Dündar’a ve Gül’e hapis cezası: Yönetici klik savaş ve diktatörlük yöneliminde kararlı

MİT TIR’ları haberi nedeniyle haklarında 35,5 yıl hapis cezası istenen Cumhuriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül, Davutoğlu’nun istifa kararını açıklamasının ardından, “devletin güvenliği veya içi veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgilerini açıklamak” suçundan, sırasıyla, 5 yıl 10 ay ve 5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme, Dündar’ı ve Gül’ü “darbeye teşebbüs” suçundan aklarken, “silahlı terör örgütüne üye olmaksızın bilerek ve isteyerek yardım etme” iddiasına ilişkin soruşturmanın başka bir dosya numarası üzerinden yürütülmesine karar verdi.

Bu arada, Can Dündar, savunmalarının ardından verilen ara sırasında bir kişinin silahlı saldırısına uğradı. Dündar, eşi dahil çevredekilerin müdahalesi sayesinde yara almadan kurtulurken, kurşunlardan biri NTV muhabiri Yağız Şenkal’ın bacağına isabet etti. Silahlı saldırgan olayın hemen ardından polisler tarafından gözaltına alındı.

Dündar’a ve Gül’e yönelik mahkeme kararı, yönetici seçkinlerin savaş ve diktatörlük yönelimindeki kararlılığının en son ifadesidir. ABD’deki ve Avrupa Birliği’ndeki emperyalist müttefiklerine “herkes kendi işine baksın” restini çeken Erdoğan önderliğindeki yöneticiler, kendi denetimlerindeki bir mahkemenin verdiği bu kararla, bir kez daha, her türlü muhalefeti ezeceklerinin işaretini veriyorlar (çok sıkı polis denetiminin olduğu bir yerde mahkeme arasında gerçekleşen silahlı saldırı da, yönetici seçkinlerin muhalefete yönelik mesajının bir parçasıdır).

Davaya konu olay iki yıl öncesine dayanmaktadır. 2014 yılının 19 Ocak günü Suriye’ye silah taşıyan üç TIR, Adana’da, savcılık emriyle gerçekleşen bir jandarma-polis operasyonuyla durdurulmuş ve MİT, TIR’ların kendisine ait olduğunu iddia ederek, arama yapılmasını engellemeye çalışmıştı. Bu operasyonu yürüten dört savcı ve bir kurmay albay, sözde “paralel yapı”nın bir parçası oldukları iddiasıyla, Mayıs 2015’te tutuklanmıştı.

Cumhuriyet gazetesi, bu tutuklamaların hemen ardından, 29 Mayıs günü, “MİT TIR’ları” ile ilgili bir haber yaptı ve MİT’in Suriye’de Esad yönetimine karşı savaşan şeriatçı milislere yasadışı silah sevkiyatını belgeledi. Olayı örtbas etmek isteyen iktidarın bu habere tepkisi sert olmuştu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 31 Mayıs 2015 günü, TRT’deki bir canlı yayınında, “MİT TIR’ları” konusunun gündeme getirilmesini “casusluk” olarak tanımladı ve “Haberi yapan bedelini ağır ödeyecek” tehdidinde bulunmuştu. Ama Cumhuriyet gazetesinin genel yayın yönetmeni Can Dündar, bu tehdide, 2 Haziran tarihinde kaleme aldığı 20 soruluk bir yazıyla yanıt verdi. Erdoğan’ın ve iktidarın ipliğini pazara çıkartan bu yanıtı, 12 Haziran günü yayımlanan bir başka “MİT TIR’ları” haberi izlemişti.1

Kasım ayında Dündar ve Gül’ün tutuklanmaları üzerine yazdığımız yazıda, yasaları hiçe sayarak yapılan bu tutuklamaların, Suriye’yi istila etmeye hazırlanan iktidarın, medyayı bütünüyle kendi denetimi altına alma, diğer gazetecilere gözdağı verme ve halkın yaşanacak gelişmeler konusunda –sınırlı da olsa– bilgi edinmesini engelleme çabasının bir parçası olduğunu belirtmiştik.

Türkiye, Ortadoğu’nun emperyalistler tarafından yeniden paylaşımı ve Rusya ile İran’ın bölgedeki gücünün geriletilmesi sürecinin bir parçası olarak Körfez ülkeleri ile birlikte Suriye müdahalesinde aktif bir rol oynuyor. ABD emperyalizminin planları doğrultusunda mezhepçi-etnik politikaları kışkırtarak Esad rejimini devirmeyi amaçlayan Türkiyeli egemenlerin hedefi, yeni sömürü ve etki alanlarına sahip olmak ve içeride biriken toplumsal gerilimleri bir savaş yoluyla dışarıya akıtmaktır. İktidarın, burjuva medya da dahil, bu yönelime muhalif olan her sesi susturma çabasının altında, Türkiye’deki sistemin yazgısının doğrudan doğruya Suriye’de sürmekte olan savaşa bağlı olması yatıyor.

Dış politikada Mısır’da Müslüman Kardeşler’in devrilmesi ve Rusya’nın Esad’ı güçlendiren müdahalesi; içeride ise Gezi Parkı protestoları, 17-25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmaları, yasadışı kitlesel grevler ve nihayet geçtiğimiz yıl Haziran ayında yapılan seçimler gibi birbiri ardına gelen darbeler karşısında sersemleyen AKP iktidarı, bu açmazdan çıkış yolunu, çok yönlü ve amansız bir saldırıda bulmaktadır. Bu doğrultuda içeride savaşı yeniden canlandıran iktidar, ayrıca, bir polis devleti inşası yolunda hızla ilerlemektedir.

Toplumsal muhalefete yönelik cadı avı sürekli tırmandırılırken, burjuva medyanın havuz medyası dışında kalan büyük bölümü tehdit ve şantajlarla susturuluyor, çok sayıda internet sayfası keyfi olarak kapatılıyor.

Önümüzdeki günlerde, ABD ve AB’den gelen basın özgürlüğü ve demokratik haklar konusundaki kaygı açıklamalarının ve ikiyüzlü kınamaların artacağından kimsenin kuşkusu olmasın. Oysa aynı ABD ve AB, Ankara’nın Suriye’de işlediği suçların baş sanıkları ve Türkiye’deki muhalefete yönelik saldırıların suç ortaklarıdır.

ABD Ankara’yı kendi Suriye stratejisine tam olarak uyarlama adına Kürt illerinde estirilen devlet terörüne sessiz kalmakta; AB ise Suriyeli göçmenlerin Avrupa’ya geçişini engellemesi karşılığında AKP iktidarının savaş ve diktatörlük yönelimine onay vermektedir.

Uluslararası medyanın Türkiye’deki basın özgürlüğüne yönelik saldırılara gösterdiği tepki, tam bir ikiyüzlülük örneğidir. Aynı medya, NSA’in yasadışı dinlemelerini açığa çıkartan Edward Snowden’a karşı başlatılan cadı avında ABD yönetiminin ve diğer emperyalist hükümetlerin ardında hizaya geçmişti. Onlar, tüm ABD vatandaşlarının ve 700 milyon Avrupalının da aralarında yer aldığı yüz milyonlarca insanın her etkinliğinin yasadışı izlenmesine olanak sağlayan düzenlemelerin sürdürülmesinden yana tavır almışlardı. WikiLeaks’in kurucusu Julian Assange’a ve gizli belgeleri açığa çıkartan Chelsea Manning’e yönelik saldırı da bunun bir parçasıdır.

Demokratik haklara yönelik saldırılara karşı mücadele ne burjuvazinin muhalif kesimlerine ne emperyalist devletlere ne de onların medya ve siyaset kurumu içindeki temsilcilerine bırakılabilir. Bütün ülkelerin egemen sınıflarının dahil olduğu savaş ve diktatörlük yönelimine son vermek zorunda olan güç, işçi sınıfıdır. O, bu görevi, yalnızca, burjuvazi ile ulusal birlik programının yerine işçi sınıfının uluslararası devrimci birliğini geçirerek başarabilir. Bunun için, işçi sınıfının, mülk sahibi sınıfların bütün kesimlerinden bağımsız, etnik, dinsel vb. kimlik politikalarından arınmış uluslararası sınıf kimliğiyle; savaşın ve diktatörlüklerin kaynağı olan kapitalist sömürünün ve ömrünü çoktan doldurmuş olan ulusal sınırların olmadığı sosyalist bir dünyanın parçası olarak Ortadoğu Sosyalist Devletler Federasyonu’nu amaçlayan sosyalist bir program uğruna mücadele etmesi gerekiyor.

Bu mücadelenin olmazsa olmaz bileşeni, bütün mülk sahibi sınıflardan bağımsız, enternasyonalist ve sosyalist bir işçi sınıfı partisidir.

 

Dipnotlar:

1 Konuyla ilgili bkz. Metin Efe Uysal, “MİT TIR’ları, ‘Basın Özgürlüğü’ ve Burjuva İkiyüzlülüğü”, 5 Haziran 2015. Erişim: https://www.sosyalistesitlik.org/mit-tirlari-basin-ozgurlugu-ve-burjuva-ikiyuzlulugu/

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir