Elazığ depremi Türkiye’nin depreme hazır olmadığını açığa vuruyor

Cuma akşamı Elazığ’da meydana gelen 6,8 büyüklüğündeki depremde ölü sayısı 41’e yükseldi. Bazı yerlerde arama kurtarma çalışmaları devam ederken, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD), 1.600’den fazla yaralı olduğunu bildirdi.

Cuma gününden beri bölgede 700’den fazla artçı deprem meydana geldi. AFAD, Pazar günü yayımladığı bir açıklamada, ilk kapsamda incelenen 1.521 binanın sadece 347’sinin hasarsız olduğun belirtti. 76 bina çökerken, 645 bina ağır hasarlı.

Türkiye’nin doğusundaki Elazığ kentinde Cuma günü meydana gelen ve birçok binayı yıkan depremin ardından kurtarma görevlileri enkaz altında kalan insanları aramayı sürdürüyor. (Fotoğraf kaynağı: AP)

Depremin merkez üssüne en yakın yerleşim yeri Elazığ’ın Sivrice ilçesiydi. Pazar sabahı komşu Malatya’da da 4,3 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi.

Elazığ’da 420.000’den fazla insan yaşıyor. Uzmanlar, depremin yerleşim yerlerine daha yakın meydana gelmiş olması halinde, binaların depreme dayanıksızlığı nedeniyle daha da büyük bir yıkımın gerçekleşmiş olacağını söylüyorlar.

Türkiye, iki ana fay hattının üzerinde bulunan bir deprem ülkesi. Özellikle resmi rakamlara göre 17.000’den fazla insanın öldüğü, 250.000’den fazlasının evsiz kaldığı 1999’daki korkunç depremden sonra, bilim insanları aralıksız olarak hükümeti ve yerel yönetimleri gerekli önlemleri almaya çağırıyorlar.

Ne var ki, ne İstanbul ne de ülkenin geri kalanı için ciddi bir hazırlık söz konusu. Hükümetin insanları sakin olmaya çağırmak dışında bir planı bulunmuyor. Bunun sonucunda, kaçınılmaz olarak, düşük kaliteli ve dayanıksız binalarda yaşayan işçi sınıfı can kaybıyla en ağır bedeli ödüyor.

Cuma günkü afet uzun zamandır öngörülüyordu. Diğer bilim insanlarının yanı sıra, ünlü Jeoloji Profesörü Naci Görür, geçtiğimiz Ekim ayında, Eylül sonunda İstanbul’da meydana gelen depremin ardından katıldığı CNN Türk’teki bir programda, Elazığ’ın Sivrice ilçesinde büyük olasılıkla bir deprem meydana geleceğini söylemişti.

Görür, Elazığ’daki depremin ardından, Twitter’da, yaklaşan afete karşı başka bilim insanlarıyla beraber bir proje hazırlamış olduğunu; ancak yaptığı başvuruların TÜBİTAK, DPT gibi resmi kurumlarca reddedildiğini açıklayarak şu soruyu soruyordu: “Halbuki her fay kuşağında depremin er geç geleceği biliniyor. Neden daha ortada deprem yokken oralar ele alınmıyor?”

Depremin ardından Cumhuriyet‘e konuşan depremzede Hakan Tahşi, Elazığ merkezde bulunan, 1987 yılında yapılan ve 28 daireden oluşan Dilek Sitesi’nde yaşıyordu. Bina depremin ardından çökmüş ve en az sekiz kişi ölmüştü.

Tahşi, “Zaten binamız çürüktü… Depreme dayanaksız olduğunu belediye biliyordu,” diye konuştu. Birçok yerde olduğu gibi, burada da, binada yaşayan emekçiler, yaşadıkları yeri değiştirebilecek ya da güvenli bir bina bulabilecek durumda değildi.

Cumhuriyet‘e konuşan TMMOB’a bağlı Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı Hüseyin Alan da, Elazığ ile Malatya’da meydana gelen ölümlerden yetkilileri önlem almamasını sorumlu tutarak, Elazığ’da yaşanan hasarın “sağlıksız ve yasadışı bir yapılaşma, ranta dayalı hızlı ve düşük nitelikli kentleşme ve olumsuzlukları giderecek yasal düzenleme çalışmalarının olmayışının” sonucunda ortaya çıktığını belirtiyordu.

Türkiye’deki birçok yerleşim yeri, şehir planlamasında bilimsel standartların hiçe sayılmasıyla, aktif fay hatlarının üzerine inşa edilmiş durumda. Alan’a göre, öne çıkan İstanbul’un dışında, Aksaray, Bolu, Sakarya, Yalova, Bursa, Balıkesir, Manisa, İzmir, Aydın, Denizli, Erzurum, Kahramanmaraş, Hatay, Hakkari, Muğla, Eskişehir, Kütahya, Bingöl gibi 18 ilin merkez yerleşim yerleri, 80’den fazla ilçe ve 502 köy, “deprem üretme potansiyeli yüksek aktif fayların geçtiği hatlar”ın üzerinde bulunuyor. Alan, olası bir büyük depremde buralarda bulunan binaların “yerle bir olmasının” kesin olduğunu söyledi.

Türkiye genelinde yüz binlerce, belki de milyonlarca insanın yaşamını tehdit eden bu gerçekliğe rağmen, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve bakanları, özellikle sosyal medyada gündeme getirilen eleştirilere öfkeyle karşılık verdi. Cumartesi günü deprem bölgesini ziyaret eden Erdoğan, sosyal medyada hükümetin depreme karşı hazırlık yapmamasını sorgulayanları “karalama kampanyası” yürütmekle suçladı.

Erdoğan, “Dedikodulara kulak asmayın, kimsenin olumsuz, menfi propagandalarına kulak asmayın ve bilin ki bizler sizlerin hizmetkarıyız,” derken, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Cuma günkü depremle ilgili sosyal medya paylaşımlarına yönelik soruşturma başlattı.

Toplumsal eşitsizlik ve hükümetin sınıf karakteri gündeme geldiğinde her zaman olduğu gibi, muhalefet partileri, apaçık ihmale yönelik muhalefetin bastırılması konusunda hükümete katıldı. Kemalist Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) lideri Kemal Kılıçdaroğlu, “Böylesine acı bir günü yaşadığımız bir ortamda böyle katı siyasi polemiklerden uzak durmamız lazım,” derken, aşırı sağcı İYİ Parti lideri Meral Akşaner de “birlik ve beraberlik” çağrısı yaptı.

Kızılay Genel Başkanı Kerem Kınık’ın bölgede depremden etkilenen insanlar için 10 lira bağış yapılması çağrısında bulunması, sosyal medyada büyük öfkeye yol açmıştı. Twitter’da binlerce insan, buna, “Deprem vergileri nerede?” diye sorarak karşılık verdi. 1999’dan beri, sözde halkı yeni depremlere karşı korumak için kullanılmak üzere bir “deprem vergisi” toplanıyor. Fakat her depremden sonra, hiçbir ciddi önlemin alınmamış olduğu ortaya çıkıyor.

Bu nedenle, 2011’de Van’da meydana gelen deprem, 600’de fazla kişinin ölümüne, yaklaşık 4.200 kişinin de yaralanmasına yol açmıştı. Yaşanan felaketin ardından, 1999’dan beri toplanan 46-48 milyar lira civarındaki deprem vergilerinin ne olduğu sorulan dönemin Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, toplanan paraların depreme hazırlık yerine duble yollara, sağlığa ve eğitime harcandığını söylemişti.

Elazığ’daki depremin ardından da, hükümet yanlısı Sabah gazetesi hükümetin yardımına koştu. Gazetenin köşe yazarı Dilek Güngör, “Bu parayla, TOKİ, depremzedelere maliyeti 110 milyar TL’yi bulan 80 bin kalıcı konut üretti. Kentsel dönüşüme de 35 milyar TL harcandı,” diye yazdı.

Ancak Elazığ depremi, depreme hazırlık olarak kayda değer bir harcama yapılmadığını bir kez daha ortaya koymuş durumda. Gerçekte, hükümet, TOKİ konutlarını depremzedelere hediye etmiyor; binaları kâr ederek satıyor. “Kentsel dönüşüm” de, benzer şekilde, yıllardır, özellikle İstanbul’da, işçi sınıfı sakinlerini kent merkezinden çıkarıp oralara hali vakti yerinde olanlar için lüks rezidanslar inşa etmenin bir aracı olmuştur. “Kentsel dönüşüm”ün amacı insanları depremlere karşı korumak değil, inşaat firmalarına büyük kârlar sağlamak ve toplumun üst tabakalarını zenginleştirmektir.

Resmi olmayan tahminlere göre 50.000’den fazla insanın öldüğü 1999 depreminden bu yana geçen yirmi yılda, gerçek bir “kentsel dönüşüm” söz konusu değildir. Hükümet ve belediyeler, özellikle yoğun nüfuslu yoksul mahallelerdeki tehlikeli binaları yeniden inşa etmek yerine, işçileri kaderlerine terk etmiştir.

İstanbul’da beklenen depreme yönelik rakamlar, tehlikenin boyutunu gözler önüne seriyor. Boğaziçi Üniversitesi’ne bağlı Kandilli Rasathanesi’ne göre, 15 milyondan fazla insanın yaşadığı İstanbul’da meydana gelecek 7’den büyük bir deprem, 6.000 ile 40.000 arasında binayı “ağır hasarlı” hale getirecek ya da yıkacak; yaklaşık 150.000 bina “kullanılamaz” hale gelecek. 500.000’den fazla hane tehlike altındayken, en az 1,5 milyon insan barınma sorunu yaşayacak.

Elazığ depremi, egemen seçkinlerin emekçilerin hayatta kalması için gereken güvenlik önlemlerine kayıtsızlığını bir kez daha ortaya koymuştur. Gerçek şu ki, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de, depremlerin ve diğer doğal afetlerin neden olduğu kayıplar, kapitalist kâr sisteminin iflası eliyle şiddetlendirilmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir