Bugün General Elektrik Alstom, Schneider ve ABB’ye ait fabrikalardaki yaklaşık 2.200 işçi giderek artan hayat pahalılığına ve kendilerine dayatılan sefalet koşullarına karşı greve çıktı. Ancak bu grevler hükümet tarafından “60 gün ertelendi”. Sözde “Milli güvenliği bozucu nitelikte” olduğu gerekçesiyle alınan bu karar, gerçekte bir yasaklamadır. Hükümet, iki gün önce, Bursa Orhangazi’deki Asil Çelik fabrikası işçilerinin grevini de yasaklamıştı.
EMİS’e bağlı fabrikalardaki grevi de başlar başlamaz yasaklayarak sermayenin imdadına yetişmesi, AKP iktidarının sınıfsal karakterini bir kez daha gözler önüne sermektedir.
Bu grev yasağına karşı çıkmak, başta metal işçileri olmak üzere tüm işçi sınıfının ve gençliğin görevidir. “Milli güvenliği bozucu nitelikte” ifadesinin arkasına gizlenen şey, egemen sınıfın çıkarları ve kapitalist düzenin güvenliğidir. Grevin yasaklanmasının ardından Pazartesi gününe kadar üretime ara verilen fabrikalardaki işçiler, bu siyasi saldırıya fabrikalarda direnişe geçerek ve tüm işçi sınıfını eylemli dayanışmaya çağırarak karşılık vermelidir.
Hükümetin bu yasaklama kararını böylesine rahat bir şekilde almasının başlıca sorumlusu, işçilerin kararlılığı sonucunda grevi kabullenmek zorunda kalan ama bu arada, sendika başkanının da itiraf ettiği gibi, hükümet yetkilileri ile görüşen Birleşik Metal-İş bürokrasisidir.
Adnan Serdaroğlu, grevin yasaklandığı gün Asil Çelik’in önünde işçilere yaptığı konuşmada, sadece şirketle değil, hükümet yetkilileri ile de günlerdir görüşmeler yaptığını anlatmış ve onlardan kendilerine yardımcı olmalarını istediğini söylemişti.
İktidar, kölece işbirliğine hazır olduğunu ilan eden sendika yönetiminin “erteleme” kararının hemen ardından grev yasaklarını uygulamak ve işçilere işbaşı yaptırmak üzere emre hazır olacağını, elbette biliyordu. O, temsil ettiği sınıfın çıkarları doğrultusunda gereğini yaptı ve grevi yasakladı.
Şimdi, sendika yönetimi, hükümete grevleri dilediği gibi yasaklama imkanı veren yasalara sadık kalacağını ilan ediyor ve “derdimizi özel hakeme anlatacağız” diyor.
Serdaroğlu ve diğer sendika bürokratları ne kadar çabalarsa çabalasın, metal işçileri, kendilerini patronlardan ve hükümetten sadaka dilenen konumda gösteren bu hükümet-şirket işbirlikçilerine gereken yanıtı vereceklerdir.
Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin gençlik hareketi Toplumsal Eşitlik İçin Uluslararası Gençlik ve Öğrenciler (IYSSE-Türkiye), öğrencileri ve genç işçileri, İstanbul, Kocaeli, Bursa, İzmir ve Manisa gibi önemli kentlerdeki fabrikalarda uygulamaya konan grev yasaklarına karşı, metal işçilerini desteklemek üzere harekete geçmeye çağırıyor.
İlköğretimden üniversitelere kadar gerici milliyetçi ve dinci ideolojilerin propagandasının yapıldığı çağdışı bir eğitim sistemi eliyle sermayenin savaş ve diktatörlük yöneliminin uysal köleleri haline getirilmek istenen öğrenci gençlik şu gerçeği bilmek zorunda: Kapitalizm, gençliğe, savaşlarda ölmek ve sefil bir yaşam sürmek dışında hiçbir gelecek sunmamaktadır.
Kapitalizm adlı bu sistemin akıldışılığının en çarpıcı ifadelerinden biri, sadece 8 milyarderin dünyanın en yoksul yarısınınkinden (3,6 milyar insan) daha fazla bir serveti kontrol ediyor olmasıdır. Benzer bir tablo, Türkiye için de geçerlidir. Credit Suisse’in Küresel Servet Raporu’na (Ekim 2014) göre, Türkiye nüfusunun en zengin yüzde 1’inin (kabaca 750.000 kişi) toplam ulusal servetten aldığı pay, 2002-1014 yılları arasında, yüzde 39,4’ten yüzde 54,3’e çıkmıştı. Dahası, Forbes Türkiye’nin 2014 yılına ilişkin rakamlarına göre, o yıl 810 milyar dolar olan ulusal gelirin 56,5 milyar dolarına, yalnızca 25 kişi sahipti.
Tüm ülkeleri saran böylesi derin bir toplumsal eşitsizlik, demokratik yönetim biçimleri ile bağdaşmamaktadır. Toplumsal servetin büyük bölümüne el koyan bu küçük azınlık, ayrıcalıklarını ve varlığını, yalnızca otoriter ve totaliter diktatörlükler eliyle koruyabilir ki şimdi gündemde olan anayasa değişikliği, tam da böyle bir diktatörlüğü hedeflemektedir.
AKP iktidarının diktatörlük gündemi ile savaş yönelimi bir bütündür. İktidar, kriz içindeki egemen sınıfı kurtarmak adına, işçi sınıfının elindeki son kazanımlara yönelik saldırıyı tırmandırırken, Türkiye’yi giderek artan şekilde Ortadoğu savaşının içine sürüklemiştir.
Türk ordusunun Suriye’de “Fırat Kalkanı” adı altında başlattığı askeri operasyon, Türk egemen sınıfının savaşlar yoluyla yeniden biçimlenen emperyalist sistem içindeki konumunu güçlendirmeyi amaçlarken, aynı zamanda, içerideki devasa toplumsal gerilimleri bir “dış düşman”a yöneltmeyi hedeflemektedir. Kaçınılmaz olarak milliyetçiliğin yükseltilmesinin ve polis devleti önlemlerinin eşlik ettiği bu süreçte, asıl düşmanın içeride olduğu gerçeği asla unutulmamalıdır.
Türkiye egemen sınıfının AKP eliyle uyguladığı savaş ve diktatörlük gündemini belirleyen temel etmen, kapitalizmin küresel ölçekte derinleşen krizidir. Bu süreçte, egemen sınıfın her bir ülkedeki kesimi, krizden diğeri zararına bir çıkış arayışı içinde, ticaret ve kur savaşlarına soyunmuş durumda. Sovyetler Birliği’nin Stalinist bürokrasi eliyle dağıtılmasının ardından “kapitalizmin nihai zaferi” ve “küresel barış” çığlıkları atan egemen sınıflar, şimdi, milyonlarca emekçinin ve gencin öleceği bir savaşa hazırlanıyorlar.
Uluslararası simgesini faşizan demagog milyarder Donald Trump’ın ABD başkanı seçilmesinde bulan bu eğilim, kendisini, diğer ülkelerde de aşırı sağın yükselişinde, sosyal haklara yönelik görülmemiş saldırıda, artan toplumsal eşitsizlikte, savaş hazırlıklarında ve otoriter diktatörlük inşalarında dışavurmaktadır.
Başta Trump yönetimindeki ABD olmak üzere bütün devletleri ekonomik korumacılığa yönlendiren kapitalist kriz, aynı Birinci ve İkinci Dünya Savaşları öncesindekine benzer koşullar yaratıyor.
Hiç kimse, artık, bu sistem ve onun üzerinde yükselen hükümetler altında, geleceğe umutla bakmıyor.
Ancak kapitalizmin toplumsal saldırı, savaş ve diktatörlük yönelimini tırmandıran krizi, aynı zamanda büyük toplumsal mücadelelerin de zeminini yaratıyor. Son yıllar, tüm dünyada, işçi sınıfının giderek artan militan mücadelelerinin geri dönüşüne tanık oluyor. ABD’de greve çıkan işçi ve grevde geçirilen gün sayısı devasa bir oranda artarken, Çinli işçilerin grev ve protestolarının sayısı her geçen yıl katlanıyor. Avrupa’da, başta Fransa, Yunanistan, Belçika işçileri ve gençliği aynı sorunlara karşı mücadelelere girişirken, Afrika’dan Asya’ya sınıf mücadelesi yükseliyor.
Meksikalı işçilerin ve gençliğin yılbaşında patlak veren militan mücadeleleri, tüm ülkelerin geleceğine ayna tutuyor. Yasaklanan metal işçilerinin grevi de, bu uluslararası eğilimin ayrılmaz bir parçasını oluşturmaktadır. Gerçek şu ki, işçi sınıfının 2015 Mayıs’ında patlak veren militan metal grevleriyle birlikte dönüşü, egemen sınıfın tek gerçek korkulu rüyasının, devrimci işçi sınıfı hayaletinin yeniden canlanması anlamına geliyordu. Bu korkunun nedeni, bu gidişatı durdurabilecek ve savaştan, sınırlardan ve sömürüden arınmış yeni bir dünya kurabilecek tek gücün işçi sınıfı olmasıdır.
Banka ve şirket patronlarının, iktidarı ve muhalefeti ile burjuva siyaset kurumunu, medyayı, akademisyenleri ve sendikacı maskesi altında faaliyet gösteren “emek polisleri”ni bu grevleri engellemek üzere seferber etmesinin nedeni budur.
Onlar, kapitalizmin krizine ilişkin kendi yıkıcı çözümlerini (toplumsal karşı-devrim, diktatörlük ve savaş) yaşama geçirirken, aynı zamanda, en küçük kıvılcımın büyük devrimci patlamalara yol açabileceğini çok iyi bildikleri için, sadece birkaç bin işçinin katıldığı grevleri bile yasaklamaktadırlar.
Gelecek, kesinlikle umutsuz değil ve 1917 Rus Devrimi’nin 100. yılında, sosyalizm alternatifi, Stalinist ve diğer küçük-burjuva çarpıtmalardan arınmış biçimde, bütün görkemiyle yeniden yükseliyor. Etnik, dinsel, kültürel vb. burjuva kimlik politikalarını bayrak edinmiş olan sahte solun emperyalizmin hizmetinde olduğu gerçeği açığa çıktıkça, işçilerin ve gençliğin gelişmelere sınıfsal ve uluslararası bilimsel bir perspektifle bakma eğilimi güçleniyor.
İşçi sınıfının ve gençliğin savaş ve diktatörlük tehdidini ortadan kaldırabilmesi, yalnızca, enternasyonalist sosyalist bir perspektif ve program temelinde örgütlenip mücadele etmesine bağlıdır.
IYSSE, bu perspektiften hareketle, tüm gençleri, “yolumuz, işçi sınıfının enternasyonalist sosyalist yoludur” şiarıyla, üniversitelerde, liselerde ve işyerlerinde grev yasağına karşı çıkmaya ve metal işçilerini desteklemek üzere komiteler oluşturmaya çağırıyor.
Bu mücadeleyi okullara yaymak ve IYSSE’yi inşa etmek üzere bizimle bağlantıya geçin.