26 Temmuz günü, Bursa’nın İnegöl ilçesinde minibüs şoförü bir Kürt gencinin MHP’liler tarafından dövülmesiyle başlayan ve bıçaklı yaralamayla sonuçlanan kavga, faşistlerin kışkırtmasıyla, kısa süre içinde Kürtlere yönelik bir pogrom girişimine dönüştü. Yüzlerce faşist, gözaltına alınan Kürtleri linç etmek amacıyla önce emniyet müdürlüğünün önünde toplandı. Polis, “İnegöl’de PKK istemiyoruz”, “PKK’lıları bize verin” sloganları atan güruhu dağıtmaya çalışırken, aralarında polise ait olanların da yer aldığı çok sayıda araç ateşe verildi. Emniyet amirliğinin önünde bunlar yaşanırken, bir grup faşist de Kürtlere ait ev ve işyerlerini tahrip etmeye başladı. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Huzur Mahallesi’ne yürüyen faşist grup, polisin müdahalesiyle zar zor dağıtılırken, Bursa Valisi Şehabettin Harput, “işin ilginç yanı, bu eylemi yapanlar vatanını milletini seven insanlar. Ama devletin polisine, karakoluna, belediyesine saldırdılar” diyebiliyordu. (27 Temmuz tarihli Taraf Gazetesi).
Daha bu olayın etkisi geçmeden, benzeri bir pogrom girişimi, Hatay’ın Dörtyol ilçesinde gerçekleşti. Faşistlerin bahanesi, bu kez, 26 Temmuz akşamı Hatay Dörtyol’da 4 polisin ölümüyle sonuçlanan PKK saldırısıydı. İlçe merkezinde toplanan ve Kürt düşmanı ırkçı sloganlar atan bir grup faşist, önce bir başka nedenle göz altında bulunan üç Kürt’ün kendilerine teslim edilmesini istedi. Jandarmanın ve polisin müdahalesiyle dağıtılan grup, bunun ardından BDP ilçe binasını ve Kürtlere ait bazı işyerlerini ateşe vermeye başladı. ‘Askere uzanan eller kırılsın’, ‘Şehitler ölmez vatan bölünmez’ sloganları eşliğinde gruplara ayrılan faşist güruh, önce BDP ilçe binasını ateşe verdi. Ardından, camiden çıkanların da katıldığı faşistler, Kürtlere ait ev ve işyerlerine yöneldiler ve onlarcasını yaktılar. Faşist güruh, askeri birliklerin ve polisin müdahalesi sonucunda, saatler sonra dağıtılabildi.
Dörtyol’un MHP’li belediye başkanının bu açık pogrom girişimine tepkisi, ilçenin her yerini Türk bayraklarıyla donatmak oldu. Faşist belediye başkanı ile evlerini ve işyerlerini bayraklarla donatarak ona eşlik eden “duyarlı vatandaşlar” böylece, Kürtler’e şu lanet olası mesajı verdiler: “Bu yalnızca bir uyarıydı. Ayağınızı denk alın, Kürtlüğünüzü unutun ve biz Türklerin mutlak egemenliğini kabullenin!” Belediye başkanının ve diğer faşistlerin bu “duyarlılığı” Dörtyol Kaymakamı Hayri Sandıkçı tarafından da paylaşıldı. Topluca linç edilmek istenen Kürtlerin içinde bulunduğu durum hakkında tek laf etmeyen Sandıkçı, “bu alçakça saldırılarına [PKK’nin polis otosuna yönelik saldırısını kastediyor] devam ede dursunlar …biz toplum olarak, devlet olarak dimdik duruyoruz” dedi.
30 Temmuz Perşembe günü ise ilçede çıkan olaylarda zarar gören Kürt vatandaşların yanında olacaklarını, onlara destek vereceklerini söyleyerek Diyarbakır’dan yola çıkan, Genel Başkan Selahattin Demirtaş başkanlığındaki BDP heyetinin kente girişine Hatay Valiliği’nce “telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğurabileceği” gerekçesiyle izin verilmedi. Diyarbakır ve diğer illerden gelen BDP’lileri “güvenlik” nedeni ile ilçeye sokmayan valilik, Alpaslan Türkeş Parkı’nda öğlen saatlerinde toplanmış olan 500 kişilik faşist grubunu ise –herhalde telafisi mümkün olduğundan!!!- dağıtmadan yürüyüşe geçmesine izin verdi. Türk bayrakları taşıyan, ellerinde taşlar ve sopalar bulunan faşistler, Kürtlerin yaşadığı Yeşilbağ Mahallesi Mezbahane mevkiine doğru giderken, burada bulunan karşıt grup da, faşistlere karşı yürüyüşe geçti. Her iki grubun karşılaşması faşistlerin saatlerce önce toplanıp yürüyüşüne ses çıkartmayan valilik ve polislerin girişimlerinden çok BDP’nin Hatay il yöneticilerinin çabasıyla engellendi. İlçede faşistler küçük gruplar halinde Kürt düşmanı gösterilerini sürdürürken, Kürtler de faşist pogrom girişimini protesto ediyorlar.
Bursa-İnegöl ve Hatay-Dörtyol’da yaşanan faşist saldırıların yol açtığı gerilim sürerken, Kürtler’e yönelik bir başka provokasyon girişimi de Erzurum’da gerçekleşti. Faşistler, Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen ve aralarında Iğdır Belediye Başkanı Mehmet Nuri Güneş’in de bulunduğu 11’i tutuklu, 30 sanığın yargılandığı Iğdır – KCK davanın duruşması öncesinde BDP konvoyuna taşlarla saldırdı.
Kürtlere yönelik pogrom girişimleri ve BDP’yi hedef alan faşist saldırılar, burjuva basının ve burjuva politikacıların bugüne kadar yutturmaya çalıştığı gibi kendini bilmez kişilerin yol açtığı münferit olaylar değildir. Kürtlere yönelik saldırılar, yine burjuva medyasının yansıttığı gibi, “sade vatandaşın terör karşısında artan duyarlılığının” ifadesi de değildir. Gerek Türklerin gerekse Kürtlerin “milliyetçi duyarlılıklarının” burjuva ve küçük burjuva politikacılar eliyle fazlasıyla kışkırtıldığı bir süreçten geçtiğimiz ortada. Bu süreçteki başrolü, kuşkusuz Türk burjuva politikacıları ve medyası oynuyor. Bir grup faşistin önderliğinde açıkça Kürtleri linç etmeye kalkışan Türkler söz konusu olduğunda “halkın tepkisi” ve “bir grup vatandaş” gibi tanımlamalar kullanan Türk politikacıları ve medyası, en sıradan demokratik taleplerle gösteri yapan Kürtleri “bölücü grup”, “PKK yanlısı” ya da “terörist” olarak tanımlamaktadır.
Kürtleri aşağılamanın hızla sıradanlaştığı; kendi etnik – kültürel kimliğiyle ve Türklerle her düzeyde eşit biçimde yaşamak isteyen Kürtlerin açıkça suçlu ilan edildiği Türkiye’de, Türk şovenizmini ve Kürt düşmanlığını körüklemek suç değildir. Bunun başlıca sorumlusu burjuva politikacıları ve burjuva medyasıdır. Onların ardında kimlerin olduğunu görmek isterseniz, bulacağınız tek şey, sermayenin şu ya da bu kesimi olacaktır.
Bugün, İnegöl ve Dörtyol’daki olaylardan sonra her yıl Ege’de tütün tarlalarından Karadeniz’de fındık bahçelerine, Çukurova’dan büyük şehirlere kadar uzanan geniş bir bölgede başta Kürtler olmak üzere Romanlara, gayri Müslimlere karşı yapılan saldırıların arkasında “medeniyetler ittifakına” rağmen küresel krizin, işçi ve emekçiler üzerinde yarattığı travmayı görmek zor değil. Bu travma, bilindiği üzere geçtiğimiz dönem bir çok şehirde Kürtlere karşı lince dönüşürken Kürtlerin olmadığı illerde hedef olarak seçilen gayri Müslim din adamların öldürülmesiyle sonuçlandı.
Son dönemde küreselleşmeye karşı ortaya çıkan ulusalcı-milliyetçi reflekslerin küresel krizle birleşen bu tepkiselliği, Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler, PKK’nin bölgede artan eylemleri, yaklaşan referandum gibi gelişmelerle birleştiğinde Kürtlere yönelik saldırıların artacağı tespiti kimse için sır değil. Böylesi saldırıların ve olası çatışmaların, farklı ulustan işçilerin birbirlerini boğazladığı kitlesel kıyımlara dönüşebileceği fikri bu coğrafyada yaşayanlar için kabul edilebilir bir gerçeklik. Bunun en yakın örneği geçtiğimiz haziran ayında Kırgızistan’da Özbeklerle Kırgızlar arasında karşımıza çıktı. Benzer şekilde Osetlerle Gürcüler, Azeriler ve Ermeniler arasında karşımıza çıkan bu çatışmalar burjuvazinin Ortadoğu Kafkasya ve Asya’daki emperyal hedeflerinin birer parçası olmanın ötesine geçemeyeceklerdir.
Marksistler ulusal burjuvazinin emperyalizmin bir kanadına yaslanarak ilan etmeye çalıştığı “kendi kaderlerini tayin haklarının” arkasına takılmadan proleter enternasyonalizmi ve sosyalizm hedefini ortaya koyarlar. Her fırsatta farklı kimliklerin ve tüm insanlığın yaşamın tüm alanlarında tam eşitliğini savunurken diğer yandan da sınıfsal birliğe ve enternasyonalizme vurgu yaparlar. Emperyalizmin dünyanın birçok bölgesinde ortaya koymaya çalıştığı bu oyun ancak farklı uluslardan işçi ve emekçilerin sosyalist dünya devriminin bayrağı altında bir araya gelmesiyle bozulacaktır. Türkler ile Kürtler arasında gerçek dostluğu kuracak tek güç de sosyalizm perspektifine sahip işçi sınıfıdır.