Komünist Enternasyonal’de (Komintern) Troçki önderliğindeki Muhalefet 1927 yılında bütünüyle tasfiye edilmiş, üyeleri çeşitli yerlere sürgüne gönderilmişlerdi. 1923 yılından itibaren, partiyi ve işçi iktidarını ele geçiren bürokrasi, 1927’de Muhalefet’i tasfiye ederek örgütsel; ardından da, Buharin ve Stalin tarafından kaleme alınan ‘Tek Ülkede Sosyalizm’ programını Dünya Partisi’nin programı haline getirerek politik ve programatik olarak Komintern’i tamamen ele geçirmiş oldu. 1928’de yapılacak olan VI. Kongre’den iki hafta önce sunulan program taslağı, Alma Ata’da sürgünde bulunan Troçki tarafından bu kısıtlı süre içerisinde kapsamlı bir eleştiriye tabii tutuldu (Böyle bir eleştiri başka hiçbir üye tarafından yapılmadığı gibi, Troçki’nin gönderdiği metnin üyelere dağıtılması engellenmiş, sonuç olarak Tek Ülkede Sosyalizm programı birkaç ufak değişiklikle kabul edilmişti).
Yazımızda, Troçki’nin bu kapsamlı eleştirisinin küçük –ama önemli- bir kısmına değineceğiz. Troçki’nin çarpıcı bir biçimde ortaya koyduğu Marksist önderlik ve devrimci strateji konusuna elimizden geldiğince değineceğimiz bu yazının amacı, bugün bu topraklarda Marksist ve sosyalist olduğunu iddia eden siyasi grupların bu perspektiften ne kadar uzak olduklarını göstermekle sınırlı değil, aynı zamanda, bir eylem kılavuzu olan Marksizm’in -unutulmaya yüz tutmuş- temel noktalarının –bir kez daha- hatırlanması.
‘Emperyalist Çağda Strateji ve Taktikler’ başlığını taşıyan kitabın ikinci bölümünde Troçki, program taslağında strateji konusuna bir bölüm ayrılmasının niyet olarak oldukça doğru olduğunu belirtir. Komintern’in ilk on yılının yalnızca büyük mücadelelerle değil, ağır yenilgilerle de geçtiğini, tam da bu yüzden devrimci strateji sorununun programın merkezini oluşturmasını gerektiğini belirterek, taslak programı eleştirir. Öyle ki, bu bölüm programın en zayıf noktasıdır.
Ekim devriminin ardından yaşanan mücadeleler ve yenilgiler (Finlandiya, Almanya, Avusturya, Macaristan, İtalya Eylül günleri ve yeniden Almanya, İngiltere genel grevi vd.) taslakta yalnızca kronolojik sıralama içerisinde yer almakla kalmayıp, strateji bölümünde değil de, ‘Kapitalizmin Genel Krizi ve Dünya Devriminin Gelişmesinin Birinci Evresi’ni konu alan bölümde, yani yalnızca kapitalizmin genel krizinin nesnel sonuçları olarak ele alınmıştır. Hem mücadeleler, hem de yenilgiler kapitalizmin krizinin nesnel sonuçları olarak kavrandığında, siyasi önderliğin rolü tamamen göz ardı edilmiş olur. Taslak yazarları tarafından burada amaçlanan da zaten buydu.
Troçki, Lenin’e atıfla bir programın yalnızca kazanılanlar üzerinden değil, kazanca dönüştürülebilecek yenilgiler üzerinden de şekillenmesi gerektiğini vurgular ve ardından şunu ekler: “Proleter öncünün bir gerçekler kataloğuna değil, eylem kılavuzuna ihtiyacı vardır.” (Komintern Program Taslağının Eleştirisi, Lev Troçki, Tarih Bilinci yay. s.70)
Troçki, programın yazıldığı çağı, kapitalizmin aşılmaz engel ve çelişkilerle yüz yüze olduğu bir çağ olarak ifade eder. Emperyalist çağa, devrimci karakterini, devrime de süreklilik karakterini verenin bu olduğunu vurgular. Ancak bu, elbette istenildiği anda devrimin yapılabileceği ve iktidarın alınabileceği anlamına gelmez. Kapitalizmin büyük çalkantılarından ve yarattığı altüst oluşlardan komünist önderliğin yararlanmasına bağlıdır bu. Çünkü verili durum, karşı devrimi de doğurabilecek, faşist iktidarlara yol açabilecek, aynı zamanda ılımlı (sosyal-demokrat) rejimlere evrilebilecek bir zemindir. İşte bu kaygan zemini, işçi sınıfı lehine çevirebilecek özne uluslararası komünist önderliktir.
Komünist önderliğin önemi, kendisini kritik durum geldiğinde gösterir. Uygun zamanın kaçırılması, durumu tamamen tersine çevirir. Troçki, bunun, yaşanan son deneyimlerde -Ekim devrimi dışında- tümüyle doğrulandığını ve devrimin yenilgisine yol açtığını belirtir. Lenin’in “iki ya da üç günün uluslararası devrimin kaderini belirleyebileceği” sözünü vurgular.
Kapitalizmin büyüme dönemlerinde, öznel öğenin (partinin) ikincil bir rol oynayacağına vurgu yapan Troçki, maddi koşullar olgunlaştığında artık gidişatın öznel öğeye bağlı olduğunu belirtir. Kırılma dönemleri politik önderliğin öneminin devasa arttığı ve belirleyici olduğu dönemlerdir. Ancak, böylesi dönemlere hazırlıksız yakalanan parti önderliği nedeniyle bir proleter devrim yenilgiye uğrayabilir.
Tam da bu noktada, Lenin’in zamanında Rusya’ya dönmemiş olması durumunda Ekim devriminin gerçekleşme ihtimalini soran Troçki, Lenin’siz önderliğin devrime karşı direngenliğini vurgular -ki Lenin’in bunu kırması oldukça büyük bir siyasi kapışmayla olmuştur. Sonuç olarak şu bir gerçektir ki, Lenin’siz önderlik tamamen farklı bir düzlemdeydi, beklemekten yanaydı ve devrim –işçi kitlelerinin basıncına rağmen- olanaksızdı.
III. Dünya Kongresi’ndeki Kırılma
III. Kongredeki kırılma Buharin’in başını çektiği aşırı sol kanat nedeniyle ortaya çıktı. Almanya’da 1921 Mart günlerinde, herhangi bir devrimci durum ve kitlesel hareket olmayan bir ortamda Alman Komünist Partisi’nin (AKP) silahlı ayaklanma çağrısı yapması ve ardından kongrede Buharin’le birlikte tüm aşırı sol kanat üyelerin bunu desteklemesi sonucu kongrede bir kamplaşma ortaya çıktı. Devrimci kabarmanın geri çekildiği bir dönemde, “Rus devrimine yardım etmek” amacıyla yapıldığı iddia edilen ve yalnızca sınırlı sayıda AKP üyesinin katıldığı silahlı kalkışma tam bir maceracılık örneğiydi. Alman parti önderliği yenilginin ardından dahi bu eylemlerin sürdürüleceğini, bu kalkışmaların işçi sınıfını hareketlendirerek en sonunda kapitalizmi yıkacağını ileri sürüyordu.* Ancak sonuçları hiç de hayal edildiği gibi olmadı.
Asıl olarak Macar komünist Lukacs ve Alman Thalheimer’ın ürettiği bu “devrimci hücum” teorisi, 1919 yenilgisinin ve Rus devriminde partinin rolünü tamamıyla yanlış anlamanın bir sonucuydu. “Devrim hareketinin durgunlaşması istenmiyorsa, AKP’nin hücuma kalkması şarttır. Hücum şu demektir: proleter kitleleri ataletten uyandırmak, eylem aracılığıyla onları Menşevik liderlerden çekip almak…” (Georg Lukacs, Political Writings, s. 104) diyordu Lukacs 1921 Martı öncesinde. “Devrimci hücum”un sonuçlarının, teorisyenlerinin umduğunun tam zıddı sonuçlar vermesi (4 bin komünist hapsedildi, AKP 350 bin olan üyesinin yarısını “hücum”dan birkaç hafta sonra yitirdi ve kitlelerin güveninin büyük ölçüde yitirdi) III. Kongredeki kamplaşmayı hazırlamıştı.
Marksizm’le hiçbir alakası olmayan bu darbeci yöntem aynı zamanda işçi sınıfına ve komünizm davasına da zarar veriyordu. Bu sorunu ele alan III. kongrede Lenin, eğer sol kanadın tezleri üstün gelirse kongreyi bölünmeyle tehdit etti. Troçki de bunu destekledi. Ve ardından, birleşik cephe politikasını ileri süren “Kitlelere!” sloganı kabul edilerek “solcular” yenilgiye uğratıldı.
Komintern’in III. kongresinde kabul edilen “Kitlelere” sloganı Leninist tutumun bir özetiydi. Bu aynı zamanda “İktidarın yolu kitlelerin kazanılmasından geçer” şeklindeydi. Devrimlerin yenilgisi ve kapitalizmin geçici zaferinin ardından, komünist önderliğin yapması gereken, bir sonraki devrimci durum için hazırlık yapmaktı. Bunun da yolu kitleleri kazanmaktan geçiyordu. Bu karara rağmen 1924 yılında Estonya’da Komünist Parti bir darbe girişiminde bulundu. Kalkışma kısa sürede bastırıldı. Daha sonrada 1927’de Kanton’da (Çin) ortaya çıkacak bu eğilim, Komintern önderliğinin yalpalamacı tutumunun doğal sonucuydu. İşçi sınıfından yalıtık bir şekilde ve “işçi sınıfını kurtarmak” için girişilen bu maceracı eylemler, sınıfa kurtuluş bir yana zarar getiriyordu. Kalkışmaların bastırılmasının ardından, burjuvazi tarafından işçi sınıfına ve onun partisine karşı terör estirmek için verilen bir koza dönüşüyordu bu eylemler.
1923 Almanya Olayları
1923 Almanya olayları, yalnızca dünya devriminin kaderi için değil, aynı zamanda Sovyetler Birliği ve Komintern için de bir dönüm noktasıydı. Öyle ki, 1923 yenilgisi sonrası, Rusya’nın yalıtılmışlığı sonucu bürokrasinin gelişimi, iktidarı gaspı ve Komintern’de Stalinizmin egemenliği önlenemez bir karakter kazandı.
1923 başında Ruhr’un Fransız birliklerince işgali, son yıllarda büyük altüst oluşlara sahne olan Almanya’da devrimci sonuçlara yol açabilecek bir tetiklemeydi. Ancak Komintern önderliği bunu zamanında dikkate almadı. Siyasi önderliğin zamanlamasının büyük önemi konusunda Troçki şunları söyler: “… ani dönemlerle belirlenen çağımızda, devrimci bir önderlik için en büyük güçlük, ani fırsatı yakalayıp dümeni zamanında kırabilmek için siyasal nabzı tam zamanında hissedebilmesidir.” (age. s.81)
Troçki, 1923 Alman devriminin yenilgisinin bütünüyle önderliğin yanlış taktik ve politikalarına bağlı olduğunu belirtirken oldukça haklıdır. AKP’nin kararsızlığı ve uzun bir gecikmeden sonra gerekli dönüşü yapması devrimin kaçırılmasına yol açtı.
1923 günlerinde, parti önderliği içindeki uyumsuzluğun ve beklemekten yana olan kanadın zaferi, ayaklanma hazırlığı ve doğru zaman için büyük bir zaman kaybına yol açtı. Parti önderliği kitlelerin gerisinde kaldı. 1921 Martındaki aşırı sol, 1923’te aşırı sağda cisimleşti. Her iki durumda da, nesnel koşulların olgunlaşması ve öznel öğenin son darbesi ve kitleler ile parti arasındaki diyalektik bütünlük yanlış kavrandı.
1917 Ekim’i öncesinde, Bolşevik Partide Lenin’in mücadelesiyle azınlıkta kalan sağ kanat, AKP’de mutlak çoğunluktaydı. Troçki’nin “silahlı ayaklanma öncesinde devrimci önderliğin bunalımı” olarak özetlediği bu durum, Rusya’da önderliğin kararlılığı ve doğru zamanlamasıyla devrimle sonuçlanırken, 1923’te Almanya’da, önderliğin kararsızlığı ve kitlelerin geri çekilmeye başladığı anda harekete geçmesiyle yenilgiyle sonuçlandı.
AKP önderliği bir kararsızlık içinde beklerken, Troçki “1923 yazından itibaren silâhlı ayaklanmanın hazırlanması ve Alman Merkez Komitesinin desteklenmesi için güçlerin gerekli seferberliği konusunda” bir öneri getirir Komintern önderliğine. 1923 Eylül’ündeki SBKP Merkez Komite tutanakları, Troçki’nin o dönemki tutumu için oldukça açıktır: “… Merkez Komite oturumunu (1923 Eylül Plenumu) terk etmeden önce Troçki yoldaş, Merkez Komite üyelerinin tümünde derin üzüntü yaratan bir konuşma yaptı; konuşmasında Alman Komünist Partisi önderliğinin değersiz olduğunu ve Alman KP Merkez Komitesine kaderciliğin, uyuşukluğun nüfuz ettiğini ileri sürdü. Sonra Troçki yoldaş Alman devriminin başarısızlığa mahkûm edildiğini ilân etti. Bu konuşma hazır bulunanlar üzerinde can sıkıcı bir etki yarattı…” (age. s.84)
Aynı şekilde yenilgiyle ilgili –nasıl olduysa- Pravda’da da eleştirel bir yazı çıkmıştı (sonradan bu tür bir yazı görmek mümkün olmayacaktı): “1923 Ekiminde, görülmemiş ekonomik kriz sırasında, bizzat burjuvazinin içindeki güçlü ve keskin çelişkilerden ve sanayi merkezlerindeki proleter kitlelerin görülmemiş militan ruhu sonucunda doğan sosyal demokrasi saflarındaki korkunç bir şaşkınlık sırasında, nüfusun çoğunluğunun komünist partinin safında olduğu açıktır. Parti savaşabilirdi ve savaşmalıydı ve başarı için bütün şanslara sahipti.” (age. s.84)
Yenilginin ardından, Komintern önderliğindeki Stalinist klik tarafından AKP MK günah keçisi ilan edildi. Çoğunluğu partiden uzaklaştırıldı. Oysaki Stalin Zinovyev ve Kamanev’e yazdığı mektupta, genel olarak Alman Merkez Komitesi’nin izlemesi gerektiği –ve izlediği- yolu ifade ediyordu. Burada iktidarın ele geçirilmesinin büyük bir hata olacağına vurgu yapılıyordu. Yenilgi öncesi Alman Merkez Komite’si ile görüş birliğinde olan Komintern önderliği, yenilginin ardından tüm sorumluluğu AKP’nin üstüne yıkarak kendini temize çıkarmaya girişti. Troçki’nin cepheden karşı çıktığı şey de bu oldu. Sorumluluğun asıl olarak Komintern önderliğinde olduğunu açıkça belirtti.
Yenilginin ardında, V. kongrede, Komintern önderliği, 1923 olaylarını yalnızca oyunun bir perdesi olarak değerlendiriyor, yenilgiden sonuçlar çıkartıp, özeleştiri yapmıyor ve hala, AKP’nin öncelikli görevinin işçilerin silahlandırılması olduğunu ileri sürüyordu. Bu tutum, gelecekteki büyük yenilgilerin de habercisiydi. Komintern’in önderliği, yanlış yapma ihtimalinin sıfır olduğunu açıkça iddia ederek, kendini acımasızca eleştirmek yerine temize çıkarma yolunu seçti. Oysa beşinci kongrede yapılması gerekenler şunlardı: “Birincisi, bu yenilgiye açıkça ve acımasızca adını koymak ve, kimsenin nesnel şartlar bahanesinin ardına gizlenmesine izin vermeksizin, yenilginin “öznel” nedenini sergilemek; ikincisi, kitlelerin geçici olarak geri çekildiği, sosyal demokrasinin büyüdüğü ve komünist partinin etkisini yitirdiği yeni bir aşamanın başlangıcını saptamak; üçüncü olarak da, Komintern’i fenersiz yakalanmamak üzere, yeni bir değişiklik olana değin savunma mücadelesinin ve örgütsel sağlamlaşmanın gerekli yöntemleri ile donatacak şekilde bütün bunlara hazırlamak.” (Troçki, age. s.90)
Ancak bunların tam tersi yapıldı. Zinovyev, ve onunla birlikte Kongre, şöyle demekteydi: “Genel siyasi perspektifler esas olarak eskisi gibi durmaktadır. Durum devrime gebedir. Devasa bir mücadele başlamaktadır….” vs. [Pravda, 24 Haziran 1924] (age. s.91)
Muhalefetin, yenilginin ardından sosyal-demokrasinin yeniden bir canlanma dönemine gireceği yolundaki tespiti, sosyal-demokrasinin öldüğü karşı tepkisiyle mahkûm edildi. Ancak tarih ilk tespiti doğruladı. 1924 Ocağında komünistlerin sosyal-demokratlara oranı 2’ye 3 iken, 4 ay sonra bu oran 1’e 3’e geriledi. Yine 1928 seçimlerinde sosyal-demokratlar 9 milyondan fazla oy aldılar. Sosyal-demokratların bu yükselişinin 2 temel nedeni vardı: 1) 1923 devrimci durumunda, AKP’nin teslimiyeti ve yenilgisi, 2) V.Kongrenin yanlış stratejik yönelişi. Bu yönelişle birlikte yenilgi kabul edilmemiş, halen devrimci durum olduğu ileri sürülmüş ve kapitalizmin –kısa bir süre de olsa- toparlanma eğilimine girdiği inkâr edilmişti.
Yapılanları inkâr etme, hataları görmezden gelme, sorumluluğu parti önderliklerine yükleme, özeleştirinin unutulması… Tüm bunlar Komintern önderliği için ilkeler haline gelmişti. 1928’de kabul edilen programda bu ilkelerin bir toplamından, yani bulanık bir sudan ibaretti. Dolayısıyla Komintern önderliği o bulanık suda ne olduğunu istediği gibi görebilirdi. 1928 öncesinde olduğu gibi, sonrasında da olan buydu.
Dünya devriminin yenilgisi, SBKP ve Komintern içindeki Muhalefet’in de yenilgisi anlamına geliyordu. 1923 yenilgisiyle başlayan Avrupa’daki kapitalist istikrar dönemi, Muhalefete karşı mücadelenin yoğunlaştırılması ve son darbenin vurulmasıyla paralel ilerledi, bu elbette tesadüf değildi. Sovyetler Birliği ve Komintern’de iktidarı gasp eden bürokrasinin ortadan kaldırılmasının tek yolu olan uluslararası devrimin yenilgiye uğraması, aynı zamanda da bürokrasinin zaferi anlamına geliyordu.