Gerileyen ABD’nin bir portresi

Geçtiğimiz on gün içinde -yoksulluk, ücretler, gelir eşitsizliği ve toplumsal hareketlilik- üzerine yayımlanan bir dizi rapor, ABD’nin dünyadaki en yüksek yaşam standartlarına sahip sınırsız ekonomik fırsatlar ülkesi olduğu efsanesiyle tamamen çelişiyor. Dünya Sosyalist Web Sitesi, bu raporlara doğallıkla dikkat çekmektedir ama bu verileri Amerikan kapitalizminin Marksist eleştirmenleri ve muhalifleri toplamadılar. Tersine, bu rakamlar Genel Muhasebe Bürosu, Kongre’nin Bütçe Bürosu, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), Nüfus İdaresi ve New York’taki Merkez Bankası’ndan gelmektedir.

Bu, 2011 yılı ABD’sindeki gerçek durumunu fazlasıyla çelişik hale getirmektedir. Mali aristokrasinin siyasi temsilcilerinin denetimindeki kurumlar bile Amerikan halkının büyük çoğunluğunun yaşam koşullarının çok kötü olduğunu kabul etmek zorunda kalmaktadır.

Bu rakamlar, ABD’nin, çalışanların ve bütün serveti üretenlerin onun giderek daha azına sahip olduğu, bu arada asalak, yıkıcı ve bütünüyle gerici bir rol oynayarak bu emeğin kârını toplayanların servetlerinin akıl almaz ölçüde biriktiği bir artan toplumsal eşitsizlikler ülkesi olduğunu göstermektedir.

İki rapor, ABD’de zenginler ile toplumun geri kalan kesimi arasındaki toplumsal kutuplaşmanın en az zenginler ile yoksullar arasındaki kadar çarpıcı olduğunu ifade etmektedir.

Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından 20 Ekim’de yayımlanan rakamlara göre, bir Amerikan işçisinin 2010 yılındaki ortalama geliri 26.364 ABD Doları’ydı ki bu, dört kişilik bir aile için resmi yoksulluk sınırı olan 22.025 Dolar’ın çok üstünde değildi. Bir ailenin resmi yoksulluk sınırının iki katı gelir elde etmesi durumunda bile sıkıntıyla ve güvensizlikle karşılaştığı düşünülürse, SGK’nin raporunun makul bir tanımlamayla “yoksul” kesime dâhil ettiği insanların Amerikan halkının mutlak çoğunluğunu oluşturduğunu söylemekte hiçbir abartı yoktur.

Tablonun diğer yanında, Kongre’nin Bütçe Bürosu’nun 25 Ekim’de yayımlanan bir çalışması, 1979-2007 yılları arasında ABD’deki ailelerin en zengin yüzde 1’inin gelirinin yüzde 275 oranında arttığını; bu kesimin ulusal gelirden aldığı payın da iki kattan fazla arttığını gösteriyor. Bu tabakanın geliri neredeyse üçe katlanırken, nüfusun yüzde 60’ını oluşturan orta tabakanın geliri, 28 yıl içinde yalnızca yüzde 40; en yoksul yüzde 20’nin geliri ise yalnızca yüzde 18 arttı.

Durumu ortaya koyan diğer istatistikler: 55 yaş ve üstü işçiler arasındaki işsizlik oranı 2007’den bu yana ikiye; işsizlik süresi ise üçe katlanmıştır. Çalışmakta olan 65 yaş ve üstü işçilerin üçte biri saatte 11 ABD Doları’ndan az kazanmakta; bu arada, toplumun bu kesiminde yoksulluk ve gıda yardımına bağımlılık oranları hızla artmaktadır.

2010 yılında bankalardan çekilen öğrenci kredilerinin Dolar karşılığı tutarı, bir yıl içinde o zamana kadar görülen en yüksek miktar olan 100 milyar ABD Doları’nı bulmuş; toplam öğrenci kredisi borçları 2011’de, toplam kredi kartları borçlarını geçerek, 1 trilyon ABD Doları’nı aşmıştır. Öğrenciler, yüksek okul eğitimleri için, on yıl öncesinin iki katı fazla borçlanıyorlar.

ABD’deki nüfusun coğrafi hareketliliği 1948’den bu yana kaydedilen en alt düzeye inmiştir. Bu, özellikle gençler için [okuma ve çalışma] fırsatının kaybolduğunun bir yansımasıdır. İnsanlar evlerini satamamakta ya da yenisini alamamakta; yüksek okul bitiren gençlerin çoğu, kendi yaşamlarını kurmaya yetecek para kazanabilecekleri bir iş bulamadıkları için ailelerinin yanına geri dönmektedir.

Gallup’un bir kamuoyu araştırması, Amerikan işçilerinin yüzde 19’unun kendilerini ve ailelerini besleyip besleyemeyecekleri konusunda kaygılı olduğunu; bunun, Çinli işçilerin aynı kaygıyı taşıyan yüzde 6’sından üç kat fazla olduğunu açığa çıkardı. Gallup’un temel sosyal ihtiyaçlara erişme ölçümü, Amerikan işçilerinin beslenme, uygun barınma ve tıbbi bakım imkânlarına ulaşmalarının giderek zorlaştığını göstermektedir.

Bu rakamlar, hem köklü bir toplumsal krizi hem de devasa bir tarihsel dönüşümü kanıtlamaktadır. ABD, işçi sınıfının yaşam standartları da dahil toplumsal göstergelerde dünyaya yol gösteren bir ülke olmaktan çıkarak, en azından sanayileşmiş ülkeler arasında, halkının çoğunluğunu yoksunluk ve sefalet koşullarına mahkum etmede önder bir konum kazanmıştır.

Amerikan kapitalizminin gerilemesi, onun bir zamanlar var olan güçlü sanayi temelinin çürümesinde, yolların, köprülerin ve diğer sosyal altyapıların harap olmasında, okulların, kitaplıkların, hastanelerin ve diğer kamu hizmetlerinin kapatılmasında görülmektedir. En son yapılan kamuoyu araştırmalarına göre, Amerikan halkının yüzde 80’inden fazlasının ülkelerinin yanlış yolda olduğunu hissetmeleri boşuna değil. Bu gerilemenin başını, toplumun geri kalan kesimiyle ilişkisi devrim öncesi Fransa’nın rejimini anımsatan bir mali aristokrasi çekmektedir.

Bu raporlar ve tablo, Amerikan toplumunun, özellikle Obama yönetimini ve Obama’nın seçimini Amerikan siyasetinde dönüştürücü bir gelişme gibi sunanları suçladığını göstermektedir. Son üç yılın gerçek anlamı, servetin işçi sınıfından alınıp kılı kırk yaran seçkinlere aktarılacak şekilde kapsamlı bir yeniden dağılımıdır ki bu, Obama tarafından denetlenmiş ve teşvik edilmiştir ve sürmektedir.

Siyasi olarak ağır basan gereklilik, işçi sınıfının bu toplumsal ve ekonomik gerilemenin nedenini kavramasıdır. ABD’de ve dünya çapında başarısız olan şey kapitalizmdir. Bu kâr için üretim sistemi, gerçekte, en tepedeki küçük bir azınlık için rekor kârlar üretmektedir ama o, büyük çoğunluğu oluşturan emekçiler için bir açmaz haline gelmiştir.

İşçi sınıfı, işyerlerini koruma, doğru düzgün gibi bir eğitim, güvenli bir emeklilik ve diğer sosyal hakları savunmada kendi programını geliştirmelidir. Bu, yalnızca, sahtekârca işçileri savunduğunu iddia ederken gerçekte bankaların ve şirketlerin çıkarlarını destekleyen resmi sendikaların ve Demokrat Parti’nin pençesinden kurtulmakla mümkündür.

“Wall Street’i İşgal Et” hareketinin ve onun iki aydan kısa süre içinde kazandığı kitlesel desteğin altında, eşitsizliğe ve bütün bir siyasi sistemin şirketler tarafından denetlenmesine karşı artan muhalefet yatmaktadır. Ama bu, yaklaşmakta olanın yalnızca ilk ifadesidir.

Kapitalizmin krizine verilmesi gereken yanıt, kapitalistlere cesur bir saldırıdır. İşçi sınıfı, milyarderlerin ve bütün egemen mali oligarşinin mülksüzleştirilmesi, başlıca bankaların ve şirketlerin kamulaştırılması ve emekçilerin ürettiği muazzam servetin özel çıkarlar uğruna değil ama sosyal ihtiyaçları karşılamak için kullanılması gibi sosyalist talepler için mücadele etmelidir.

Bu mücadelenin ilerletilmesinde belirleyici olan şey, işçi sınıfının yeni ve devrimci önderliğinin -Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (SEP)- inşasıdır. Bugün siyasi mücadeleye giren gençleri ve işçileri SEP’e katılmaya ve uluslararası işçi sınıfı içinde bu perspektif uğruna mücadele etmeye çağırıyoruz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir