AKP hükümeti, ekonomik krizin ve düşen tasarruf oranlarının gölgesinde, kıdem tazminatının kaldırılmasına ilişkin kanun teklifini Meclis’e getiriyor. Patronları memnun edecek teklifin basına yansıyan detaylarından da anlaşılacağı üzere, iktidar, iki yıldır şu ya da bu şekilde gündemden düşmeyen kıdem tazminatını kaldırarak, yerine “kıdem tazminatı fonu”nu getirmeyi amaçlıyor.*
Fonlar ve Bireysel Emeklilik Sistemi (BES) üzerinden yaratılan bilinçli kafa karışıklığından yararlanmaya çalışan AKP iktidarı, ilk günden itibaren patron örgütleri tarafından “işgücü maliyeti” olarak görülen kıdem tazminatını, bir fon aracılığıyla, hem kamuya hem özel sektöre uzun vadeli borçlanma aracı olarak kullandırmak istiyor. Avrupa’daki artan borçlanma maliyetlerini göz önünde bulunduran AKP iktidarının amacı, kıdem tazminatını ve BES’i yaygınlaştırarak kamuya ve özel sektöre ucuz finansman sağlamaktır.
Bugüne kadar her fırsatta işsizlik sigortası ile kıdem tazminatının birlikte yürümeyeceğini ifade eden TOBB, TİSK, TÜSİAD gibi patron örgütlerinin bir yılda 30 günlük kıdem tazminatının OECD ortalamasına yani 15 güne çekilmesini istediğini biliyoruz. Bununla birlikte, aynı patron örgütleri, işçilerin kazanımlarının gaspı konusunda OECD rakamlarını önemserlerken aynı OECD’nin gelir adaletsizliğinde konusunda Türkiye’yi üçüncü sıraya getiren düzenlemelerini görmezden geliyor.
Öte yandan, iktidar, sanki taşeron sisteminin ve esnek üretimin yaygınlaşmasının sorumlusu değilmiş gibi, kıdem tazminatı fonunu, bu haktan yararlanamayan taşeron ve mevsimlik işçiler üzerinden meşrulaştırmak istiyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, yaptığı açıklamada, kıdem tazminatı hakkından yararlananların, Türkiye’deki toplam çalışanların yüzde 10’unu (çalışan sayısı 11,5 milyon olarak kabul edilirse) geçmediğini ifade etti. Oysa Türkiye’deki gerçek çalışan sayısı 20 milyondan fazla. Yani AKP iktidarı, çalışanların yüzde altı kadarının kullandığı haktan bütün çalışanların yararlanması yönünde bir adım atmak yerine, bu hakkı bütünüyle gasp etmektedir.
Türkiye’de bir tam yılını doldurmuş işçilere bir brüt maaş olarak hesaplanan kıdem tazminatı, işten atılma, evlilik ve askerlik gibi durumlarda patrondan talep edilen bir haktır. Düzenleme böyle olsa da, bakanın açıkladığı iyimser rakamlardan da anlaşılacağı üzere, gerçekte bu haktan yararlananlar oldukça azdır. Çünkü işçilerin büyük çoğunluğu, bir yılını doldurmadan, yani kıdemi oluşmadan işten çıkarılır. İşçilerin büyük bir kısmına her yıl giriş-çıkış yaptırıldığını ve bu yolla kıdem hakkının oluşmasının engellendiği de hiç kimse için sır değil. Çalışma Bakanlığı müfettişlerinden SSK müfettişlerine kadar herkesin bildiği bu uygulamalar patronlar için yasal bir hak haline gelmiş durumda. Bunun sorumlusu da bu uygulamaları görmezden gelen iktidarlardır.
Kıdem tazminatı fonu yasalaştığında, patronlar, her ay, tıpkı SSK ve İşsizlik Sigortası Primi gibi, “kıdem tazminatı” olarak her işçi için prim yatıracak. Bu primler, işçi adına, Bireysel Emeklilik Şirketine ödenecek.
Mevcut uygulamada 30 günlük çalışma tutarı üzerinden hesaplanan kıdem hakkı yeni düzenleme ile 11 ile 22 gün arasında hesaplanacak**. Yani 900 TL brüt maaşı olan bir işçi, bir yılın sonunda işten çıkarıldığında 900 TL kıdem tazminatı alabilecek iken bu tutar yeni düzenleme ile 330 ile 660 TL arasında olacak. Hükümet, patronları sevindirecek bir hamle daha yaparak, bu primin bir kısmının, yine patronun her ay ödemesi gereken işsizlik sigortası priminden karşılanmasını öngörüyor. Yani örnekteki işçinin bir yılın sonunda işten çıkarılmasının patrona olan maliyeti halen 900 TL iken, yeni düzenleme ile 250 ile 500 TL arasında olacak.
Yine, patronun seçtiği Bireysel Emeklilik şirketine yatırılacak olan primler işçi tarafından hemen çekilemeyecek. Bir işçi 15 yıl sigortalılık ve 10 yıl çalışmış olma şartı ile biriken paranın sadece yarısını; o da vergiler ve diğer kesintiler düştükten sonra alabilecek. İşçi biriken paranın tamamını, ancak emeklilik, ölüm ve iş kurma gibi durumlarda alabilecek. Türkiye’de emeklilik ve ölüm neredeyse eş anlamlı olduğu için, işçinin kıdem tazminatını mezardan önce “görmesi” pek olası değil. “İşten atılan ya da ayrılan bir işçinin iş kurması karşılığı kıdeminin tamamını alması” ise ancak kara komedinin konusu olabilir.
Yasa tasarısına göre, hali hazırda çalışan işçiler patronları ile anlaşmaları durumunda, bugüne kadar hak ettikleri kıdemleri yeni fona devredebilecekler. Patronu ile “anlaşmaması” durumunda başına neler gelebileceğini bilen işçi, haklarından vazgeçerek kıdeminin fona devredilmesine “izin verecek”tir. Geçerken, patronun işçi adına Bireysel Emeklilik şirketine yatırması gereken primin “kamu garantisi” altında olmayacağını da belirtelim. Yani işçi, patronunun primleri yatırıp yatırmadığını kendisi takip edecek; primlerin yatırılmaması durumunda, yasal süreçler, bizzat onun tarafından başlatılacak.
Patron tarafından yatırılan primlerin hangi yatırım araçlarında değerlendirileceği kanunda belirtilecek olsa da, onların kamu ve özel sektör fonlarında kullanılacağı ortada. AKP iktidarı, önceki iktidarlardan farklı olarak, kıdem tazminatını patronlar için yük olmaktan çıkarmakta; onları kendisi ve patronlar için uzun vadeli borçlanma aracına dönüştürmektedir. 15 yıl boyunca işçiye ödenmeyecek olan primler -BES’te olduğu gibi- patronları ve kamuyu ucuza fonlayacak. Böylelikle, tasarruf oranlarının azlığından ve krizin basıncından yakınan iktidar için önemli bir kaynak oluşmuş olacak. Her yıl, yüz milyonlarca lira, kıdem tazminatı fonu üzerinden kamunun ve özel sektörün kullanımına sunulacak.
Sendikaların ucuz muhalefeti
Kıdem tazminatının kaldırılması girişimi karşısında başta Türk-İş ve DİSK olmak üzere- sendikalar “genel grev” tehditlerini yinelerken, AKP’nin işçi kolu konumundaki Hak-İş, iktidarın uygulamalarını onaylıyor.
Yıllardır hükümetin gündeminde olan bu düzenleme için herhangi bir ciddi karşı çıkış sergilemeyen ve bir eylem programını hayata geçirmeyen Türk-İş’in ve DİSK’in ucuz karşı çıkışlarına artık kimse inanmıyor. Onlar, Çalışma Bakanı’nın “iyimser” ve yanlış açıklamalarına göre toplam çalışanların yüzde 10’unun yararlandığı kıdem tazminatı hakkının tüm işçilere sağlanması için, bu güne kadar parmaklarını bile oynatmadılar. AKP iktidarını kıdem tazminatı hakkına yönelik saldırısında bu denli pervasız kılan şey, sendikaların göstermelik basın açıklamalarıyla ve ucuz tehditlerle yetineceğini bilmesidir.
Kapsamlı saldırılar gündemde
AKP iktidarı, artan ekonomik krizin ve Ortadoğu’da savaş beklentilerinin gölgesinde, kıdem tazminatının kaldırılması dahil, burjuva toplumsal karşı-devrim programı doğrultusunda bir çok yasal düzenlemeyi Meclis’ten geçirmenin hesabı içinde. O, işçi sınıfı düşmanı gerici yasaları, burjuva ve küçük-burjuva muhalefetin sessiz onayı sayesinde ardı ardına çıkartıyor.
AKP iktidarı, işçi sınıfına ve emekçilere yönelik kapsamlı sınıfsal saldırısını, bugüne kadar, sahte bir “demokratikleşme” örtüsü altında sürdürdü. Burjuva ve küçük-burjuva önderliklerin desteğiyle yaşama geçirilen etnik ve dinsel-mezhepsel kimlik politikaları, toplumu bu gerici referanslar ekseninde adım adım yeniden biçimlendirirken, işçi sınıfının sermayeye ve AKP iktidarına karşı bağımsız bir sınıf çizgisiyle mücadele etmesini engelledi. İktidarın işçi düşmanı gerici politikalarını hiçbir ciddi tehditle karşılaşmadan sürüyor olmasının altında yatan başlıca etmen budur.
Bununla birlikte, ABD ve Avrupa ekonomilerinin krizden çıkma yönünde herhangi bir belirti sergilemediği koşullarda alarm zilleri çalmaya devam eden bir ekonomiyi yönetmeye çalışan AKP iktidarının hareket alanı hızla daralıyor. AKP iktidarını zorlayan tek etmen, elbette altan alta derinleşen ekonomik kriz değil. İktidar, hem içeride hem de dışarıda, ciddi siyasi sorunlarla karşı karşıya. AKP iktidarının kabaca 2010’a kadar süren ilk 8 yıllık dönemine damgasını vuran ekonomik büyüme dalgasının çekilmesiyle birlikte, hem içerideki sözde “demokratikleşme” programının hem de dışarıdaki “komşularla sıfır sorun” politikasının -özellikle de Suriye politikasının- çöküşüne tanık oluyoruz.
Bu koşullar altında, iyice köşeye sıkışan AKP, kaçınılmaz olarak, giderek saldırganlaşmaktadır ve bu saldırganlık, onun çaresizliğinin ve güçsüzlüğünün ifadesidir.
İşçi sınıfı alternatifi için
Bununla birlikte, mevcut burjuva ve küçük-burjuva muhalefet, AKP’nin sürdürdüğü bu toplumsal karşı-devrim sürecinde, sermayenin şu ya da bu kanadına yedeklenmiş durumda. Onların bir kesimi (“liberaller”) açıkça ABD ve AB emperyalistlerinin sözcülüğüne soyunurken, diğerleri (“ulusalcılar”), işçi sınıfını, ucuz ve kaba bir ulusalcılık ekseninde burjuvazinin daha güçsüz (devletin “ulusal” korumasına muhtaç) kesimlerine yedeklemeye çalışıyor.
Bu “muhalefet”in her renkten sözcülerini, sendika bürokrasileri ve küçük-burjuva solu içinde bulmak mümkün. Etnik, kültürel ve dinsel kimlik politikaları ile halkçılık, emperyalizm-karşıtlığı ve hatta “sosyalizm” maskesi altında varlığını sürdüren bu “sol”un karakteristik özelliği, işçi sınıfına tepeden bakması ve onu “demokrat ve ilerici” burjuvalar ya da “devrimci” aydınlar, subaylar, gerillalar vb. tarafından kurtarılacak bir yığın olarak görmesidir. İşçi sınıfının mülk sahibi sınıflardan bağımsız bir toplumsal özne olarak ayağa kalkmasını ve sosyalist devrim yönünde ilerlemesini önlemek için elinden geleni yapan sendika bürokrasileri ve küçük-burjuva solu, aslında kendi ayrıcalıklarını koruma çabası içindedir.
Küresel krizin gölgesinde bütün ülkelerde sürmekte olan toplumsal karşı-devrimin Türkiye ayağını hızlandırmaktan başka şansı olmayan iktidara “dur!” diyebilecek tek güç işçi sınıfıdır. İşçi sınıfının bunu başarabilmesi için, bütün mülk sahibi sınıflardan bağımsız devrimci sosyalist bir perspektif temelinde kapitalizme karşı örgütlenmesi ve mücadelesini uluslararası bir güç olarak sürdürmesi gerekiyor.