2 Temmuz günü Türk İş 1. Bölge Temsilciliği’nde gerçekleşen toplantıdan sonra yapılan açıklamaya göre, federasyona bağlı sendikalara üye işçiler 7 Temmuz Salı sabahı fabrikalarının önünde bir saat süreyle “çalışmama hakkı”nı kullanacak. Yine aynı açıklamaya göre, ertesi sabah “olağanüstü toplanacak” olan Türk-İş Başkanlar Kurulu bir “eylem takvimi” belirleyecek. Türk İş’in AKP’ye yönelik bu çıkışının resmi gerekçesi, onun 250 bin işçi adına hükümet ile sürdürdüğü toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde altı aydır uzlaşma sağlanamaması. Sözkonusu uzlaşmazlık ise, AKP iktidarının yüzde 3 oranında ücret zammında ısrar etmesi, Türk İş’in ise bunu kabul etmemesinden kaynaklanıyor.
Türk İş, bu “çıkış”ıyla, başta DİSK ve Hak İş olmak üzere bütün sendikaların ve onların dümen suyunda giden “sosyalist sol”un desteğini elde etti. Türk İş’in eylem kararın ardından bir açıklama yapan DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün, Türk İş’in eylemine destek vereceklerini ilan etti ve şu açıklamayı yaptı: “En önemli gücümüz örgütlülüğümüz ve dayanışmamız olduğunun bilincindeyiz. Farklı sektörlerde yer almak, farklı işyerlerinde çalışmak ve farklı sendikalarda örgütlü olmak bu dayanışmanın önünde engel değildir. Engel olamayacaktır. Kamu işçilerinin haklı mücadelesi, emeğin ve sendikaların dayanışması ile AKP’nin emeği hiçe sayan uygulamalarını aşacaktır ve daha önce olduğu gibi muhakkak başarıya ulaşacaktır… Kamu işçileri, ücretlerinin yüzde 20’ye varan gerilemesi ve sosyal kazanımların geriye götürülmesine karşı sokaklara çıkıyor. DİSK, Kamu işçilerinin haklı mücadelesinin yanında olacaktır.”
KESK Genel Başkanı Sami Evren de, 4 Temmuz Cumartesi günü yaptığı “TÜRK-İŞ’in Eylem Kararını Destekliyoruz” başlıklı basın açıklamasını, “KESK olarak TÜRK-İŞ’in eylem kararını destekliyoruz; üzerimize düşen dayanışmayı göstereceğimizi kamuoyuyla paylaşıyoruz” diyerek tamamladı. Bütün üyelerine iş bıraktırıp bıraktırmayacağını açıklamayan KESK bürokrasisinin nasıl dayanışma içinde olduğunu yarın göreceğiz.
DİSK’in ve KESK’in “solcu” bürokrasisi, alışık olduğumuz yalan ve demogojiler eşliğinde gerçeklerin üzerini örtmeye -yani sendikaların onlarca yıllık ihanetlerini gizlemeye- çalışırken, uzunca süredir AKP’nin işçi kolu haline gelmiş olan Hak İş’in Genel Başkanı Salim Uslu, “7 Temmuz’da Hak-İş’e bağlı kamudaki tüm üyelerle 1 saatlik iş bırakma eylemi yapacağız” açıklamasını yaptı. Belirtmek gerekir ki, Uslu, varlıklarını kapitalist sömürünün sürmesine borçlu olan sendika bürokrasilerinin bu dayanışma çağrılarının sahteliğini gizlemede DİSK’li meslekdaşı kadar başarılı değildi. Zira Uslu, Türk İş’in Hak İş aleyhine yaptığı yetki itirazlarına değinmeden edemedi ve “yaptığınız itirazları geri çekin, süreci ve mücadeleyi birlikte göğüsleyelim” dedi.
Türk İş bürokratlarının 7 Temmuz günü bir saatlik “çalışmama hakkını kullanma” eylemine destek verenler, yalnızca onların diğer sendikalardaki meslektaşlarıyla sınırlı kalmadı. Her renkten burjuva ve küçük burjuva solcuları –ki aralarında “Marksist” ya da “devrimci” etiketliler de bulunuyor- bir kez daha sendikalar ve sendikacılık hakkında güzellemeler düzmeye başladılar.
Onlar, bir kez daha, sendika bürokrasisinin geçmişten dersler çıkartarak “günah”larından arınabileceğini ve sınıf mücadeleci bir çizgiye kayabileceğini iddia ediyorlar. Sanki bu bürokrasi –tarihi boyunca sergilediği “ihanet”ler bir yana- kapitalistlerin son otuz yıl içinde işçi sınıfına karşı sürdürdüğü yoğun saldırıda onların en yakın çalışma arkadaşı değilmiş; sanki, askeri diktatörlüğe destek vermemiş, 1980’lerin sonunda ve 90’ların başındaki devasa işçi hareketini sermaye ve devlet adına boğazlamamış; sanki, sosyal demokrat, Stalinist, gerillacı vb. küçük burjuva önderliklerin bütün ihanetlerine karşın ayakları üzerine kalmaya çalışan işçi sınıfını her defasında diz çökmeye zorlamamış gibi…
Belirtmek gerekir ki, burjuva ve küçük burjuva sosyalistlerinin sendika bürokrasisine ve sendikacılığa “sınıf mücadeleci” makyaj yapma tavrının ardında onların “unutkanlık”larının yattığını düşünmek için hiçbir neden bulunmuyor. Dahası, böylesi bir yaklaşım, kapitalizmin küresel krizinin yol açacağı toplumsal altüst oluşlar karşısında işçi sınıfını ve gençliği tümüyle savunmasız bırakacağı ve onları tümüyle kapitalist cellatların insafına teslim edeceği için, affedilmez bir suç olacaktır.
Burjuva ve küçük burjuva sosyalistlerinin, sendika bürokrasisinin önünde bir kez daha yerlere kapanmaları, onlara övgüler düzmeleri ve onları “geliyorum” diyen mücadelelerin “önderliği” olarak selamlamaları için -elbette kendilerine göre- çok sayıda “haklı” neden bulunuyor. Bunların başında da, onların, yaşanan küresel krizin yol açacağı kaçınılmaz toplumsal alt üst oluşlar karşısındaki korkuları gelmektedir. Burjuva ve küçük burjuva “sol”u, “geliyorum” diyen ve emekçilerin belirleyici rol oynayacağı toplumsal çalkantıları mümkünse ortaya çıkmadan önce önleme, bunun olamadığı durumda ise kapitalist sömürüye burjuva mülkiyet ilişkilerine zarar vermeyecek sınırlar içinde tutma çabası içinde sendikacılığa ve sendikalara sarılıyor. Çünkü bu “sol” önderlikler, sanıldığının tersine, gelişmiş bir sınıfsal içgüdüye ve tarih bilgisine sahiptir. Unutmayalım ki, sermayenin Paris Komünü’nden bu yana üretim araçlarının özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasının gündeme geldiği her tarihsel dönemde işçi sınıfını kapitalist sömürüye mahkum etmede kullandığı başlıca gardiyanlar sendika bürokrasileri olmuştur.
Ancak, güçlü bir sınıfsal içgüdüsüye ve tarihsel birikime sahip olanlar yalnızca bu “sosyalist” önderlikler değil. İşçilerin de, onlar kadar şatafatlı laflarla dile getirmedikleri ama çok daha köklü bir sınıfsal içgüdüsü ve tarih bilinci var. Onlar, “Bahar Eylemleri”ni sermaye ve devlet adına en uygun biçimde sonuçlandırmış, “Zonguldak Direnişi”ni yenilgiye uğratmış, otuz küsur yıldır bütün işçi eylemlerini ve grevleri satmış olan bu örgütlere ve önderliklere zerre kadar pirim vermiyorlar. İşçiler ne bu “sosyalist”lerimize kulak asıyor ne de onların övgüler düzdüğü sendikacı gardiyanlara…
Türk İş’in ve diğer örgütlerdeki meslektaşlarının yarın düzenleyeceği bir saatlik “iş bırakma” eylemine dönersek… Daha birkaç ay önce ERDEMİR ve İSDEMİR’de ücretlerde gönüllü olarak yüzde 40’lara varan indirim yapmış, kısa süre önce de patronlarla birlikte, emekçilerle alay edercesine “evde oturma çarşıya çık” sloganı altında kampanya düzenlemiş olan olan Türk İş bürokrasisinin yüzde 1 – 1,5 oranında bir fark için harekete geçtiğine gerçekten inanan var mı bilmiyoruz. Ama açık olan şu ki, sendika bürokrasilerinin bu eylemdeki tek amacı, işçi sınıfından gelen devasa basıncı azaltmak, onun toplumsal ve siyasi bir krize yolaçmasını önlemektir. Bu anlamda onlar, bir kez daha sermayenin ve AKP hükümetinin yardımına koşmaktadırlar.
Peki, bütün bunlar, eyleme karşı çıktığımız ya da işçileri –örneğin- sözkonusu eyleme “katılmama”ya çağırdığımız anlamına mı geliyor? Asla! Yukarıda yazılanlardan böylesi bir sonuç çıkarmak için yalnızca budala değil, aynı zamanda iflah olmaz bir art niyetli olmak gerekir. Biz, Türk İş bürokrasisinin ve ortaklarının kamu sektöründe çalışan işçilerin –ücret zammıyla sınırlı da olsa- çıkarlarıyla ilgilenmediklerini, onların amaçlarının kriz eliyle patlama noktasına gelmiş olan emekçi muhalefetini düzen sınırları içinde tutmak olduğunu söylüyoruz (Türk İş, sözde kararlı bir “mücadele”nin ardından, başbakan Erdoğan’ın muhtemelen bir “babalık” yaparak elini güçlendireceği bir şekilde hükümetle anlaşacaktır). Ancak bu, sözkonusu eylemin yazgısının şimdiden belli olduğu anlamına gelmez. Hiçbir eylemin sonucu önceden kesin olarak görülemez. Bu, özellikle içinde bulunduğumuz türdeki kriz dönemlerinde geçerlidir. Dolayısıyla, Türk İş ve Hak İş bürokrasilerinin yarın düzenleyeceği eylem, örgütleyicilerinin bile hayal edemeyeceği sonuçlara yol açabilir.
Ancak eylemden işçi sınıfı adına olumlu sonuçlar çıkmasının ilk ve olmazsa olmaz koşulu, başta katılımcıları olmak üzere işçilerin, özelinde sendika bürokrasisinin genel olarak da sermayenin ve hükümetin denetimi dışına çıkmasıdır. Kendisine sosyalistim diyen her kişi, çevre ya da parti bu süreci hızlandırmaya çalışmalıdır. Tersi durumda, önünde yerlere kapanılan sendika bürokrasileriyle ortak kaderi paylaşmaları ve onlarla birlikte sermayenin hizmetine koşmaları kaçınılmazdır. Yarınki eylem karşısında Marksistlerin sergilemesi gereken tavır, safını sermayenin ve devletin yanında belirlemiş olan sendika bürokrasilerine övgüler düzmek, onlara “işçi sınıfının temsilcisi” payesi biçmek ve onlar hakkına hayaller yaymak değil; mutlaka siyasi ve örgütsel boyutlar kazanması gereken böylesi bir kopuşun en azından düşünsel zeminini, eylem öncesinde hazırlamaktır.