İçinde bulunduğumuz yılın ilk yarısında başlamış olan toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin bir bölümünün son haftalarda yasal olarak grev kararı alma aşamasına gelmiş ve sendika bürokrasileri ile şirket yönetimleri arasında kamuoyuna yansıyan kimi gerilimler yaşanmış olması, küçük burjuva sol radikallerin saflarında sendika bürokratlarına yönelik, anti-Marksist ve gerçekçilikten bütünüyle uzak beklentilerin bir kez daha boy atmasına yol açtı. Farklı Stalinist gruplar, sol liberaller, sahte Troçkistler hepsi ağız birliği etmiş sendika bürokratlarından Türkiye işçi sınıfının “makus talihi”ne bir son vermesini bekliyorlar. Üstelik sorun bu küçük burjuva partilerin ve grupların gündelik mantıktan kopmanın son kertesine ulaşan yanılsamalar yaratmalarıyla ve sosyalizme ilgi duyan gençleri bu yanılsamalarla zehirlemeleriyle sınırlı değil. Bu sözde sosyalistler, aynı zamanda, ölüm döşeğindeki (Türkiye’de sendikalı işçilerin oranı yüzde 7’nin altına düşmüş durumda) bu örgütlerin başına çöreklenmiş, kendi maddi ayrıcalıklarını korumaktan başka derdi olmayan ve erimekte olan üye tabanlarının zerre kadar saygı ve güven duymadığı sendika bürokrasilerine kamuoyu önünde sol bir kılıf sağlıyorlar.
Hani “Hava-İş mücadele yolunu açıyor”du?
Küçük burjuva sol radikaller Hava-İş sendikası ile THY yönetimi arasındaki toplu sözleşme görüşmelerinin tıkanması üzerine, havacılık sektöründe çok büyük işçi mücadelelerinin patlak verebileceğinden ve sendikanın işçi katılımını her şeyin önünde tuttuğundan dem vurmaya başladılar. Sol radikal grupların ve partilerin yayınları aynı türden basmakalıp haber ve yorumlarla doluydu: yolu Hava-İş açıyordu, diğerleri arkasından gelecekti… Bu koroya, sahte Troçkistler de katıldı: “Hava-İş sendikasında yaşananlar işçi sınıfı saflarındaki kıpırdanmaların ilk belirtileriydi. Son derece demokratik bir şekilde, işçi katılımını hemen hemen her şeyin üstesinde tutan bir anlayışla, THY ile aralarında süren toplu sözleşme sürecine müdahale eden Hava-İş, önemli bir süreç başlattı. THY patronlarının işçiyi ‘ensesine vur, ekmeğini elinden al’ pozisyonuna düşürme çabalarına, işçinin örgütlü gücünü kullanarak, ‘işçi sınıfı vardır ve mücadele edecektir!’ diyerek cevap verdi ve toplu sözleşmede işçinin haklarında ısrarcı oldu. Tüm medya, patronlar ve hükümetin desteğini arkasına alan THY patronları yine de THY işçisinin ve sendikasının belini bükemedi.”
Stalinistinden sahte Troçkistine kadar küçük burjuva “sol” radikallerinin hep birlikte şişirdikleri balon Hava-İş bürokratlarının 25-26 Ağustos tarihlerinde, bütünüyle kapalı kapılar ardında sözleşmeyi imzalamasıyla patlayıverdi. Daha da kötüsü Hava – İş bürokratları, bu anlaşmayı, THY artık özelleştirilmiş bir şirket olmasına karşın Çalışma Bakanı’nın gözetimi altında, taleplerinin çok büyük bir bölümünden, bir kalemde ve hiç kimseye sormadan vazgeçerek ve Türk-İş’in 2 ay önce hükümetle yaptığı çerçeve protokolünde yer alan hükümlerin dışına çıkmayarak imzaladı. Sol radikallerin bu sonucu Hava-İş bürokratlarıyla aynı ağzı kullanarak “çok başarılı ve onurlu” bir sonuç olarak lanse edip etmeyecekleri hep birlikte göreceğiz.
Elbette sol radikaller Hava-İş bürokrasisi ile ilgili bu içi boş güzellemeleri yaparken havacılık sektörünün son yıllarda gösterdiği gelişmeyi ve bunun karşısında Hava-İş nasıl bir tutum takındığını ele alma zahmetine katlanmadılar. Bunu yapmış olsalardı sektörün 4-5 yıldan bu yana hem çok hızlı büyüdüğünü, hem de yapısal bir değişim sürecinden geçtiğini, THY’nin sektördeki payının giderek küçüldüğünü ve tek bir havayolu şirketinin sendikasına dönüşmüş olan Hava-İş’in artık sektörün küçük bir bölümünde varolduğunu görürlerdi. Hava-İş bürokrasisi hazırdan yiyor ve bunun çok uzun sürmeyeceğini görebilmek için falcı olmak gerekmiyor.
Sanovel İşçilerinin direnişi
Çorlu’da kurulu Sanovel ilaç fabrikasında sendikalaşmaya kalkıştıkları için işten atılmış olan 190 işçinin 5 Haziran’dan başlattığı direniş 27 Ağustos günü bitti. Petrol-İş Trakya Şubesi’nden bürokratlar ve avukatlar, Sanovel patronlarıyla anlaşmıştı. Bu anlaşma sonucunda 190 Sanovel işçisi tazminatlarını alarak işsizler ordusuna katıldılar.
Sanovel direnişi, sendika bürokratları eliyle kırılmış; 190 işçi, üyesi olmak istedikleri Petrol-İş bürokratları tarafından satılmıştır. İşçilerin “sendikalı olarak işe dönme” talebiyle başlattıkları direnişe, bırakalım diğer işkollarını bir yana, bizzat kendi sendikalarında örgütlü işçilerin bile eylemli desteğini sunmayan Petrol İş bürokratları, şimdi, Sanovel patronlarının işsizlik sadakası olarak verdiği tazminatı bir kazanım olarak sunuyorlar. Sanovel işçilerinin uğradığı yenilginin tek suçlusu Petrol – İş bürokratları değildir. Her renkten radikal sol küçük burjuva çevre, özellikle seçim kampanyası sürecinde, Sanovel direnişçilerini ziyaret etmiş; onlarla “devrimci dayanışma” açıklamaları yapmıştı. Gerçekte ise onlar, direnişçi işçilere Petrol – İş bürokrasisinin patronlarla anlaşarak kendilerini satacağını, onlara asla güvenmemeleri gerektiğini, konjonktürün bu tür yalıtılmış eylemlere başarı şansı tanımadığını vb. anlatmayarak, gerçekleri işçilerden gizlediler; sendika bürokratlarının ve patronların değirmenine su taşıdılar. Seçim kampanyalarında kendi reklamlarını yapma peşinde koşan küçük burjuva radikalleri, direniş boyunca “zafer yakın” çığlıkları atarak işçilerin sendikalar hakkındaki yanılsamalarını körüklediler; onları kandırdılar. Şimdi onlar, 190 Sanovel işçisinin bir sadaka karşılığında işsizler ordusuna katılması karşısında, “soğuk kanlı” değerlendirmeler eşliğinde bu suçlarını örtmeye çalışıyorlar: Sendika, direnişi yerel sınırlara hapsedip pasifleştirmiş (başka türlü olabilir miydi?); işçilerin sendikadan beklentileri varmış (sanki onların yoktu!). Bu durumda, insan sormadan edemiyor: Neden bu derin değerlendirmeleri direniş öncesinde ve sırasında yapıp işçilere gerçekleri söylemediniz?
Tehlikeli yanılsamalar
İşçi hareketini sendikal hareketle, onun örgütlenmesini de sendikalarla özdeş gören sol radikaller bu türden yanılsamaları Haber-İş, Teksif, Tez-Koop İş, Petrol-İş ve diğer sendika bürokrasileri için de yaratıyorlar. Bütün ufukları “korumacı” ulus devletle sınırlı olan küçük burjuva radikaller iş aymazlık ve utanmazlığa geldiğinde sınır tanımıyorlar.
Birkaç ay önce sendika bürokrasisine yağcılık yapmayı tek ilke olarak benimseyen İşçi Kardeşliği Partisi’nin gazetesinde yer alan bir söyleşide, Haber-İş sendikası işyeri temsilcisi ve bu partinin üyesi İhsan Bayri bile şunları söylüyordu: “Zaten toplantı yapıyoruz, toplantının dört saatlik süresinin üç saatinde sendikanın gayri menkulleri ile ilgili konuşuluyor. İki dönemdir aynı ekip yönetimde, bir önceki dönemde kendi dönemlerinde alınmış gayri menkulleri şimdi satmaya kalkıyorlar. Ben de diyorum ki, hem alırken kazandınız, şimdi de satarak kazanacaksınız. İşçi sınıfının geleceğiyle, Telekom işçilerinin geleceğiyle ilgili en ufak bir program yok. İşin tuhaf tarafı Genel Merkez’den biz bunları bekleyebiliriz; çünkü duruşları belli, siyasal duruşları belli, işçi sınıfına bakışları belli.” Haber-İş bu son toplu sözleşme ile bütünüyle yok olup ortadan kalkmanın eşiğine gelmiştir; onun Telekom yönetimiyle yaşadığı anlaşmazlık bir mücadeleyi başlatmaya yönelik değildir. Bu, Haber – İş bürokrasisinin boğulurken yaptığı son çırpınışlardır.
Aynı şey 1,5 milyon tekstil işçisinden sadece 30 bininin üye olduğu TEKSİF için de geçerlidir. TEKSİF grev kararı aldığı 17 işletmede işveren örgütüne yıllık 4 ikramiyenin 2.5’a indirilmesini önermektedir. Aynı TEKSİF’in bürokratları geçtiğimiz Nisan ayında yaptıkları 3 günlük genel kurulları için delegelere günde 1000 YTL üzerinden 10 günlük, toplam 10000 YTL harcırah ödediler. Daha fazla söze gerek var mı?