Çanakkale Savaşı’nın 100. yıldönümü kutlamaları

Çanakkale Savaşı’nın 100. yıldönümüne ilişkin 18 Mart günü düzenlenen resmi kutlamalar, aynı Avustralya’da ve Yeni Zelanda’da olduğu gibi, genel olarak savaşın, özelinde ise Birinci Dünya Savaşı’nın kutsanması törenlerine dönüştü.

Aslında Çanakkale Savaşı, 19 Şubat 1915’te başlamış ve Ocak 1916’ya kadar sürmüştü. 18 Mart 1915, doğu cephesinde Almanya ile savaşan Rus müttefiklerine destek sağlamak amacıyla İstanbul’u ve boğazların kontrolünü ele geçirmek isteyen Britanya ve Fransız donanmasının Osmanlı ordusu tarafından durdurulduğu gündü.

Aralarında İstanbul’un, Ankara’nın, Diyarbakır’ın da bulunduğu birçok kentte kutlamalar düzenlenirken, asıl tören Çanakkale’de yapıldı. Çanakkale’deki resmi törenlere, Başbakan Ahmet Davutoğlu ile birlikte çok sayıda hükümet yetkilisi ve politikacının yanı sıra birçok Britanyalı, Avustralyalı ve Yeni Zelandalı da katıldı. Bu arada, Diyanet İşleri Başkanlığı, tüm camilerde dini törenler düzenledi.

Kutlamalara, Britanya’nın Türkiye Büyükelçisi Richard Moore, Twitter hesabından yayımladığı bir açıklamayla katıldı. Moore, “Türk halkını zaferden dolayı kutladı” ve “Her iki taraf da savaşta kahramanca savaştı ve zaferi Türkler hak etti. Çanakkale geçilmez,” dedi.

Moore’un bu sözleri, emperyalistlerin, dünya egemenliği uğruna milyonlarca genci ölüme sürüklediği bir savaşa ne denli insanlıktan uzak ve sinik bir şekilde yaklaştığının yalın ifadesiydi. Belirtmek gerekir ki, Moore’un sözlerinde ifadesini bulan bu siniklik, özünde, Türk medyası tarafından haftalar öncesinden başlatılmış olan ve Çanakkale’de yaşanan emperyalist barbarlığı “Türk Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı” olarak göstermeye çalışan resmi propaganda ile örtüşüyordu.

Benzeri sözleri, Çanakkale’deki resmi tören sırasında konuşan Başbakan Davutoğlu da söyledi. Aradaki tek fark, Davutoğlu’nun, 100 yıl önce Çanakkale’de yaşanmış olan katliamı, güncel politikalara hizmet edecek şekilde, “birlik ve beraberliğin” simgesi olarak göstermesiydi. Davutoğlu, konuşmasında, “Kürt, Bosnalı, Kafkasyalı” vs. “farklı kökenlerden Türk askerlerinin birlik ve kardeşlik içinde,” Türkiye’nin bağımsızlık savaşını başlattığını anlattı. Ardından da, Türkiye’nin “iç ve dış tehditlere boyun eğecek bir ülke” olmadığını belirti ve “her türlü ihanete” derhal karşılık verebilecek bir ülke olduğunu anlattı.

Tarih, her zaman, egemen sınıfların güncel politikalarına ve geleceğe yönelik hesaplarına uygun şekilde yorumlanır ve yazılır. Dolayısıyla, Davutoğlu’nun bu sözleri ve hükümet yetkilileri ile medyanın Çanakkale Savaşı ile ilgili bütün sözleri bu çerçevede anlam kazanmaktadır. Hem ulusal hem de uluslararası alanda köşeye sıkışmış durumda olan burjuvazi ve iktidar, Osmanlı egemenlerinin Almanya’nın yanında katıldığı ve milyonlarca insanı ölüme gönderdiği bir emperyalist savaşın parçası olan Çanakkale Savaşı’nın 100. yıl kutlamalarından, işçi sınıfının dikkatini yakıcı ekonomik ve siyasi sorunlardan uzaklaştırmak ve milliyetçiliği kışkırtmak amacıyla yararlanmaya çalışmaktadır. Dahası, iktidarın ve medyanın emperyalist bir savaşı kutsaması, halkı, Ukrayna’dan Irak ve Suriye’ye, oradan Libya’ya ve Afrika’ya uzanan bir coğrafyaya yayılmış olan emperyalist müdahalelere olası aktif katılıma hazırlama amacı gütmektedir.

Egemen sınıfın bu gerici çabasındaki başlıca unsur tarihin çarpıtılmasıdır ve bu yeni değildir. Egemenler, Cumhuriyet’in kuruluşundan beri Çanakkale Savaşı’nın tarihini çarpıtmaktadır. Bunun ilk yıllardaki amacı, Anadolu’nun emperyalist işgaline karşı Kurtuluş Savaşı’nı örgütleyen, Mustafa Kemal önderliğindeki Türk milliyetçisi Osmanlı subaylarının yüceltilmesiydi.

Bu söylem, Kemalist bürokrasinin burjuva cumhuriyeti kurmasının ve yeni resmi tarih tezlerinin kabulüyle birlikte giderek ikinci plana düştü. Bu anlaşılır bir şeydi; zira emperyalist işgale karşı bağımsızlık savaşı olarak başlayan hareket, Osmanlı İmparatorluğu’nun teokratik feodal yapısına karşı gerçekleşen bir burjuva devrim ile tamamlanıyordu. Kemalist bürokrasinin kurduğu modern Türk burjuva devletinin, dine dayalı fetihçi bir devlet olan Osmanlı İmparatorluğu’nu (ve I. Dünya Savaşı’na girmesini) “lanetleyen” ulusal-devrimci söylemi, dönemin koşullarına uygundu.

Bununla birlikte, Kemalist bürokrasinin ve onun kucağında palazlanan Türk burjuvazisinin devrimi ilerletmedeki tarihsel-yapısal yetersizliği ve Türkiye kapitalizminin dünya emperyalist sistemi içinde edindiği yer, bu söylemi giderek bir “engel” haline getirdi. Böylece, on yıllar boyunca gerici muhalif kesimlerin tekelinde kalmış olan “Osmanlıcı” ve Sünni İslamcı söylem, Türkiye kapitalizminin küresel sermayeye eklemlenmesi ile birlikte, hızla resmi ideoloji haline geldi.

Ankara’nın, bir zamanlar küçük burjuvazinin faşist ve/veya faşizan partilerde temsil edilen bir kesiminin “parlak geçmiş”e yönelik gerici özlemlerini ifade eden Osmanlıcı ve Sünni İslamcı söylemi benimsemesi, emperyalist sistemin tarihsel krizinden ve hızlanan savaş yöneliminden bağımsız değildir. Bu, Türkiyeli egemen sınıfın ve onun siyasi temsilcilerinin Ortadoğu’daki bölgesel egemenlik hesaplarının bir parçasıdır.

Çanakkale Savaşı’nın 100. yıl kutlamalarının savaşın ve militarizmin kutsanma töreni haline getirilmesinin ve iktidar tarafından, başta Türkler ve Kürtler olmak üzere farklı etnik, dinsel, kültürel kesimlerden “Türk milletinin birlik ve beraberliğinin simgesi” olarak sunulmasının altında, Türkiye burjuvazisinin ve Ankara’nın Irak ve Suriye üzerindeki egemenlik planları yatmaktadır. Bu aynı zamanda, devasa bir toplumsal eşitsizlik uçurumunun eşlik ettiği sınıfsal çelişkiler eliyle parçalanmış bir toplumu bir arada tutma ve işçi sınıfı ile gençliğin dikkatini gerçek sorunlardan uzaklaştırma yönünde gerici bir çabanın ifadesidir.

Aynı Britanya’daki, Avustralya’daki ve Yeni Zelanda’daki ortakları gibi, Çanakkale Savaşı’nın 100. yıldönümü kutlamalarına bütçeden milyonlarca liralık kaynak ayıran Türkiyeli egemen sınıf ve iktidar, tarihsel gerçekleri çarpıtmak için, tüm üniversitelerini ve medya uzmanlarını seferber etmiş durumda. Tarihin, burjuvazinin gerici hesaplarına hizmet edecek şekilde çarpıtılması yönündeki bu çaba, Çanakkale Savaşı üzerine konferanslardan, spor etkinliklerine, filmlere ve dizilere kadar uzanıyor.

Osmanlı İmparatorluğu’nun Çanakkale Savaşı’ndaki konumunun “anayurdun savunusu” olduğu iddiası, tarihsel gerçekliği açıkça çarpıtan bir yalandır. Çanakkale Savaşı, hammaddeler, pazarlar ve jeostratejik çıkarlar uğruna başlatılmış olan emperyalist bir dünya savaşının çok sayıda trajik çatışmasından yalnızca biriydi. Kendisi bir emperyalist güç olmamakla birlikte, Alman emperyalizminin yarı sömürgesi konumunda olan Osmanlı İmparatorluğu ise, bu savaşın kurbanı değil ama aktif katılımcısıydı.

Osmanlı İmparatorluğu, I. Dünya Savaşı’nın öncesinde, emperyalist güçler, rakip hanedanlıklar ve ulusal kurtuluş hareketleri sonucunda, çoktan çöküşün eşiğine gelmişti. O, sahip olduğu ilkel ekonomik yapısı ve onun üzerinde yükselen zamanını doldurmuş siyasi sistemiyle, ortadan kalkmaya mahkumdu. Osmanlı İmparatorluğu’nun bütçesi, daha 1881’de kurulan Düyun-u Umumiye ile birlikte, borçlu olduğu Avrupalı emperyalist devletlerin denetimine girmişti. O, 1908’deki burjuva devriminin (II. Meşrutiyet) ardından iktidara gelen İttihat ve Terakki Cemiyeti yönetiminde, hızla Almanya’nın yarı sömürgesi konumuna geldi. Osmanlı devletine önemli mali destek ve yatırım sağlayan Almanya, aynı zamanda, Osmanlı ordusunu eğitiyor ve donatıyordu. Osmanlı ordusu, I. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde, Aralık 1913’te, General Otto Liman von Sanders’in başkanlığındaki bir Alman askeri heyetinin denetimi (aslında komutası) altına girmişti.

İttihat ve Terakki yönetimi, I. Dünya Savaşı’nın patlamasından yalnızca iki gün sonra, 30 Temmuz 1914’te, Almanya’nın Rusya’ya karşı “gizli ittifak” teklifini kabul etmiş ve Almanya’nın yanında savaşa katılma yönünde hazırlıklara başlamıştı. Bu “gizli ittifak”, Osmanlı yönetiminin iki Alman savaş gemisinin Karadeniz’e açılıp Odessa’daki Rus donanmasını bombalamasına izin vermesiyle birlikte açığa çıktı. Bundan üç gün sonra da, Osmanlı İmparatorluğu, resmi olarak, Alman emperyalizminin yanında savaşa katıldı.

Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’na katılması, on yıllardır, Almanların Osmanlı yönetiminden habersiz gerçekleştirdiği bir “komplo” ya da İttihat Terakki yönetiminin (daha doğrusu, onun Enver Paşa önderliğindeki hizbinin) “ihaneti” olarak anlatılıyor. Oysa Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşa katılmasının nedeni, önceki yıllar boyunca Balkanlar’da, Ortadoğu’da, Kafkasya’da ve Kuzey Afrika’da yitirilmiş olan toprakların en azından bir bölümünü yeniden ele geçirmekti. İttihat ve Terakki yönetiminin bu amaca ulaşmasının hatta elde kalan toprakları korumasının tek yolu da, savaşa Alman emperyalizminin yanında girmekti. Zira Almanya’nın karşısındaki kampta yer alan Britanya, Fransa, Rusya ve diğerleri, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu’nun elindeki topraklar üzerinde egemenlik peşindeydiler; İstanbul da bu tehdide tek başına karşı koyamayacak durumdaydı. Özetle, İttihat ve Terakki yönetiminin başka bir seçeneği yoktu. Osmanlı yönetimi, I. Dünya Savaşı’na Almanya’nın yanında katılmaya, tarihsel ve uluslararası koşullar eliyle mahkum edilmişti.

Çanakkale Savaşı’na dönersek, 1915 yılı başında, I. Dünya Savaşı’nın Batı Cephesi (Almanya-Fransa) kilitlenmişti. Britanya-Fransa ittifakının Almanya’yı yenilgiye uğratması için, Rusya’nın doğudan ilerlemesi gerekiyordu ama Çarlık, bunu yapabilecek durumda değildi. Dahası, Osmanlı İmparatorluğu, Kafkasya’da, Rusya’ya karşı kapsamlı bir harekata hazırlanıyordu. Aralık 1914-Ocak 1915’te girişilen; Alman emperyalizminin elini Rusya karşısında güçlendirmeyi amaçlayan ve on binlerce donanımsız Osmanlı askerinin donarak öldüğü bu harekat, ağır bir yenilgiyle sonuçlandı.

Geçerken, Sarıkamış Harekatı’nın başındaki Enver Paşa’nın ve İttihat ve Terakki yönetiminin, bu akıldışı harekatta yaşanan askeri yenilginin günah keçisini bulmakta gecikmediğini belirtelim: Anadolu’nun Ermeni halkı. Çanakkale Savaşı sırasında, önce, 24 Nisan 1915’te, İstanbul’dakilerden başlayarak yüzlerce Ermeni aydını ve politikacısı tutuklandı; bu tutuklamalara, Anadolu’nun Ermenilerden “temizlendiği” bir zorunlu sürgün–katliam dalgası eşlik etti. 1918’e kadar uzanacak olan bu zorunlu sürgün ve katliam dalgasında, Türk kaynaklarına göre 300.000; Ermeni kaynaklarına göre 1,5 milyon Ermeni öldü.

Çanakkale Savaşı, İstanbul’u ele geçirip Osmanlı İmparatorluğu’nu savaş dışı bırakmak ve boğazlar üzerinden Rusya’ya yardım etmek için planlanmıştı. Çanakkale Savaşı’ndaki Osmanlı savunmasını örgütleyen ve askerlere komuta eden kişi de, I. Dünya Savaşı boyunca Osmanlı ordusuna danışmanlık yapacak olan Otto Liman von Sanders’ten başkası değildi.

Savaşan tarafların egemenleri ve milliyetçileri ne derse desin, bir yıl kadar süren kanlı siper savaşlarına sahne olan Çanakkale Savaşı, her iki taraf için de tam bir felaketti. Gelibolu Yarımadası gibi küçücük bir alanda boğaz boğaza yaşanan o savaşta, hastalıklar da dahil, on binlerce asker ölmüştü.

Osmanlı İmparatorluğu, Britanya-Fransa önderliğindeki emperyalist kampın Çanakkale’den çekilme kararından üç yıl kadar sonra, 30 Ekim 1918’de imzaladığı Mondros Anlaşması ile birlikte, savaşta yenilgiye uğradığını kabul edecek; 13 Kasım 1918’de ise İstanbul işgal edilecekti.

Şubat 1915-Ocak 1916 tarihleri arasında yaşanan Çanakkale Savaşı’nın, 1919-1922 yılları arasında verilmiş olan Kurtuluş Savaşı’nın bir parçası olduğunu iddia etmek, tarihsel gerçekleri çarpıtmanın ötesinde, egemen sınıfın, Ortadoğu’ya yönelik egemenlik planlarına hizmet etmektedir. Dolayısıyla, bugünlerde Çanakkale Savaşı üzerinden sürdürülen ideolojik kampanyanın amacı, işçi sınıfını ve gençliği, Ortadoğu’da ve Kafkasya’da hazırlıkları yapılan yeni emperyalist boğazlaşmalara hazırlamaktır. İşçi sınıfı aydınları ve ilerici akademisyenler, bu tarih çarpıtma kampanyasına karşı durmalı; gençliğe, Çanakkale Savaşı’nın da aralarında olduğu emperyalist savaşların yüceltilmeyi değil, lanetlenmeyi hak ettiğini ve onlara karşı yalnızca işçi sınıfı eksenli sosyalist enternasyonalist bir perspektifle karşı durulabileceğini anlatmalılar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir