Cuma günü Bağdat’ta yüz binlerce protestocu, ABD askerlerinin ülkeden derhal çekilmesi talebiyle düzenlenen bir kitle gösterisiyle sokaklara döküldü.
Irak bayrakları sallayan, “Defol işgalci” ve “Amerika’ya ölüm” sloganları atan kalabalıklar, Washington’ın Irak’ta oynadığı öldürücü role karşı onlarca yıldır birikmiş olan büyük halk öfkesini dışa vurdular. Bazı protestocular silahlı direniş tehdidinde bulunan pankartlar taşırken, bazıları da bu tür bir mücadelede ölmeye gönüllü olduklarını ifade eden ve kefeni simgeleyen beyaz pelerinler bağlamıştı.
Göstericiler ABD’nin Irak’ta yaptıklarını protesto ediyor [Kaynak: AP Photo]
Gösteriye katılan 18 yaşındaki lise öğrencisi Miriam, Al Jazeera’ye şunları söyledi: “ABD’nin topraklarımızı işgal etmesini protesto etmek için bugün buradayım. Ülkemizi bu boyunduruğun zincirlerinden kurtarmak istiyoruz.”
“Bir milyon kişilik yürüyüş” adıyla gösterinin çağrısını yapan popülist Şii din adamı Muhteda el-Sadr, kuşkusuz, artan halk muhalefetini kontrollü bir şekilde yatıştırmayı amaçlıyordu. Irak’ın yozlaşmış burjuva hükümeti içindeki en güçlü bloklardan birine önderlik eden Sadr, Washington ile Tahran arasında denge kurmaya çalışıyor ve aşağıdan gelen isyan nedeniyle durumu giderek zorlaşıyor.
Yürüyüşe katılan yüz binlerce kişi arasında, tüm yaşamları ABD emperyalizminin suçlarıyla biçimlenmiş olan sayısız işçi ve genç vardı. Bu suçlar, 1990-1991 Körfez Savaşı’ndan, bizzat ABD’li yetkililerin itirafına göre yarım milyon Iraklı çocuğun yaşamına mal olan acımasız bir yaptırım rejimine ve kitle imha silahları yalanı üzerinden 2003’te saldırı savaşının başlatılmasına kadar uzanmaktadır.
Dünya Sosyalist Web Sitesi, o savaşın etkisini bir “toplum kırımı” olarak nitelemişti. ABD müdahalesinin yol açtığı ölü sayısı bir milyon olarak tahmin edilirken, milyonlarca insan yerinden yurdundan sürüldü. Sağlık, eğitim ve diğer temel sosyal hizmetler açısından Ortadoğu’nun en gelişmiş toplumlardan biri, enkaz haline getirildi. Irak’taki yaşam koşulları, hâlâ, ABD ordusunun ülkede yarattığı “şok ve dehşet” eliyle biçimlenmektedir.
Bu uzun ve kanlı tarihin yarattığı şiddetli kin, ABD’nin İranlı General Kasım Süleymani ile Ebu Mehdi el-Mühendis’i insansız hava aracı suikastıyla öldürmesinin ardından yeniden canlanmış durumda. Irak silahlı kuvvetlerinin parçası olan ve ağırlıklı olarak Şii milislerden oluşan Halk Seferberlik Güçleri’nin ikinci komutanı olan El-Mühendis, Irak hükümetinin önde gelen bir üyesiydi.
3 Ocak’ta Süleymani ile el-Mühendis’in toplam sekiz Iraklı ve İranlı ile beraber Bağdat Uluslararası Havaalanı’nda öldürülmesi, hem İran’a karşı kışkırtılmamış bir savaş eylemi hem de bir savaş suçu oluşturuyordu.
Dünyayı Basra Körfezi’nde yeni bir yıkıcı savaşın eşiğine getiren suikastlar, Irak’ın egemenliğini açıkça ihlal etmişti. Trump yönetimi yetkilileri, cinayetleri Ortadoğu’daki ABD kuvvetlerine ya da çıkarlarına sözde “yaklaşan bir saldırı”yı önlemek için işledikleri biçimindeki asılsız ve şimdiye kadar hiçbir şekilde kanıtlanmamış iddiaları yinelediler. Gerçekte ise Süleymani, İran ile Suudi Arabistan arasındaki bölgesel gerilimleri yatıştırma girişimlerini ele almak üzere Irak Başbakanı Adil Abdulmehdi’nin davetiyle Bağdat’a gelmişti.
Irak meclisi, suikasttan iki gün sonra toplanmış ve tüm ABD kuvvetlerinin ülkeden çıkmasını talep eden yasa tasarısını kabul etmişti. Abdulmehdi, 9 Ocak’ta, Washington’dan, ülkeden çekilme şartlarını görüşmek üzere Bağdat’a bir heyet göndermesini resmen talep etti.
Verilen yanıt, öfkeden ve emperyalist kibirden ibaretti. Trump, ABD’nin Irak’ta “çok pahalı bir hava üssü” inşa etmiş olduğunu ilan etti ve “Bunun parasını bize ödeyinceye kadar ülkeden ayrılmıyoruz,” dedi.
ABD başkanı, Hazine Bakanlığı ile diğer kurumların çoktan hazırlamış olduğu cezalandırıcı yaptırımları uygulamaya koyma tehdidinde bulundu. Washington, Bağdat’a ayrıca, ekonomisini çökertebilecek ve halka çok daha büyük sıkıntılar getirecek bir mali abluka uygulamaya koyarak Irak’ın New York’taki Merkez Bankası’nda (Fed) tutulan 35 milyar dolarlık hesabına (ABD’nin ülkeyi askeri olarak fethetmesinin kalıcı mirası) erişimini keseceğini söyledi.
ABD Dışişleri Bakanlığı, Irak’a yalnızca “stratejik ortaklığımızı nasıl en iyi şekilde yeniden üstleneceğimizi; askerlerin geri çekilmesini değil ama Ortadoğu’da doğru, uygun kuvvet durumumuzu” görüşmek üzere bir heyet göndereceğini açıkladı.
Trump, Çarşamba günü İsviçre’nin Davos kentinde düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu’nda Irak Cumhurbaşkanı Berham Salih ile görüşmesinin ardından bu görüşü yineledi. ABD’nin yaptırım tehdidi sorulan Trump, “Ne olacağını göreceğiz, çünkü şartlarımız konusunda bir şeyler yapmak zorundayız,” yanıtını verdi. ABD’nin 2003’teki işgalinden beri her rejimde yer alan oportünist siyasi kukla Salih, Trump’la görüşmeyi kabul ettiği için yoğun bir eleştiriye tabi tutuldu. Buna, Irak’a geri dönmemesi yönündeki uyarılar da dahildi.
Bu olaylar, Washington’ın Ortadoğu’da geçtiğimiz otuz yıldır “terörle mücadele”, “insan hakları”, “kitle imha silahları” ve “demokrasi”yi savunma gibi değişen bahanelerle sürdürdüğü müdahalenin esas yeni sömürgeci karakterini açığa vurmuştur.
Şu anda Irak’ta bulunan yaklaşık 6.000 Amerikan askeri, Washington’ın Frankenstein canavarı Irak ve Şam İslam Devleti’ni (IŞİD) yenilgiye uğratma bahanesiyle ülkeye getirildi. ABD’nin ve müttefiklerinin Suriye’deki rejim değişikliği savaşında ülkeye saldığı El Kaide bağlantılı güçlerden doğan bu cihatçı örgüt, 2014’te doğuya yönelerek Irak’ın kabaca üçte birini istila etmişti. “IŞİD’e karşı savaş”, önceden Irak’ın ikinci büyük kenti olan Musul ile Anbar İli genelindeki kent ve kasabaların yerle bir olması; on binlerce kişinin ölmesi ve yüz binlercesinin evsiz kalması ile sonuçlandı.
Şimdi, ABD’li komutanlar, IŞİD’in artık ciddi bir tehdit olmadığını; Irak’taki başlıca düşmanların, IŞİD’e karşı savaşın büyük kısmını yürütmüş olan İran etkisindeki Iraklı Şii milisler ve İran olduğunu söylüyorlar. ABD’li yetkililer ile Iraklı Sünni politikacılar arasında, ABD üslerine ev sahipliği yapacak ayrı bir Sünni Irak devletinin kurulmasını teşvik etme amacıyla görüşmeler yapıldığına ilişkin haberler var.
Söz konusu olan, Ortadoğu’da yeni bir emperyalist paylaşımdır. Trump, bu operasyonun canice karakterini en açık şekilde Suriye’de ifade etmiştir. Ülkenin kuzeydoğusundaki Deyrizor ilinin petrol ve doğalgaz sahalarını işgal eden ABD askerlerine “petrolü alın” emri veren Trump, büyük bir ABD enerji holdinginin Suriye’nin kaynaklarını yağmalamak üzere getirilmesi fikrini ortaya attı.
Bu küstah emperyalist soygunculuğa dönüşün altında, ABD’nin Ortadoğu’daki birçok askeri müdahalesinin ve rejim değişikliği operasyonunun Washington’ın stratejik hedeflerini yerine getirmekte başarısız olması yatmaktadır. ABD şimdi, Çin ekonomisinin bağımlı olduğu enerji kaynakları üzerinde mutlak hakimiyet kurmak için askeri güç kullanma yoluyla, Çin ile “büyük güç” çatışmasını geliştirmesinin parçası olarak İran’a karşı bölgesel bir savaşa doğru yöneliyor.
Iraklı kitlelerin başkaldırısı, yalnızca ABD işgaline karşı kitlesel gösteriyle değil; toplumsal eşitsizliğe, işsizliğe ve rejimin yolsuzluklarına karşı Ekim ayından beri ülkeyi sallayan protestolarla dışa vuruluyor.
Bu mücadeleler, ülke 1920 Büyük Irak Devrimi’nin yüzüncü yıldönümüne yaklaşırken meydana geliyor. Yüz yıl önce, Irak’ın Sünni ve Şii nüfusları, mağlup olmuş Osmanlı İmparatorluğu’nun kalıntılarından kendisine bir sömürge oluşturan işgalci Britanya güçlerine karşı kahramanca bir mücadelede birleşmişlerdi.
Britanya emperyalizmi, buna, yoksul bir halka karşı zehirli gaz kullanıp dehşet bombaları yağdırdığı dizginsiz bir vahşetle misilleme yaparak 10.000’e yakın Iraklıyı öldürmüştü. Dönemin Savaş Bakanı Winston Churchill, şunları söylüyordu: “Canlı bir dehşet saçmak için, uygarlaşmamış kabilelere karşı zehirli gaz kullanılmasını kuvvetle destekliyorum.”
Irak’ta ve Ortadoğu genelinde, resmi bağımsızlık ve yarım yüzyılı aşan bir burjuva ulusalcı egemenlik, bölgeyi emperyalist baskıdan kurtaramadığı gibi, emekçi kitlelerin temel toplumsal ve demokratik taleplerini de karşılayamadı. Şimdi, Churchill’in övdüğü yöntemler büyük bir şiddetle geri dönüyor.
Sınıf mücadelesinde yaşanan küresel bir patlamanın ortasında meydana gelen Irak’taki kitlesel protestolar ile komşu Lübnan ve İran’daki işçi ve gençlik mücadeleleri, ileriye giden yolu göstermektedir.
2003’te Irak savaşına karşı ABD’de, Avrupa’da ve dünya genelinde milyonlarca insanın katıldığı kitlesel gösterilerin üzerinden on yedi yıl geçti. Tüm dünyadaki işçiler ve gençler arasında savaşa karşı devasa bir muhalefet var. Bu muhalefet, genişleyen sınıf mücadelesi dalgasıyla ve toplumsal eşitsizliğe karşı protestolarla birleştirilmelidir.
Sömürgeciliğin yeniden dayatılmasına ve yeni bir emperyalist dünya savaşına yönelik tek çözüm, Irak’ta, Ortadoğu’da ve dünya genelinde işçi sınıfının kapitalizme karşı mücadelesinden geçmektedir. Gelişen bu kitle hareketi, tüm dünyada işçileri savaşın ve toplumsal eşitsizliğin kaynağı olan kapitalist sisteme son vermek üzere ortak mücadelede birleştirecek sosyalist ve enternasyonalist bir programla donatılmalıdır.