ABD’deki petrol işçilerinin bir buçuk aylık grevi, ABD’deki toplumsal ve siyasi gelişmenin esas itici gücünün, dünyanın geri kalanında olduğu gibi, sınıf mücadelesi olduğunu bir kez daha gösterdi.
Üst orta sınıf akademik çevreler içindeki “işçi sınıfının ortadan kaybolması”na ilişkin derin düşüncelere ve saplantılı ırk ve cinsiyet düşkünlüğüne rağmen, kapitalist toplum, Karl Marx’ın meşhur sözleriyle, “iki büyük düşman kampa, doğrudan birbirinin karşısına dikilen iki büyük sınıfa; burjuvaziye ve proletaryaya” bölünmüş durumda.
Bu mücadelede, 30.000 petrol işçisini, bazıları dünyadaki en zengin ve en fazla siyasi bağlantıya sahip şirketler ile; hükümetleri satın alan ve satan, savaşların ve askeri darbelerin başlatılması için emir veren ve cezadan muaf bir şekilde gezegeni kirleten enerji holdingleri ile hesaplaşmaya soktu.
Sadece kar hesabıyla davranan Shell, ExxonMobil, BP, Chevron ve diğer şirketler, altyapı onarımlarını ihmal ediyor, tam zamanlı işçi çalıştırmaya karşı çıkıyor ve kaygı verici süreklilik kazanmış olan patlamalara, yangınlara ve çevre hasarlarına duyarsız bir şekilde mevcut işgücünü tükenme noktasında sömürüyorlar.
Şirket karları ve borsalar rekor seviyeye ulaşırken bile aşınan yaşam standartlarından zarar gören ABD’deki ve dünya çapındaki on milyonlarca işçi, petrol işçilerinin kavgasını destekliyor. Bununla birlikte, işçi sınıfının birliğinin önündeki en büyük engelin, grevi sabote etmiş olan ve şimdi şirket yönetiminin ve Obama hükümetinin emirlerini dayatmaya çalışan kapitalizm yanlısı, ulusalcı sendikalar olduğu bir kez daha kanıtlandı.
Birleşik Çelik İşçileri Sendikası (USW), başından itibaren, bilinçli ve hesaplı bir şekilde grevin yenilgisini sağlamaya çalıştı. USW, üyesi olan işçiler ABD’deki rafineri kapasitesinin üçte ikisinin faaliyetini durdurma gücüne sahip olmasına rağmen, grevi, işkolundaki işçilerin küçük bir kesimi ile sınırladı. O, tam da Shell yöneticileri onların yerine “yedek işçiler”i geçireceğini ilan ettiği sırada, grevci işçileri yalıttı. Sendika, 350 milyon dolarlık grev fonundan kayda değer herhangi bir yardım vermeyerek, işçileri aç bırakarak boyun eğdirme çabasına katıldı.
USW, sonunda, geçtiğimiz hafta, altı haftayı aşkın süredir bazı durumlarda dondurucu soğukta grev gözcülüğü yapan işçilere hakaret olan sözde bir “sözleşme”yi kabul etti. Yönetimin, sendikaya ağır işler ve sözleşme dışı çalışma konusunda “tartışma fırsatları” sağlayan değersiz sözleri, USW Başkanı Leo Gerard tarafından, “iş güvenliğinde ve istihdamda kapsamlı iyileşmeler” olarak yutturuldu. USW, işçilerin seferberliğine son vererek, BP, Tesoro ve Marathon’da grevi sürdüren işçileri tek başlarına mücadele etmeye terk etti.
İşçiler, bir kez daha, Amerikan “işçi hareketi” olarak bilinen tuğla duvarla karşı karşıya kalmış durumda. Geçtiğimiz beş yıl boyunca gerçekleşen pek çok mücadelede (birkaçını saymak gerekirse; Indianapolis GM işçileri, Wisconsin kamu emekçileri, Verizon işçileri, Chicago öğretmenleri, Illinois Caterpillar işçileri, Findlay, Ohio Cooper Tire işçileri, New York kenti okul otobüsü sürücüleri, Batı Yakası liman işçileri) olduğu gibi, yaşanan yenilgiler işçiler tarafındaki bir kararlılık eksikliğinden kaynaklanmamıştır. Bu mücadeleler içinde ortaya çıkan devasa potansiyel, her durumda, AFL-CIO ve diğer sendikalar tarafından sabote edildi, etkisiz hale getirildi ve boğuldu.
Sendikaların rolü, bu çok yaygın olsa da, basitçe, liderlerin bireysel yozlaşmasının bir ürünü değildir. Sendikaların, şirketlerin ve hükümetin doğrudan araçlarına dönüşmesi, kökleri dünya ekonomisinin yapısında yaşanan güçlü nesnel değişimlerde yatan, on yıllar süren bir yozlaşmanın ürünüdür. Bu dönüşümler, ulusal temelli ve kapitalizm yanlısı sendikaları, işe yaramaz ve aslında gerici hale getirmiştir.
Amerikan işçi sınıfının kitlesel işkolu örgütlenmesi için büyük itki, sınıf mücadelesine uluslararası ölçekte muazzam bir ilham işlevi görmüş olan Rus Devrimi’nin zaferiydi. ABD, 1930’larda, işkolu sendikalarının oluşumuna yol açan isyan niteliğinde sınıf çatışmalarına tanık oldu. Egemen sınıf, devrimci altüst oluş koşulları altında, belirli toplumsal reformları uygulayarak karşılık verdi (“kapitalizmi kendisinden kurtarmak” yönünde bir çaba).
Bununla birlikte, yeni kurulmuş Sanayi Örgütleri Kongresi (CIO) Demokratik Parti’ye tabi kaldı. Bu kapitalist parti ile ittifak, toplumsal ilişkilerde herhangi bir kökten değişim uğruna mücadeleden vazgeçme anlamına geldi ve yeni sendikalar, hızla Amerikan kapitalizmi ile kendi barışlarını yaptılar. Bu, işkolu sendikalarını kurmuş olan sosyalist öncülerin savaş sonrası anti-komünist tasfiyesi eliyle sağlamlaştırıldı. AFL ile CIO’nun 1955’te birleşmesi, herhangi bir radikal toplumsal mücadelenin yadsınmasına işaret etti.
Walter Reuther ile diğer sendika liderlerinin sonsuza kadar süreceğini iddia ettiği toplumsal reform dönemi kısa ömürlü oldu. 1970’lerin sonlarına gelindiğinde, ekonomik hegemonyasını kaybetmekle yüz yüze gelen ABD’li şirket ve mali sektör seçkinleri, politikalarını sınıf uzlaşmasından sınıf savaşına kaydırdılar. Başkan Reagan’ın 1981 yılında PATCO hava trafik kontrolörlerini işten atması, her iki büyük şirket partisinin sürdürdüğü ve bugün de devam eden bir toplumsal karşı-devrim dönemini başlattı.
Kapitalist üretimin küresel bütünleşmesi, ABD’deki ve dünya genelindeki ulusal temelli sendikaların tabutlarına çakılan son çivi oldu. Sendikalar, her bir ülkede, işçilerin çıkarlarını savunmaktan vazgeçtiler ve ücretlerin, sosyal yardımların ve çalışma koşullarının sonu gelmez tahribatına nezaret ettiler.
Sendikalar ile Demokratik Parti arasındaki işçi sınıfı karşıtı ittifak, petrol işçilerinin grevinde sergileniyor. USW, başından itibaren, mücadelenin, yakın ilişkilere sahip olduğu Obama yönetimi ile bir siyasi çatışmaya tırmanmasını önlemeye kararlıydı. USW Başkanı Leo Gerard, Alcoa’dan, Caterpillar’dan ve diğer Fortune 500 şirketlerinden CEO’lar ile Çin’den, Meksika’dan ve diğer düşük ücretli ülkelerden “iç tedarik” üretim amacıyla ücretleri, emeklilik maaşlarını ve sağlık harcamalarını azaltmak için gizlice anlaşma yaptığı, Obama’nın İleri Üretim Ortaklığı komitesinin bir üyesi. Petrol işçilerinin grevi, Amerika’daki açık sınıf çatışmasının, sendikaların onu bastırdığı onlarca yılın ardından tekrar ortaya çıkmasının bir habercisidir. Altı yıllık sözde ekonomik iyileşme içinde şirket karlarının rekor düzeye ulaştığı ve borsaların patladığı koşullar altında, on milyonlarca işçide, yaşam standartlarının yıllardır aşındırılmasını tersine çevirmek için giderek artan bir kararlılık var.
İşçi sınıfının toplumsal gücünün serbest kalması için, öncelikle, şirket yanlısı sendikaların ölü ağırlığının atılması gerekiyor. İşçi sınıfının bir karşı saldırısına öncülük etmesi için, en özverili ve militan işçilerin önderliğinde, bizzat işçilerin demokratik olarak kontrol ettiği yeni örgütlenmeler inşa edilmeli. Bunun, sendikalarda örgütlü olmayanlar ve on milyonlarca göçmen ve işsiz işçi çoğunluğu dahil, işçilerin en geniş kesimlerini kapsaması gerekiyor.
Aynı zamanda, işçilerin bir sendikal mücadele değil ama dünya ölçeğinde işleyen ekonomik ve siyasi bir sisteme, kapitalizme karşı siyasi bir mücadele ile karşı karşıya olduğu kavrayışı olmalıdır. İşçilerin sosyal haklarını (düzgün ücret ve güvenli işler, ekonomik güvenlik, sağlık hizmetleri, eğitim ve gelecek nesil için bir gelecek) savunma mücadelesi, işçileri doğrudan doğruya büyük şirketlerin iki partisi ve onların savunduğu iflas etmiş kar sistemi ile karşı karşıya getirmektedir.
Sosyalizmin ve ekonomik planlamanın gerekliliği, kendisini, hiçbir yerde, küresel enerji sektöründe olduğundan daha açık bir şekilde gösteremez. Eğer petrol işçilerinin sağlığı ve esenliği de dahil, toplumsal ihtiyaçlar tek amacı kar olan yönelimden daha önemli ise, o zaman, bu işkolunun, ekonominin ABD’de ve uluslararası ölçekte sosyalist planlanmasının bir parçası olarak, emekçilerin demokratik denetimi altında ulusallaştırılması gerekir.