurmak zorundadır. AKP’nin temel yönelimi, “MİT yasası”nın ardından, en son, TMMOB’nin bakanlığa bağlanarak etkisizleştirilmesi girişiminde ve yeni “iç güvenlik paketi”nde de gördüğümüz üzere, “barış ve demokrasi” değil; polis devleti inşasının hızlandırılmasıdır.
İktidarın polis devletini inşa yönelimi, onun Ortadoğu’daki savaşçı, militarist çizgisinden bağımsız değildir. Her fırsatta vurguladığımız gibi, derin ekonomik kriz ve devasa toplumsal eşitsizlik koşullarında, uluslararası ve ulusal düzeylerde barıştan ve demokrasiden söz etmek mümkün değildir; egemen sınıfın dış politikadaki savaş yönelimine, içeride açık diktatörlük tehlikesi eşlik etmek zorundadır. AKP’nin tüm adımları, dünya çapında ilerleyen ve en “demokratik” olduğu iddia edilenler de dahil bütün burjuva hükümetlerin uygulamalarıyla paralel şekilde, polis devleti ve diktatörlük inşasının bir parçasıdır.
İktidarın son operasyon girişimi, aynı önceki uygulamaları gibi, Türkiyeli egemen sınıfların, kapitalizmin 2008 küresel mali krizi ile hız kazanan çöküşüne verdiği “savaş ve diktatörlük” yanıtının bir parçasıdır. Bu saldırının görünen hedefinin “Gülen Cemaati” olduğu doğrudur ama bu, onun, asıl olarak işçi sınıfını hedefleyen çok daha kapsamlı bir stratejinin parçası olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. 17 Aralık’tan çok daha önce başlayan ve “paralel yapı” bahanesiyle büyük bir hız kazanan polis devleti ve diktatörlük inşası yönelimi, yine bu bahaneyle meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır.
İşçi sınıfı ve gençlik, artan işsizliğe, yoksulluğa, toplumsal eşitsizliğe ve baskılara başarıyla karşı koyabilmek için, iktidarın sözde “paralel devlet ile mücadele” adı altında demokratik haklara karşı sürdürdüğü saldırılara cepheden karşı çıkmak zorundadır.
Öte yandan, AKP iktidarının militarizm ve polis devleti inşası yönelimine karşı mücadelenin, egemen sınıfın farklı hizipleri arasında sürmekte olan kavganın taraflarından birine yedeklenmeden sürdürülmesi gerekmektedir. Ne eski müttefikleri “Gülen Cemaati”, ne de iktidarın bu saldırısının hedefi olabilecek diğer burjuva muhalefet grupları dünya çapında bir eğilim olan bu saldırılara tutarlı bir şekilde karşı çıkabilir. Kapitalizmin ve burjuva egemenliğinin korunmasından yana olan her eğilim bugün gelinen noktanın sorumluluğunu taşımaktadır.
Demokrasi, kapitalizm ile bağdaşmamaktadır; bir bütün olarak dünyayı felakete sürükleyen kapitalizm altında insanlığı bekleyen şey demokrasi ve özgürlük değil, polis devleti, diktatörlük ve savaşlardır. Yalnızca işçi sınıfının, AKP’nin baskıcı, gerici politikalarına karşı bağımsız uluslararası sosyalist bir perspektif ve program temelindeki seferberliği bu mücadeleyi başarıya ulaştırabilir.