Demokrasi İçin Birlik ve Sahte Sol

23 Ekim Pazar günü İstanbul Şişli Kent Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen Demokrasi İçin Birlik buluşması, CHP ve HDP önderliğinde sözde “sol” bir burjuva cephe oluşturma girişiminde yeni bir adıma işaret etmektedir.

Bu “birlik”i öncekilerden ayırt eden en önemli yanı, kendilerini uzun yıllar önce Kürt burjuva partileri üzerinden kapitalist sistemle bütünleştirmeye başlamış olan sahte sol grupların, bu politikayı CHP’nin kanatları altına girerek taçlandırıyor olmasıdır. Bu durum, Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin ve Toplumsal Eşitlik’in, sahte solun burjuva partilerin bir uzantısı olduğu ve emperyalist savaşla hiçbir sorunlarının olmadığı tespitinin açık bir doğrulanmasıdır.

İlk kez Haziran ayında CHP’li eski milletvekilleri Rıza Türmen ile Binnaz Toprak’ın çağrısıyla bir araya gelen gruplar, bir kurultay çağrısında bulunmuş ve bu yönde hazırlıklara başlamışlardı. Geçtiğimiz hafta gerçekleşen bu kurultaya, Sendika.org’un haberine göre, CHP’li ve HDP’li milletvekillerinin yanı sıra DİSK, KESK, TTB yöneticileri ve sahte soldan Halkevleri, EMEP, EHP, TÖPG, Kaldıraç, SODAP, YSGP, Devrimci Parti yöneticileri ve üyeleri katıldı. Burada ismi yer alan grupların dışında, HDP içinde ve çevresinde faaliyet gösteren sahte sol gruplar da kurultayın parçasıydı.

“Tek adam rejimi”ne ve “faşizm”e karşı “geniş bir demokrasi cephesi” vurgusunun ön plana çıktığı kurultayın katılımcıları arasında ANAP eski genel başkanı Nesrin Nas’ın da yer alıyor olması, söz konusu genişliğin sınır tanımadığının açık bir ifadesiydi.

Başını CHP’lilerin çektiği ve sahte solun ezici bir çoğunluğunun bir kez daha yedeklendiği “Demokrasi İçin Birlik” oluşumu, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından, CHP ile MHP’nin desteğiyle AKP önderliğinde kurulan ve HDP’nin dışlandığı “ulusal birlik”e karşı, HDP, DİSK, KESK, TTB ve TMMOB önderliğinde kurulan “Emek ve Demokrasi İçin Güç Birliği” platformunda olduğu gibi, savaş ve diktatörlük karşıtı toplumsal muhalefeti CHP ve HDP üzerinden kapitalist sistem kanallarına yedeklemeyi hedefleyen bir burjuva oluşumdur.

Demokrasi İçin Birlik buluşmasının sonuç bildirgesi, bekleneceği üzere, ne herhangi bir sınıfsal ve uluslararası bir değerlendirme yapmakta ne de küresel kapitalist kriz ve emperyalist dünya savaşına doğru sürükleniş ile Türkiye’de olup bitenler arasında bir bağlantı kurmaktadır. Aslında, bu bildirge, tam da bu yüzden sahte bir ulusalcı demokrasi hayali yaymakta ve burjuva düzene ilişkin yanılsamaları beslemeye hizmet etmektedir.

Türkiye’deki mevcut durumun tek sebebini özel olarak Erdoğan’a ve genel olarak da AKP’ye indirgeyen bu yaklaşım, “en geniş demokrasi cephesi” adı altında bir burjuva muhalif cephe ve hatta bir iktidar alternatifi yaratma çabasının ifadesidir. Tek sorun Erdoğan’sa, o halde herkes soyut bir “demokrasi” adı altında birleşmeli ve bir “demokratik cumhuriyet” için mücadele etmelidir! Bu burjuva perspektif üzerine kurulu “birlik” ve onun sonuç bildirgesi, söz konusu güçlerin, Batılı emperyalist güçlere AKP’den çok daha sadık bir iktidar alternatifi oluşturma hedefini özetlemektedir.

Baştan sona bu bakış açısının egemen olduğu bildirgeye göre, “Yurttaşları temsil etmesi gereken Meclis fiilen lağvedilmiş, yasama, yargı ve yürütmenin dengesine ve birbirini frenlemesine dayanan güçler ayrılığı ilkesi ortadan kaldırılmıştır.” (vurgular sonradan). Siyasi iktidar organları bir yana, genel olarak sınıfsal değerlendirme yapmayı uzun süre önce terk etmiş olan sahte sol gruplar, bu yalan ifadenin altına imzalarını atarak, burjuva egemenliği ile aralarında bir sorun olmadığını ilan etmektedirler.

Yine aynı bildirgeye göre, “İnsanca yaşama ve çalışma koşulları ortadan kaldırılmış, köleleştirme ve taşeronlaştırma yasaları çıkarılmış, yoksullaşma ve işsizlik korkunç boyutlara ulaşmıştır.” (vurgular sonradan) Kapitalist sömürü ile herhangi bir sorunu olmayan, aksine özel mülkiyetin ve serbest piyasa ekonomisinin baş savunucuları arasında yer alan CHP ile HDP söz konusu olduğunda anlaşılır olan bu ifadelere göre, “bir zamanlar” Türkiye’de “insanca yaşama ve çalışma koşulları” vardı ve ileride de, kapitalist sömürü sistemi altında, pekala yeniden olabilir. Bildirgede, göstermelik bir “muhalif” söylem eşliğinde değinilen “köleleştirme ve taşeronlaştırma” yasalarının ardı ardına geçmesine bu iki partinin nasıl karşı çıktığına ise değinilmiyor.

Çeşitli kimlik politikalarının da yer aldığı bildirge, “demokratik bir ülke” hedefiyle “demokrasiden yana” tüm güçleri birleşmeye çağırıyor.

Kurultayın Türkiye’nin siyasi yaşamında yeni bir başlangıç olduğu iddia edilse de, 11 Ağustos’ta HDP’ye yönelik polis baskınına karşı çıkan ve “Emek ve Demokrasi İçin Güç Birliği”nin ilan edilmesini değerlendiren bir yazımızda ifade ettiğimiz şu düşünceler, genel hatlarıyla “Demokrasi İçin Birlik” oluşumu için de geçerlidir:

AKP’nin CHP ve MHP ile şimdilik oluşturduğu “ulusal birlik”e karşı “Emek ve Demokrasi İçin Güç Birliği” adı altında, asıl olarak HDP ile DİSK, KESK, TMMOB ve TTB önderliğinde bir araya gelen sahte sol güçler, bir kez daha, burjuva düzen içi hayaller yayan bir girişim oluşturmuş durumdalar. Bu girişim, HDP’ye (milliyetçi Kürt burjuvazisine) daha önceki seçim blokları üzerinden hayata geçirilen tabiiyetin bir devamıdır. Bu girişimin, işçi sınıfının askeri darbelere, diktatörlük ve savaş yönelimine karşı gerçek demokrasi (sosyalizm) uğruna mücadelesi ile yakından uzaktan bir ilgisi bulunmamaktadır.

Bu “Güç Birliği”nin bütünüyle burjuva reformist yalanlar üzerine kurulu hedeflerini ifade eden açıklaması, katılımcılarının on yıllardır savundukları ve yıkımdan başka bir sonuca yol açmayan sahte sol politikaların bir tekrarını oluşturuyor. Onlar, burjuva kimlik politikaları üzerine kurulu açıklamalarında, “Emperyalizmin ortak geleceğimize karşı bölge ve ülkemizdeki müdahalelerine, faşizme ve darbelere karşı ortak ve birlikte mücadele”den söz ederken, ABD emperyalizmin Suriye’deki milliyetçi Kürt hareketi ile kurduğu açık ittifakı, PYD’nin Pentagon’un vekil gücü olarak işlevini ve kendilerinin bu ittifaka verdikleri desteği gizlemeye çalışıyorlar.

Başlıca sahte sol güçleri içeren bu “birlik”, aynı geçmişteki öncelleri gibi, Ortadoğu’daki emperyalist müdahalelere haklılık kazandırmaya yönelik ikiyüzlü bir “barış ve demokrasi” söylemi geliştiren burjuva bir muhalefettir. Çoğu CHP’nin ve HDP’nin “işçi kolu” konumundaki sendika bürokratlarından meslek odalarına ve sahte sol partilere kadar geniş bir yelpazeyi bir araya getiren bu “güç birliği”, diğer ülkelerdeki benzerleri gibi, patlaması kaçınılmaz olan işçi sınıfı mücadelelerini mümkünse engellemenin ve bunu başaramadığında ise düzen içi kanallara akıtmanın bir aracı olacaktır.

Bununla birlikte, geçtiğimiz yılki 7 Haziran seçimlerinin ardından bir koalisyon hükümeti kurmak üzere kolları sıvayan, ancak MHP’nin karşı çıkmasıyla girişimleri boşa düşen CHP ile HDP’nin AKP karşıtlığı üzerinden bir araya gelme çabası, baştan sona ikiyüzlülük üzerine kuruludur.
Öyle ki, kurultayın sonuç bildirgesinde “demokrasi”den ve “barış”tan söz ediliyor olsa da, CHP, yaklaşık bir buçuk yıldır AKP’nin savaş politikalarının başlıca suç ortağı konumundadır. Kürt illerini savaş alanına çeviren, binlerce kişinin ölümüne, yüz binlercesinin evlerini terk etmeye zorlamasına yol açan ve bugün, en son Diyarbakır belediyesi eş başkanlarının gayrimeşru şekilde gözaltına alınmasıyla sürdürülen operasyonlara tam destek veren CHP, hem geçtiğimiz yıl hem de bu yıl meclise sunulan Suriye-Irak savaş tezkerelerini desteklemiştir.

CHP, bu çizgisinin tamamlayıcı bir parçası olarak, Fırat Kalkanı adı altında başlatılan Suriye istilasını başından itibaren desteklemekte, Türkiye’nin Irak’taki yayılmacı emellerini de karşı çıkmamaktadır. CHP’nin, tüm bu savaş politikalarının ayrılmaz bir parçası olan işçi sınıfı düşmanı yasalara açıktan ya da örtülü şekilde verdiği destek, tabloyu tamamlamaktadır.

CHP’nin, AKP’nin PKK/PYD’yi hedef alan savaş politikalarına açıkça verdiği desteğe rağmen onu HDP ile bir araya getiren asıl konu ise, her iki partinin de Ortadoğu’da ABD’nin ve Avrupalı emperyalist güçlerinin politikasını savunuyor olmasıdır. Özünde, hem AKP hükümeti hem de meclisteki üç burjuva muhalefet partisi, Türkiye’nin Ortadoğu’daki emperyalist savaşta yer almasını desteklemekte, yalnızca bunun hangi doğrultuda olacağı konusunda anlaşamamaktadır.

HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, 18 Ekim’de partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmadaki ifadeler, HDP’nin gerici perspektifini en açık şekilde ifade etmektedir: “Musul meselesinde başından beri yanlış aktörlerle iş tutmasaydınız, mezhepçilik yapmasaydınız, milliyetçilik, ırkçılık yapmasaydınız ve en önemlisi çözüm masasını devirmeseydiniz, Türkiye’de iç barışı sağlasaydınız, bir tarafınıza Ahrar’uş Şam’ı, bir tarafınıza El Nusra’yı alacağınıza bu tarafınıza, çok açık söylüyorum PYD’yi, öbür tarafınıza PKK’yi alsaydınız…” (vurgular sonradan)

Bu açıklama, “barış süreci” adı verilen şeyin aldatmaca olduğunun da bir itirafıdır. Türk ve Kürt burjuvazilerinin, Türkiye’nin Ortadoğu’daki yayılmacı emelleri temelinde barışını ifade eden o süreç, Türkiye devletinin gerici yayılmacı hedeflerini PKK/PYD ile birlikte sürdürmesini amaçlıyordu. Bugün gelinen noktada, PKK/PYD, ABD emperyalizminin karadaki başlıca vekil güçlerinden biri haline gelmişken, HDP, Irak ile Suriye’deki emperyalist paylaşım savaşında Türkiye-PKK/PYD işbirliğini yeniden önermektedir.

HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu ayın ortasında yaptığı ve Türkiye burjuvazisinin yayılmacı hedeflerini açık bir şekilde ilan ettiği Misakı Milli açıklamalarıyla ilgili olarak, “Cumhurbaşkanı net bir şekilde açıklıyor. ‘Misakı Milli’ye bakarsanız anlarsınız’ diyor. Yani Musul’u ve Kerkük’ü Türkiye sınırlarına katmak. Misakı Milli’nin, en azından sınırlar bölümü budur. Eğer Cumhurbaşkanı’nın niyeti buysa, Musul’u ve Kerkük’ü başta olmak üzere Güney Kürdistan’ı, hatta Rojava Kürt Bölgesi’ni, Türkiye’nin resmi sınırları içerisine katma gibi bir emperyal amaç varsa, bu bölgede yeni savaşların, dünya savaşına gidecek yolun taşlarını döşemekten başka bir şey değil.” diyor. Irak ve Suriye’deki emperyalist müdahaleleri destekleyen bir siyasi hareketin önderinin bu sözlerinde, herhangi bir tutarlı savaş ya da emperyalizm karşıtlığı söz konusu değildir. Aksine, Demirtaş, gerçekte, bu sözlerle, kendi politikalarının gericiliğini itiraf etmektedir. “Misakı Milli” vurgusunun, Abdullah Öcalan’ın 2013 Newroz mesajındaki yeri ve “barış süreci”nin bir parçası olduğu hatırlandığında, bu çok daha iyi anlaşılacaktır.

Sonuç olarak, ABD emperyalizminin petrol zengini Ortadoğu üzerinde tartışmasız egemenlik kurma ve üçüncü bir dünya savaşına yol açabilecek şekilde, Rusya’ya ve Çin’e boyun eğdirme yönündeki kapsamlı stratejisinin bir ürünü olan Ortadoğu’daki yağma savaşının doğrudan parçası olan partilerin, demokrasiden, barıştan ve “sol”dan söz ediyor olması, onların kendi gerici burjuva hedeflerini gizleme çabasından başka bir şeyi ifade etmemektedir.

Gerçek şu ki, savaşa ve onu doğuran kapitalist sisteme karşı çıkmadan, demokrasi ve barış uğruna mücadele edilemez. Burjuvazinin savaş ve diktatörlük yönelimine karşı başarıyla mücadele edecek bir birlik, sözde sol burjuva partiler önderliğinde değil; yalnızca, bilimsel sosyalist bir program ekseninde ve uluslararası işçi sınıfı temelinde oluşturulabilir. Bu perspektifi savunan ve burjuva/küçük-burjuva partilerin savaş yanlısı karakterini dünya çapında ifşa eden tek örgüt olan Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK) mücadelesinin önemi burada yatmaktadır.

Dünya, nükleer silahların da kullanılacağı bir üçüncü dünya savaşının eşiğinde iken, emperyalist müdahaleleri gerekçelendirmekle, sahte barış ve demokrasi hayalleri yaymakla ve patlaması kaçınılmaz olan toplumsal muhalefeti kapitalist düzen sınırlarına hapsetmeye hazırlanmakla meşgul olan sahte sol ile dünya çapında savaşa karşı ve sosyalizm uğruna mücadele eden Troçkistler arasında aşılmaz bir uçurum bulunmaktadır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir