Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) yaptığı açıklamayla Gezi protestolarına “destek” için 21-22 Haziran tarihlerinde 156 ülkede şehir merkezlerinde ve Türkiye temsilcilikleri önünde eylem yapacağını ve protesto mektupları vereceğini açıkladı. 175 milyon sendikalı işçiyi kapsadığı ifade edilen ITUC’un Güney Kore ve Brezilya’da Türkiye’ye biber gazı satan şirketleri protesto edeceği bildirildi.
ITUC, Türkiye temsilciliklerine aşağıdaki talepleri iletecek:
*Barışçıl gösterilere yönelik şiddet ve baskıya son verilsin ve protestocuların talepleri dikkate alınsın.
*Yüzlerce kişinin yaralanmasından ve Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük ve Mustafa Sarı’nın ölümünden sorumlu olanlar bulunsun ve bu kişilerin işlerine son verilerek yargılansın.
*Taksim Meydanı da dâhil olmak üzere tüm kamusal alanlarda toplanma özgürlüğü teminat altına alınsın.
*Toplantı özgürlüğü hakkından faydalanan sendikacıların görevden alınmaması sağlansın.
*Barışçıl protestolara katılmış olan yurttaşlar derhal serbest bırakılsın ve aleyhlerindeki suçlamalar düşürülsün.
*KESK’li sendikacılar, tutuklu gazeteciler ve meşru protesto ve muhalif eylemleri nedeniyle haksız yere tutulan diğerleri derhal serbest bırakılsın.
*Sendikal hakların ve grev hakkının uygulanmasının önündeki tüm hukuki ve pratik engeller kaldırılsın.
*Gösterilerde yaralananların uygun sağlık hizmetlerinden yararlanması sağlansın.
*Sosyal medyanın kullanılmasına ilişkin yasaklayıcı önlemlere son verilsin.
İlk bakışta 175 milyon işçinin harekete geçirilmesi ve yukarıdaki talepler olumlu gibi görünse de, gerçekte ITUC bu adımıyla aynı DİSK’in ve KESK’in “genel grev”i gibi göstermelik bir destek gösterisinde bulunmakta ve protestolara aynı burjuva hükümetler gibi yaklaştığını göstermektedir.
21 ve 22 Haziran’daki eylemlerde gerçekte 175 milyon işçi harekete geçmeyecek, herhangi bir grev, fabrika işgali vb. militan sınıf eylemi gerçekleştirilmeyecek; biber gazı fabrikalarında üretimi durdurmaya yönelik herhangi bir adım atılmayacak. Çünkü bunlar sendika bürokrasileri için “barışçıl protestolar” dışı eylemlerdir.
ITUC’un yaptığı açıklamada vurguladığı “barışçıl protesto” ifadesi, Başbakan Erdoğan’ın ve hükümet temsilcilerinin yaratmaya çalıştığı “barışçıl eylemciler” ve “marjinaller” ayrımına verilmiş açık bir destektir. Türkiye’nin dört bir yanına yayılan kitle gösterilerine katılan, bunları yakından izleyen herkesin bildiği gibi, protestocuların barikat kurarak biber gazı, plastik mermi ve tazyikli suya taşla karşı koyarak gösterdiği direniş, polis terörüne karşı kitlesel olarak gerçekleştirilmiş meşru eylemlerdi.
Ama polis terörüne karşı koyarak ilerlemeye çalışan kitlelerin meşru direnişi, burjuva hükümetler ve sendika bürokrasileri için kabul edilebilir değildir. Onlar tamamen pasifist, hükümetler üzerinde hiçbir etkisi olmayan ve sonuçta kitlelerin moralini bozmaya hizmet eden eylemleri “barışçıl” diyerek yüceltiyorlar.
Bir kimyasal silah olan biber gazının bugün başta Türkiye, Brezilya olmak üzere tüm dünyada yasaklanmasını sağlamak elbette önemlidir. Fakat kitle gösterilerinin ardından AKP hükümetinin polis örgütünü güçlendirme kararından da bir kez daha görüldüğü gibi, egemenler kendilerini tehdit eden eylemlere karşı hiçbir zaman “barışçıl” müdahalelerde bulunmayacaktır. Biber gazının yasaklanması durumunda, polis, kitleleri durdurabilmek için belki çok daha yaygın plastik mermi kullanacak veya yeni “çözümler” yaratacaktır. Protesto gösterilerinin isyan ve ayaklanmaya dönüşerek siyasi iktidarları devirme aşamasına geldiğinde ise polis ve askere gerçek mermilerle kitleye ateş emri verilecektir.
Bunların dışında, ITUC’un, polis terörüyle Taksim ve Gezi Parkı’nın boşaltılmasından günler sonra harekete geçmesi de anlamlıdır. Kitle gösterilerinin doruk noktasında olduğu ve uluslararası desteğe en çok ihtiyaç duyduğu süreçte sessiz kalan bürokratlar, bugün görev savma amacıyla bir eylem kararı almışlardır. Yanlış anlaşılmasın, kitle gösterileri sürerken alacakları bir eylem kararı da, bugünkünden elbette farklı olmayacaktı.
Dünyanın dört bir yanındaki 175 milyon işçinin, Türkiye’den de ITUC üyesi Türk-İş, Hak-İş, DİSK ve KESK’in üyelerinin sendika bürokrasilerinin kontrolünden kurtulup, sendikasız işçileri de mücadeleye katarak harekete geçmesini sağlamak, gerçek anlamda bir uluslararası eylem birliğinin sağlanması demektir. Fakat içinde bulunduğumuz durumda, bunun önünde hem sendikaların bir engel olarak durması hem de dünya işçilerinin bunu gerçekleştirebilecek uluslararası kitlesel taban örgütlenmelerinden ve Marksist bir Enternasyonal örgütlülükten yoksun olduğunu görmek ve bunu aşmak için mücadele etmek gerekiyor.
ITUC’un eylemi, burjuva ve sahte sol basında aynı yorumsuz haberlerle hem çok büyük bir eylem olarak sunulduğu için (175 milyon işçi dünya çapında harekete geçecek!) hem de sendikaların kontrolü altında içi boş bir eylem olacağından kitlelerin dünya işçi sınıfına duydukları güveni sarsma ve böylece burjuva hükümetlere hizmet etme tehlikesini de barındırıyor.
Fakat nasıl ki DİSK ve KESK ya da diğer sendika konfederasyonları işçi sınıfını temsil etmiyorsa, ITUC ve benzeri küresel sendikalar da dünya işçilerini temsil etmemektedirler. Bugün dünya işçilerinin devrimci bir uluslararası örgütlülükten yoksun olduğu bir gerçektir. Bu örgütlülüğün yaratılması için tüm mülk sahibi sınıflardan ve sendikalardan bağımsız devrimci sosyalist perspektifiyle buna aday olan Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin partilerinin dünya çapında inşa edilmesi gerekmektedir.