12 Haziran seçimlerinde %50’ye yakın oy alarak yeniden tek başına iktidara gelen AKP baskıcı ve yasakçı politikalarına kaldığı yerden tüm hızıyla devam ediyor. Seçim sonuçlarının ardından geleneksel balkon konuşmasını yapan Recep Tayyip Erdoğan “ileri demokrasi” sözü veredursun, seçimin hemen ertesi günü Çorum ve Ankara’da yaşanan gözaltılar ve Kürtçe yayınlanan Azadiya Welat gazetesinin toplatılması ve gazetenin 15 gün kapatılması bizlere AKP’nin “ileri demokrasi” anlayışını bir kez daha gözler önüne serdi.
Erdoğan’ın seçim konuşmasından bir gün sonra Çorum’da 6 ÖDP üyesi 1 Mayıs’a katıldıkları gerekçesiyle gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar akşam saatlerinde serbest bırakılırken, ertesi gün saat 6:30’da başlayan ev baskınlarıyla Ankara’da da Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP), Halkevleri, Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) ve Öğrenci Kolektifleri üyesi 15 kişi gözaltına alınırken 31 kişi için de yakalama kararı çıktı. Gözaltına alınanlar Terörle Mücadele Şubesi’ne götürülürken avukat Sevinç Hocaoğlu gözaltı sebebinin 31 Mayıs Günü polisler tarafından öldürülen emekli öğretmen Metin Lokumcu’nun ölümünün ardından yapılan basın açıklaması olduğunu söyledi [1]. Hatırlanacağı gibi Metin Lokumcu’nun ölümünün ardından yapılan basın açıklamasına Pazar Savcılığı tarafından soruşturma açılmış ve basın açıklamasına katılan 22 kişi, 13 Eylül günü ifade vermek üzere çağrılmıştı.
Azadiya Welat da ileri demokrasiden payını aldı
İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nın talebi üzerine Özel Yetkili 12. Ağır Ceza Mahkemesi, günlük Kürtçe yayın yapan tek gazete olan Azadiya Welat gazetesinin 12 Haziran’da yayımlanan sayısında yer verilen haberleri gerekçe göstererek, gazetenin sayılarına el konulmasına ve yayınının da 15 gün süreyle durdurulmasına karar verdi. Bu karar Azadiya Welat gazetesine dönük ilk yayın durdurma kararı değil. Bu kararla beraber gazetenin günlük yayına başladığı 2006 yılından itibaren yayını dokuzuncu kez durdurulmuş oldu [2].
Seçim gözaltıları ve baskılar
Tüm bu yaşananlar AKP Hükümeti’nin uzunca bir süredir her türlü muhalefete karşı uygulamakta olduğu sert ve baskıcı politikalarının bir devamı hiç kuşkusuz. AKP hükumeti bir yandan KCK operasyonlarıyla Kürt muhalefetine gözdağı vermekte; diğer yandan da devlet içindeki ulusalcı/statükocu kanadı tasfiye için kullandığı Ergenekon ve Balyoz operasyonlarını hiç ilgisi olmayan muhalifler üzerinde bir baskı aracı olarak kullanmaktadır. Ahmet Şık ve Nedim Şener’in gözaltına alınmaları, basılmamış kitaplara el konulması ve SDP üyesi ve TÖP sözcülerinin tutuklanmaları bu baskı sürecinin en somut örnekleridir. Fakat şunu belirtmekte yarar var ki, Nedim Şener ve Ahmet Şık olayı burjuva basınının gündemde öne çıkardığı nadir haberlerden biriydi. Burjuva medya her gün birçok ilde onlarca insan gözaltına alınırken ve haksız yere aylarca hapishanelerde tutulurken iki yüzlü sessizliğini sürdürdü. Onlardan başka bir şey de beklemek imkansızdı zaten. Bu noktada seçim öncesinde yaşananlara değinmekte fayda var.
Gerek ÖSYM’de yaşanan skandallar, gerekse internet yasaklarına karşı sokağa çıkan onbinlerce insanı “terörist” ilan eden başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bu tutumuna demokratik haklarını aramak için sokağa çıkan her gruptan ve her yaştan insana uygulanan polis terörü eşlik etti. Devletin ve onun kolluk kuvvetlerinin katıksız şiddeti en üst noktasına YSK’nın vermiş olduğu veto kararının ardından ulaştı. YSK’nın kararını protesto edenlere yönelik saldırılarda 1 kişi öldürülürken, 198’i çocuk 831 kişi gözaltına alına alındı ve 174 kişi tutuklandı. Ardından Hopa’da yaşanan polis terörü sonucunda bir kişi öldürüldü ve onlarca kişi evleri basılarak gözaltına alındı. Yine aynı gün Ankara’da Hopa’da yaşananları protesto edenlere yapılan müdahale esnasında polis panzerinin üzerine çıkan kadın eylemci polis tarafından takip edilerek eylemin ardından sokak ortasında vahşice dövülerek kaburgaları kırıldı. Bu ve benzeri birçok olayda 53 günde 3 kişi polislerin müdahaleleri esnasında öldürüldü, 2 bin 544 kişi gözaltına alındı ve 773’ü de tutuklandı [3].
Toplatılan kitaplar, yasaklanan mizah dergileri ve yıkılan heykeller
AKP Hükümetinin baskıcı politikalarının kültür ve sanat alanındaki en önemli göstergesi, heykeltıraş Mehmet Aksoy’un Kars’ta yapmış olduğu İnsanlık Anıtı’nın Erdoğan’ın talimatıyla yıktırılması oldu. Ardından başbakana özenmiş olacak ki Gaziantep Üniversitesi’nde sergi gezen ÖSYM Başkanı “şifreci” Yusuf Ziya Özcan’dan göğsü açık olan bir kadın heykeli ile ilgili “müstehcenlik” açıklaması geldi.
Kültür ve sanat alanında bunlar yaşanırken, 1117 sayılı “Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma” Kanunu ilk meyvelerini vermeye başladı. Önce Nisan ayında Sel Yayıncılık tarafından basılan Yumuşak Makine adlı kitap hakkında soruşturma açıldı. Bu soruşturmayı Ayrıntı Yayınları tarafından basılan Chuck Palahniuk’un Ölüm Pornosu adlı kitabına açılan soruşturma izledi [4]. Son olarak ise 18 yaşından küçüklerin maneviyatı üzerine zararlı oldukları gerekçesiyle çeşitli karikatür dergilerine 18 yaş sınırı getirildi.
Son olarak
Özellikle 12 Eylül referandumunun ardından, her türlü muhalefet hareketinin üzerine kolluk güçlerini salan AKP Hükümeti, diğer taraftan çıkarmış olduğu yasalar ve almış olduğu kararlarla baskıcı uygulamalarını sürdürdü. Bütün bu uygulamalar, AKP hükümeti için sadece bir başlangıç. AKP’nin seçimlerde aldığı %50’lik oy oranını da hesaba kattığımızda, seçimin hemen ardından yaşananlar hiç de sürpriz olmadı. Yeni dönemde, işçi sınıfı ve emekçilerin her türlü sosyal ve ekonomik hakkını elinden almak için mücadele edecek olan AKP hükümeti, elindeki bütün güçleri (polis, yargı, vb.) geniş kitleler üzerinde baskı kurmak için seferber edecektir.
Gerek Kuzey Afrika-Ortadoğu’da, gerekse Avrupa’da yaşanan son kitlesel halk hareketleri, küresel sermayeyi ve Türkiye burjuvazisini oldukça tedirgin ediyor. Özellikle yeni liberal anayasa ile işçi sınıfının ve emekçilerin sosyal ve ekonomik haklarını en aza indirmeyi planlayan sermaye sınıfı, bu gelişme karşısında kitlelerin verebileceği tepkileri en aza indirmek için, onlar üzerinde baskı kurmaya devam edecektir.
Bizlere düşen görev, küresel sermayenin ve Türkiye burjuvazisinin AKP hükümeti eliyle yürütmeye çalıştığı bu baskı ve yıldırma politikalarına karşı bulunduğumuz her alanda, bu politikaların teşhirini yapmak ve sermaye diktatörlüğüne karşı verdiğimiz eşitlik ve özgürlük mücadelesini, kurmayı hedeflediğimiz enternasyonalist Marksist partinin inşa süreciyle birleştirmektir.