Çin destekli Asya yatırım bankası üzerine anlaşmazlık

Başlıca Avrupalı güçlerin 50 milyar dolarlık Çin destekli Asya Altyapı Yatırım Bankası’na (AIIB) katılma kararı Amerika Birleşik Devletleri’ne önemli bir darbedir. Bu, derinleşen küresel durgunluğun ortasında, diğer emperyalist güçler kendi bağımsız çıkarlarını ortaya koyarken, ABD’nin, üzerinden kendi hegemonyasını uyguladığı ekonomik mekanizmaların parçalanmakta olduğunun açık bir işaretidir.

İlk darbe, geçtiğimiz Perşembe günü, Britanya’daki Başbakan David Cameron hükümetinin bankanın kurucu üyesi olacağını açıklamasıyla geldi. İsmi açıklanmayan bir Beyaz Saray yetkilisi, Çin ile “kalıcı uzlaşma yönünde bir eğilim”in, “yükselen bir gücü tutmak için en iyi yol” olmadığını ilan ederek yanıt verdi.

ABD’nin Britanya’nın bu eylemine yönelik muhalefeti, Financial Times’ın, “uzlaşma”nın diplomatik sözlükte “ödün verme”nin sadece bir adım öncesi olduğu belirten bir yorumunda vurgulandı.

Bununla birlikte, Almanya’nın, Fransa’nın ve İtalya’nın da bankanın kurucu üyeleri olmayı istediklerini ilan ederek Britanya’nın kararını izlemeleriyle, ABD’nin muhalefetinin caydırıcı olmadığı kanıtlandı.

Geçtiğimiz yıl yoğun ABD muhalefetinin ardından üye olmayı reddetmiş olan Avustralya ve Güney Kore’nin dahil olduğu Asya-Pasifik bölgesindeki diğer ülkeler de, etkin bir şekilde pozisyonlarını gözden geçiriyorlar. Avustralya hükümeti, geçtiğimiz Ekim’de, ABD Başkanı Barack Obama’nın, Dışişleri Bakanı John Kerry’nin ve Hazine Bakanı Jack Lew’in bir müdahalesinin ardından, bankaya geri dönme yönündeki önceki kararını iptal etmişti. Avustralya’nın, şimdi, kendi katılımını ilan etmenin eşiğinde olduğu belirtiliyor.

Lew, Kongre’de yaptığı konuşmada, Washington’ın ABD hakimiyetindeki Dünya Bankası’na ve müttefiki Japonya önderliğindeki Asya Kalkınma Bankası’na bir rakip olarak görülen banka üzerine başlıca endişesinin, onun, “uluslararası mali kuruluşların geliştirdiği yüksek standartlara” bağlı kalıp kalmayacağı; işçilerin haklarını ve çevreyi koruyup korumayacağı ve “yolsuzluk meselelerinin uygun bir şekilde üstesinden” gelip gelemeyeceği kaygısı olduğunu söyledi.

ABD egemen mali sektör çevrelerinin bir temsilcisinden gelen (Lew, Citigroup’ta önde gelen bir makamdaydı) yolsuzluk konusunda kaygı ifadesi, özellikle ikiyüzlüdür. 2011’deki bir Senato raporu, önde gelen ABD bankalarının ve yatırım kuruluşlarının, 2008 küresel mali krizini tetiklemede büyük bir rol oynamış olan suç oluşturan faaliyetlere bulaştıklarını göstermişti. Aynı ikiyüzlülük, çevre ve işçi hakları üzerine sözde endişeler için de geçerlidir.

ABD’nin Çin destekli AIIB’ye yönelik muhalefetinin gerçek nedeni, bankanın, Asya-Pasifik bölgesindeki ABD egemenliğini zayıflatacak ve ABD’nin, “Asya’ya dönüş” çerçevesinde askeri üstünlüğünü sürdürmeyi garanti altına alma yönelişinin altını oyacak olmasıdır. ABD, Avustralya’nın katılımına, limanlar, havaalanları ve demiryolları dahil altyapı projelerinin bu banka tarafından finanse edilmesinin, Çin’in askeri ve stratejik konumunu yükseltmesinde bir rol oynayabileceği gerekçesiyle karşı çıkmıştı.

Avrupalı güçler, açıkça, ABD bunun karşılığında herhangi bir şey sağlama konusunda aciz ya da isteksizken, Amerikan stratejik hedeflerinin arkasında hizaya geçmek için değerli ekonomik fırsatlardan fedakarlık yapmalarını gerektirecek herhangi bir neden olmadığı sonucuna varmış durumdalar.

ABD ile Avrupalı güçler arasındaki fikir ayrılığı, Britanya Avam Kamarası Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Richard Ottaway’in bir yorumunda özetlendi. Ottaway, banka üzerine anlaşmazlığın, Britanya’nın ve Avrupa’nın Çin’e ABD’den farklı şekilde baktığını yansıttığını söyledi: “ABD Çin’e, Pasifik’teki bir deniz gücü olarak, stratejik açıdan yaklaşıyor. Avrupalılar Çin’e ticari açıdan bakıyorlar.”

Ekonomisi, başlıca bankalarının ve mali kuruluşlarının spekülatif ve asalak faaliyetlerine her zamankinden daha çok bağımlı olan Britanya’nın AIIB’ye katılımı ile, Çin para birimi yuanın ekonomik ve mali gücü artarken, Londra’daki mali sektör merkezinin onun küresel rolünün artmasından kar sağlaması için bir diğer fırsat olarak görülüyor.

Diğer Avrupalı güçlerin ekonomik güdüleri, Britanya’nınkilerden farklı bir vurguya sahip olmakla birlikte, en az onunkiler kadar güçlü. Bunlar, Salı günü, Berlin’de Çin Başbakan Yardımcısı Ma Kai ile düzenlediği ortak bir basın toplantısında, Almanya Maliye Bakanı Wolfgang Schäuble tarafından dile getirildi. Schäuble, “Bizler, Asya ekonomisinin, Alman şirketlerinin aktif olarak yer aldığı olumlu kalkınmasına katkıda bulunmak istiyoruz.” dedi.

Anlaşmazlığın önemi, ABD’nin geçtiğimiz 25 yıl içindeki stratejik hedefleri çerçevesi içinde ele alındığında belirgin hale gelmektedir. Amerikan emperyalizmi, Sovyetler Birliği’nin 1991’deki çöküşünü, küresel egemenlik yönelimini (George H.W. Bush’un başkanlığı sırasında açıkladığı bir “yeni dünya düzeni” tasarımı) ilerletmek için bir fırsat olarak görmüştü.

Bu yeni düzen, Amerikan kapitalizminin küresel egemenliği eliyle karakterize edilecekti. Pentagon, 1992’de, Amerikan politikasının amacının dünyanın önemli herhangi bir bölgesindeki bir gücün veya güçler grubunun hegemonya oluşturmasını önlemek olduğunu ilan eden, Sovyet sonrası dünyadaki stratejik hedeflerini açıkladı.

Bu strateji, 1997-98 Asya mali krizi sırasındaki ABD politikasının temeliydi. Japon hükümeti, çalkantıya saplanmış ülkeleri kurtarmaya yardımcı olmak için 100 milyar dolarlık bir fon oluşturma önerisini ortaya attığında, bu öneri,  bölge çapındaki “ekonomik yeniden yapılanma”yı Washington merkezli Uluslararası Para Fonu’nun yönetmesi gerektiğinde ısrar eden ABD tarafından veto edilmişti. ABD ile kafa kafaya çatışmayla yüz yüze gelen Japonya, geri adım attı.

Amerikan egemen sınıfının küresel egemen olarak konumunu sürdürme kararlılığı, Amerikan kapitalizminin küresel konumunda yaşanan onlarca yıllık gerileme ile uyuşmamaktadır. Şirket ve mali sektör seçkinleri, buna yanıt olarak, her zamankinden daha büyük pervasızlıkla askeri güç kullanımına başvurdular.

Çin’in Asya krizinden bu yana geçen dönemdeki güçlü ekonomik büyümesi, şu soruyu yeniden gündeme getirdi: Asya’ya kim hükmedecek?

Yetmiş yıl önce, ABD, IMF’yi ve Dünya Bankası’nı kurarak II. Dünya Savaşı sonrası düzenin temellerini attığı zaman, küresel kapitalizmin tartışmasız ekonomik egemeniydi.  Artık bu söz konusu değil ve özellikle Avrupalı emperyalist güçler, bir kez daha kendi çıkarlarını ileri sürüyorlar. Küresel ekonomik kriz derinleşirken, emperyalist güçler arasındaki anlaşmazlıklar yalnızca yoğunlaşacaktır.

Kesin tahminler yapmak mümkün olmasa da, genel gelişme eğilimi ortada. ABD, New York Times’ın “bazı en yakın müttefiklerinden gelen incitici bir tersleme” olarak tanımladığı şeye uğramış durumda. ABD buna nasıl karşılık verecek? Artık bunu başarabilecek yeterli kaynaklara ve kapasiteye sahip olmadığı için ekonomik ödünler aracılığıyla değil ama siyasi ve askeri provokasyonları arttırma yoluyla.

Aynı zamanda, diğer büyük emperyalist güçler, kendi ekonomik hedefleri doğrultusunda, askeri kapasitelerini arttırmaları gerektiği sonucuna varmaya zorlanacaklar. AIIB konusunda yaşanan anlaşmazlık, patlayıcı siyasi ve askeri sonuçları olacak önemli jeo-ekonomik kaymaların belirtisidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir