Libya’daki ABD-NATO savaşının bitmesinden iki yıl sonra

Bugün (31 Ekim 2013), Libya’da rejim değişikliği için girişilen ABD-NATO savaşının resmen sona ermesinin ikinci yılına işaret ediyor. Bu ikinci yıldönümünün Washington’da, Batı Avrupa başkentlerinde ya da bizzat Libya’da tantanalı biçimde kutlanması uzak bir ihtimal.

Yaklaşık 8 ay süren savaş, Albay Muammer Kaddafi yönetiminin alaşağı edilmesi hedefine ulaştı. Kaddafi’nin NATO destekli bir “asiler” güruhu tarafından öldürülmesi, Başkan Barack Obama’nın, Beyaz Saray’ın Gül Bahçesi’nden, bu tüyler ürpertici olayın “yeni ve demokratik bir Libya”nın gelişine işaret ettiğini açıklamasına yol açmıştı.

İki yıl sonra, ortada böyle bir Libya’nın belirtisi yok. ABD ordusu ile onun Avrupalı müttefikleri tarafından bombalanmış olan ülke, oldukça ilerlemiş bir parçalanma durumunda. Pazartesi günü, ülkenin ihracat gelirlerinin neredeyse tamamını ve gayrisafi yurt içi hasılasının yarısından fazlasını oluşturan petrol üretiminin, savaş öncesi düzeyin onda birinden azına denk düşecek şekilde, günde 90.000 varile düştüğü açıklandı.

Büyük tesisler silahlı milisler tarafından ele geçirilmiş durumda. Libya’nın doğusunda, bu milisler, ülkenin -faşist İtalya’nın sömürge yönetiminde korunan üç bölgesel valiliğe (Sirenayka, Trablusgarp ve Fezzan) bölünmesini savunuyorlar.

En iyi tahminlere göre, Libya hükümeti tarafından silahlandırılan ve maaş ödenen ama tam bir fütursuzlukla İslamcı bölgesel savaş ağalarının emri altında faaliyet gösteren yaklaşık 250.000 milis var. Bu savaş ağaları, ülkedeki asıl iktidarı oluşturuyorlar.

Bu milisler arasındaki çatışmalar, hükümete yönelik saldırılar ve hükümet yetkililerinin öldürülmesi sıradan olaylar. Bu ayın başlarında, El Kaide casusu olduğu iddia edilen Ebu Anas el-Libay’ın ABD Özel Harekat birlikleri tarafından 5 Ekim’de kaçırılmasını protesto eden bir İslamcı milis, bizzat Libya Başbakanı Ali Zeydan’ı kaçırdı.

Binlerce Libyalı ve Sahra-altı Afrikalı göçmen işçi, milislerin denetimindeki geçici hapishanelerde hücrelerde tutuluyor, işkence görüyor ve öldürülüyor.

Gerçek işsizlik oranının yüzde 30’un üzerinde olduğu tahmin edilen bu petrol zengini ülkedeki kitlelerin içinde bulunduğu koşullar son derece kötü. Çoğu önceki yönetimi destekleyen bir milyon insan ülke içinde yerinden edilmiş durumda.

Savaşın sona ermesinden iki yıl sonra kaosun devam etmesi, o savaşın karakterini yansıtmaktadır.

ABD ve onun başlıca NATO müttefikleri Fransa ile Britanya, bu savaşı, yalnızca masum insanları korumak üzere tasarlanmış insani bir müdahale olduğu bahanesiyle başlatmışlardı. NATO güçleri, derhal müdahale edilmemesi durumunda hükümetin ülkenin doğusundaki Bingazi kentinde isyancı halkı katletmesinin an meselesi olduğu biçimindeki doğrulanmamış iddialar temelinde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne, kendilerine bir uçuşa yasak bölge dayatma ve sivilleri korumak için “gerekli bütün önlemleri alma” yetkisi veren 1973 sayılı kararı kabul ettirdiler.

Bu, tahminen 50.000 Libyalı sivili öldüren ve bir o kadarını yaralayan emperyalist bir saldırı savaşına sözde yasal bir kılıf işlevi gördü. Bu savaşın insanların hayatlarını kurtarmakla hiçbir ilişkisi yoktu. O, yeni-sömürgeci bir yağma savaşıydı; başlıca amacı, Kaddafi yönetimini devirmek ve onun yerine daha uysal bir kuklayı geçirmekti.

Washington ile müttefikleri, bu savaşı, büyük ölçüde, Libya’nın batı sınırındaki Tunus’ta ve doğu sınırındaki Mısır’da Batı destekli rejimlere karşı işçi sınıfının gerçekleştirdiği kitlesel ayaklanmalara stratejik bir yanıt olarak başlattılar. Amaç, devrimin yayılmasını durdurmak ve ABD’nin ve Batı Avrupa’nın Çin ile Rusya’nın ekonomik ve siyasi etkisinin yerini alıp Libya’nın enerji kaynakları üzerinde daha doğrudan etki sahibi olurken, bölgedeki hegemonyasını yeniden tesis etmekti.

En önemlisi, hem Avrupa’daki hem de ABD’deki bütün sahte-sol güçlerin, emperyalist devletlerin savaşın yeni-sömürgeci karakterini gizleme çabasına yardımcı olmasıydı.

Fransa’daki Yeni Anti-Kapitalist Parti (NPA), Britanya’daki Sosyalist İşçi Partisi ve ABD’deki Uluslararası Sosyalist Örgüt dahil olmak üzere bu unsurlar, Libya’ya karşı savaşı yalnızca “insani amaçlı” bir müdahale değil ama bizzat Libyalılar’ın gerçekleştirdiği bir “devrim” olarak sundular.

Bu unsurlar, Libya’nın şimdiki durumu ile ilgili olarak susuyorlar ve bunda da haksız sayılmazlar. [Zira] ülkenin rakip milis savaş ağalarının derebeyliklerine parçalanması, ekonomisinin felç olması ve halkının yoksulluğu; bütün bunlar, onların 2011’de Libya’da destekledikleri şeyin bir “devrim” değil ama emperyalist yağmalama olduğunun kanıtıdır.

Libya’da iktidara yerleştirilen yönetim herhangi bir otoriteye sahip değil. Çünkü o, sahip olduğu makamı kitlesel bir ayaklanmaya değil ama çoğu ABD’li, Britanyalı, Fransız ve Katarlı özel kuvvet istihbarat subaylarının yönetimi altında NATO’nun kara birlikleri işlevini gören ve El Kaide bağlantılı olan İslamcı milis güçlerinin faaliyetleriyle tamamlanan aralıksız bir NATO bombardımanına borçludur.

Libya’daki savaştan iki yıl sonra, bir kez daha CIA’in, Suudi Arabistan’ın, Katar’ın ve Türkiye’nin entrikalarını, El Kaide önderliğindeki milislerin mezhepsel vahşeti ile birlikte bir “devrim” olarak göklere çıkaran aynı sahte-sol tabaka, Suriye’de rejim değişikliğine yönelik emperyalist müdahaleyi desteklemeye devam ediyor.

Bu gruplar, söz konusu savaşlardan, kendi hükümetleri ve egemen seçkinleri ile her zamankinden sıkı ilişkilerini sağlamlaştırmak için yararlanıyorlar. Onların -özünde CIA’in ve Obama yönetiminin politikalarından ayırt edilemeyen- politikaları, emperyalizm için seçim çevresi haline gelmiş olan ayrıcalıklı üst-orta sınıf tabakasının çıkarlarını yansıtmaktadır.

ABD-NATO savaşı Kaddafi’yi devirip öldürmekte başarılı olur ve Libya’nın büyük kesimini bir enkaz haline getirirken, ülkenin petrol zenginliğini yağmalama ve onu bölgedeki ABD hegemonyası için bir platforma dönüştürme biçimindeki emperyalist hedefler, gerçekleştirilmiş olmaktan uzak.

Washington Post’un, ABD egemen çevreleri ve Washington’ın istihbarat örgütleri içindeki derin kaygıları yansıtan köşe yazarı David Ignatius, geçen hafta, Libya’nın “Amerika’nın Ortadoğu’daki etkisinin neden gerilemiş olduğunu gösteren örnek bir olay”ı ifade ettiğini yazdı. O, Obama yönetimini, “geçtiğimiz iki yıl boyunca, ülkenin anarşiye sürüklenmesini sınırlayabilecek adımları” atamamış olmakla suçladı.

Bu arada, Amerikan birliklerinin çekilmesinden iki yıl sonra, Irak’ın, ABD işgali sırasında ulaşılmış rekor düzeylere yaklaşan ölü sayısıyla iç savaşa sürükleniyor. Suriye’de, Obama yönetimi, hem içeride hem de dışarıda, mali oligarşinin çıkarları uğruna yalanlar temelinde girişilmiş önceki savaşlara olan büyük düşmanlık eliyle harekete geçirilmiş bunaltıcı halk muhalefeti karşısında, ABD ordusunun doğrudan kullanımından vazgeçmek zorunda kaldı.

Bu kriz, Washington’ın Suriye’deki savaş programını engellerken, son tahlilde, her zamankinden daha yıkıcı yangınları azaltmamakta; onların gerçekleşmesini daha da muhtemel kılmaktadır. Bu tehlikeye, işçi sınıfı üzerinde yükselen ve savaşların ve militarizmin kaynağı olan kapitalist kar sistemine karşı yeni bir kitlesel savaş karşıtı hareketin inşası yoluyla yanıt verilmesi gerekiyor.

31 Ekim 2013

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir