18 Ekim günü İstanbul Küçük Armutlu mahallesinde polislerin “terör operasyonu” bahanesiyle baskın düzenledikleri evde, bir polisin hedef gözeterek ateş etmesi sonucunda ağır yaralanan ve Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastahanesi’ne kaldırılan Dilek Doğan, sekiz gün yoğun bakım ünitesinde yaşam mücadelesi verdikten sonra 25 Ekim’de hayatını kaybetti. 25 yaşındaki Dilek, giyim mağazasında çalışan genç bir emekçiydi.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Dilek Doğan’ın kasten sırtından vurulmasından 32 saat sonra açıklama yapmış ve katil polisi aklama çabası içinde aileyi arbede çıkartmakla suçlamıştı. Dilek Doğan’ın ailesinin ifadeleri ise polisin terörü konusunda şüpheye yer bırakmıyordu.
Dilek Doğan’ın babası Metin Doğan yaşananları şöyle anlatmıştı: “Evimize 4 polis ayakkabılarıyla girdi. Kızımı vuran polise ‘galoş giyin’ dedik. Onlar da ‘giymeyiz’ dediler. Sonra silahı bize doğrulttu. Bir anda kızımı vurdular. Kızımı öldü zannettim. Polisler panikleyip dışarı kaçmaya başladılar. Evde kesinlikle bir çatışma olmadı.”
Bununla birlikte, baba Metin Doğan, kızını vuran polisin, “Karadayı” lakabıyla bilinen ve geçmişte işkence suçlamalarıyla çok sayıda soruşturma geçiren bir işkenceci polis memuru olduğunu belirtti. Dilek Doğan’ın cenazesi binlerce kişinin katılımıyla Kahramanmaraş’a bağlı Afşin ilçesinde toprağa verildi. Cenaze töreninde konuşan Dilek’in annesi, “Hiçbir şey yokken kızımı vurdu. O polisin yüzünü tanıyorum. Getirsinler kızımın katilini. Ben boyun eğmem, katili bulurum” diyerek hesap sorma iradesini dile getirdi.
Dilek Doğan’ın polis tarafından öldürülmesi, AKP hükümetinin pervasızca ilerlettiği polis devleti inşasının geldiği noktayı göstermektedir. Bununla birlikte, en temel demokratik haklar ve hukuk kuralları da çiğnenmeye devam etmektedir. İsmail Saymaz’ın Radikal’de yer alan haberine göre, Dilek Doğan, vurulduktan sonra “şüpheli” konumuna getirildi: “Halkın Hukuk Bürosu avukatlarından Ebru Timtik ise bu kaydın bulunduğu soruşturmanın, Doğan vurulduktan sonra açıldığını öne sürdü. Timtik, ‘Sabah saat 4’te Dilek vuruluyor. Sonra da soruşturma başlatılıyor. Bu, polisin kendisini kurtarma operasyonu olarak görülebilir’ dedi.”
Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu’nda “şüpheli kaydı” bulunduğu gerekçesiyle davada gizlilik kararı alınarak, Doğan’ın avukatlarının dosyaya erişimi engellenmiş oldu. Bunun anlamı, devletin polisinin daha önce işlediği cinayetlerde olduğu üzere, faili korumak için, açılacak davayı karartma girişimidir. Bu, polisin ve hükümet medyasının Dilek cinayetini karartmak üzere ilk andan itibaren seferber olmasının bir parçasıdır.
TBMM’de yasalaşan “İç Güvenlik Paketi” ile olağanüstü yetkiler kazandırılan polis kurumu, meclisten aldığı “yetkiye” dayanarak ardı ardına cinayetler işlemeye devam etmektedir. Bilindiği üzere, AKP iktidarı, son aylarda, “terörle mücadele” adı altında fiili olağanüstü hal uygulaması ve onlarca sivilin polis kurşunlarıyla katledilmesi eşliğinde Kürt illerinde devlet terörü estirerek en berbat kirli savaş yöntemlerini kullandı. Dilek’i yargısız infaz eden polis, IŞİD canlı bombalarını eylem yapmadan yakalayamadığını ilan eden bir hükümete bağlı çalışmaktadır.
Türkiye’de son 8 yılda, polis kurşunuyla Şubat ayındaki resmi rakamlara göre en az 183 kişi öldürüldü. Bu, daha da eskiye dayanan polis devleti inşasında önemli bir ileri adımın atıldığı 2007 yılına işaret etmektedir ki o yıl çıkarılan kanunla polis cinayetlerinin yasal olarak aklanması sağlanmıştı.
AKP’nin polis devleti yönelimi ve kullandığı şiddet yöntemleri, küresel ekonomik krizin tetiklediği ve devasa toplumsal eşitsizliğin ve öfkenin kontrol altında tutulması uğruna tüm dünyada işçi sınıfına karşı yükseltilen baskı politikalarının bir parçasıdır.
Washington Post’un haberine göre, toplumsal eşitsizliğin ve emperyalist savaş yöneliminin kalbi olan ABD’de, polis, 2015 yılında 700’den fazla kişiyi vurarak öldürdü. Gazetenin verdiği rakamlar, bugüne kadar Federal Soruşturma Bürosu’nun (FBI) yıllık olarak açıkladığı polis tarafından öldürülen kişi sayısının iki katına denk geliyor.
Tüm dünyada artan polis devleti inşası ve şiddet politikaları, devletin işlediği cinayetleri arttırarak asıl olarak işçi sınıfını sindirmeyi ve pasifize etmeyi amaçlıyor. Dilek’in pervasızca katledilmesinde ortaya çıkan şey, devletin, “terörle mücadele” yalanı altında, herkesin evini basıp öldürme hakkını ilan etmesidir.
Bu meydan okumaya karşı çıkabilecek ve gerçekten hesap sorabilecek tek toplumsal güç, devrimci işçi sınıfıdır. Hesap verecek olanlar yalnızca tetiği çeken katiller değil, onlara düzeni koruma adına bu hakkı veren egemen sınıf ve siyasi seçkinler olacaktır.