‘Davacı zengin, davalı yoksulsa
Zenginden yana işler yasa’
Can Yücel, Bir Cin Şiiri
Geçtiğimiz hafta meclisin görüşüp onayladığı ancak 10 Temmuz günü Cumhurbaşkanı tarafından “işçilerin emeğinin istismarına, insan onuruna yakışmayan durumların ortaya çıkmasına ve çalışma barışının bozulmasına yol açacak” düzenlemeleri de kapsadığı gerekçesiyle veto edilen bir dizi yeni yasa, işçi sınıfına karşı sürmekte olan saldırıların bir yenisini daha oluşturmaktaydı. İş kanunun bazı maddelerinin değiştirilmesini de içeren yasa tasarıları, cumhurbaşkanı tarafından veto edilmiş olsa da okurun yazının bütününde göreceği gibi işveren örgütlerinin ve hükümet temsilcilerinin açıklamaları bu ve benzeri yasaların daha büyük bir kararlılıkla uygulanmaya başlayacağını ifade etmektedir.
Yasanın ilk ayağı 5920 sayılı kanunun 1. maddesinin 26 Haziran 2009 tarihinde özel istihdam bürolarının yetkilerini arttıracak ölçüde genişletilmiş olmasıyla atıldı. Yaklaşık bir hafta sonra bu kez 4857 sayılı kanunun 7. maddesi önemli ölçüde değiştirildi. Cumhurbaşkanından veto haberi gelmeden bir gün önce ise Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın yasal düzenlemenin gerekliliğine ilişkin gerçekleştirdiği basın açıklamasında oldukça kararlı konuşması, yasanın patronlar için önemini ifade ediyordu. Babacan, düzenlemenin işsizler için gerekli olduğunu belirttiği konuşmasında şunları vurguluyordu; ‘İşsizliğin ne olduğunu ancak işsiz olanlar anlar. Olumsuz görüş beyan edenlere bir bakın. İçlerinde bir tane işsiz var mı? Yok. İşin özünü saptırıp, Türkiye’de işsizlikle mücadelede verilen bu çabayı bir bakıma sıkıntıya sokmak, bir bakıma engellemeye çalışan çabalar olarak görüyorum.”
Yasanın veto edildiğine dair resmi açıklamanın yayımlandığı gün TÜSİAD ve TİSK ortak bir açıklamada bulundular. Açıklamaları, yasanın ivedilikle gözden geçirilmesi, revize edilmesi ama nihayetinde acilen yürürlüğe girmesi gerektiğine ilişkindi; ‘’Yasa ile özellikle ilk kez iş arayanların, gençlerin ve kadınların işgücü piyasasına dahil olmalarının yolu açılacak. Daimi istihdama geçişte kurumsal bir atlama taşı oluşturulacak. Önemli büyüklükteki kayıt dışı istihdam kayda alınacak. İşgücü piyasasındaki gayri resmi ilişkiler disipline edilip kontrole kavuşturulacak.’’
Veto Edilen Düzenlemenin Ayrıntıları
Veto edilen yasal düzenlemeye bakacak olursak, bu yasal düzenlemenin öncelikle 2000 yılında ILO’nun aldığı bir kararla AB’de uygulanmaya başlandığını belirtelim. Türkiye’de de benzer şekilde iş kanuna ilişkin yapılan bu son düzenleme -AB’e uyum çalışmaları dahilinde-özel istihdam bürolarının geçici iş ilişkisi kurma hakkını elde etmesini sağlayacaktı. Ancak bir yanılsamaya izin vermeden Özel istihdam bürolarının Türkiye’de 2003 yılında 4857 sayılı iş kanunun 90. maddesine göre yasal zeminin atılmış olduğunu belirtelim. Yani özel istihdam büroları veto edilen bu düzenlemeyle ilk defa gündeme gelmiş değil.
4857 sayılı iş yasasının 7. maddesinde geçici iş ilişkisi kurma durumu yalnızca işçi ve işverenle mümkün olabiliyordu. Yani iş ilişkisinin iki tarafı vardı; bunlardan birisi işçi diğeri de işverendi. Ancak değiştirilmesi düşünülen bu yasayla artık geçici iş ilişkisi kurma hakkı özel istihdam büroları olarak adlandırılan kurumlarca gerçekleştirilebilecekti. Böylece işçi, istenilen işverene kiralanacak, özel istihdam büroları da bu iş akdinden komisyon elde edecekti. Yani bu yasanın kabulü ile iş akdinin bir tarafı olan işveren artık bu iş ilişkisinde tarafsız hale gelmesi hedefleniyordu. Düzenlemede işçinin karşısında sorumlu olan kişi-kurum özel istihdam bürolarıymış gibi görünse de yasadaki önemli konulardaki esneklikler, belirsizlikler, kıdem tazminatından, ücretlere dek bugüne değin kazanılmış hakları da bir çırpıda yok sayıyordu.
Türkiye’de bugün faaliyet gösteren 262 özel istihdam bürosu olduğunu eklemeden geçmeyelim. Yasanın Cumhurbaşkanı’nın onayı durumunda bu bürolar özellikle geçici işçi istihdamında daha çok söz sahibi olacaklardı. Yine bu yasa ile birlikte işçi aynı işverenle 18 aydan fazla süreli iş akdine imza atamayacaktı. Kısa süreli çalıştırma ile işsizliğe reçete olarak bizlere sunulmaya çalışılan bu yeni yasanın, aslında 2. dünya savaşından sonra en büyük küçülmenin yaşandığı Türkiye’de işverenleri, sermaye sahiplerini koruma kılavuzundan başka bir şey olmadığı aşikâr.
Yasanın götürülerinden biri de işçilerdeki örgütlenme yetkinliğinin en aza indirgemesi. Sendikalardan umudu kesmiş olan işçilerin kısa süreli sözleşmeler nedeniyle iş yerlerinde örgütlenecek zamanı elde edemeyecek olması, dahası benzer şekilde 3 aylık, 5 aylık iş sözleşmeleriyle, işçinin işi tam anlamıyla tanıyamaması ve öğrenememesi nedeniyle iş kazalarında yaşanacak artış kimse için sürpriz olmayacaktı. Ayrıca hala yürürlükte olan iş yasasında iş sözleşmesinin imzalanması konusunda işçinin rızası aranırken mevcut düzenlemede bu koşulun aranmadığını belirtelim. Özel istihdam büroları kendilerine gelen işsizleri onlara rızası sorulmadan istediği işverene kiralayabilecekti. İşsizin o iş yerinde çalışmak isteyip istemediğinin hiç bir önemi yok.
Son olarak özel istihdam bürolarının kendilerine başvuran işsizi, grev kararı alınmış bir iş yerine kiralaması durumunda işçinin -asgari ücretten az olmamak koşulu ile- normal şartlar altında alacağı ücretin yarısını alacağını ifade eden bir madde de düzenlemede yer alıyordu. Bu madde açıkça uzun süre işsiz kalmış bir işçinin hem grev kırıcı olarak çalışmaya mecbur bırakılacağı hem de karın tokluğuna bile çalışmayacağı anlamına geliyordu.
Yasa veto edildi ama yine de yasa savunucularının sözlerine değinelim,
İş-Kur Genel Müdürü Namık Ata, özel istihdam bürolarına ilişkin düzenlemenin AB standartlarına ve ILO normlarına uygun olduğunu vurguluyarak düzenlemeyi savunuyor. ‘Bizde bu kadar eleştirilen bu sistem Avrupa’nın birçok kentinde yıllardır yapılıyor’ sözleri ile yasanın temellerinin uluslararası iş hukuna bağlılığından dem vuran Namık Ata, söz konusu iş hukukunu belirleyen mevcut AB standartları ve ILO normlarının uluslararası işçi sömürüsünü muhafaza etmekle sorumlu sözleşmeler olduğunu elbette ifade etmeyecektir.
Yasanın ardından Özel İstihdam Büroları Derneği Onur Üyesi olan Pembe Candaner’in açıklamalarına bakacak olursak küresel kapitalizmde işçinin nasıl yalnızlaştırıldığının en açık örneğini göreceğimizi umuyorum. Candaner diyor ki; ‘Birçok sektörde geçici işçiye ihtiyaç var. İlk aşamada 100 işçi sonrasında 500 bin işçi bile istihdam edilebilir.’ Çünkü diyerek sözlerini sürdürüyor; ‘işçilere tek tek maaş ve sigorta yapan işverenler zorlanıyor, bu nedenle senelik işçi yerine 3 aylık 5 aylık işçi arıyorlar.’ Malum yasayla, işsizler ordusunu azaltacaklarına inanan Candaner ‘bu yasanın içi iyi doldurulmalı’ diyerek patronlara ve onların kriz bahanesiyle (bu ve benzer yasalarla) iş gücü maliyetlerinde ortaya çıkacak azalmaya yani maksimum kara göz kırpıyor.
Yasa veto edildi ancak süreç devam ediyor
Cumhurbaşkanı’nın yasal düzenlemeyi 10 Temmuz tarihinde veto ederek meclise geri gönderdiğini belirttik. Ama bu sanıldığının aksine sürecin bittiği anlamına gelmiyor. Açıkçası bu veto kararı, yapılan yasal düzenlemenin daha içsel tutarlığa sahip olabilmesi ve gerekli yasal boşlukların ortadan kaldırılması için meclise tanınan bir çalışma süresi niteliğindedir. TÜSİAD’ın ve TİSK’in talepleri Babacan’ın açıklamasındaki kararlılık, meclise tanınan bu çalışma süresinin hiç de uzun olmayacağını ifade etmektedir.
Bu yasa, önceki yasalar ve ilerleyen günlerde çıkacak yasalar… Her biri bir diğerini besleyen, artı değerin korunup geliştirilmesini hedefleyen, ücretli emek sömürüsüne göz yuman ve özellikle bunun önünü açan yasalar. Böylesi kriz dönemlerinde patronların daha fazla kar elde etmesi için elinden geleni ardına koymayan hükümetler, göstermelik tepkilerle süreci geçiştirmeye çalışan sendikaların desteğiyle birçok yasa tasarısını yasalaştırmışlardır.
Ne bu yasalar ne de sendikacıların bu yasalara verdiği destek bizler için yeni bir durumu ifade etmiyor. Aksine varlıklarını kapitalizme borçlu olan sendikalar ve onların başına çökmüş olan bürokrasinin bu adımları atması kendi varlıklarını sürdürmesi açısından son derece normal. Normal olmayan ise “sol” hatta “Marksist” etiketli parti, parti girişimi, çevre ya da bireylerin hala bu durumu anlamadan sendikacılardan “önderlik” beklemesi olsa gerek…