Ölümlü “iş kazaları” meselesi, -eğer bu kazalarda onlarca işçi ölmediyse- hala birkaç sendikanın ve sol çevrenin yayınlarında sıkışıp kalmaya devam ediyor. Burjuva basını onları görmezden geliyor. Şu ya da bu şekilde üzerine gidilen birkaç iş cinayetinin, patronlar tarafından ölen işçilerin ailelerine ödenen “kan parasıyla” sonuçlandığını biliyoruz. Biraz daha ileri gidilirse birkaç günahkar patronun birkaç aylığına hüküm giymesi herkesi memnun ediyor.
Bizler bu cinayetlerin, kaza olmadığını ve sorumlusunun birkaç patronla sınırlı kalamayacağını her defasında ifade ediyoruz. Ve ekliyoruz, işçi cinayetlerini, Çalışma Bakanlığı denetçilerinin ve sendikaların ihale ettiği araştırma şirketlerinin soğuk rakamları arasından çıkarıp, sınıf mücadelesinin esas konusu haline getirmediğimiz sürece, işçiler, daha fazla kar uğruna ölmeye devam edecek. Daha da önemlisi yaşanan ölümlerle artan istatistiki veriler, kapitalizmin yol açtığı cinayetlerin kanıksanmasına katkı sunacak. Bugün benzer bir süreci kadın cinayetlerinde görmeye devam ediyoruz.[1]
İşçi cinayetleri artarak sürüyor
İş güvenliği önlemleri de, işçi sınıfının tüm taleplerinde olduğu gibi maliyet hesaplarına çarpmaya devam ediyor. Avrupa’da derinleşen küresel kriz, haftalık çalışma saatlerini fiilen artışa zorlarken iş kazalarında artış kaçınılmaz hale geliyor. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin verilerine göre bu yılın ilk dokuz ayında 432 işçi, “iş kazalarında” yaşamını yitirdi. Aynı meclisin bir başka verisine göre, sadece Kasım ayında yaşanan “kazalarda” 57 işçi öldü. Bu “kazalarda” ölen işçilerden 19’u inşaat sektöründe yaşamını kaybetti.[2]
Geçtiğimiz hafta benzer bir açıklama DİSK’e bağlı Dev Maden-Sen’den geldi. Sendikanın 2011 yılını kapsayaı araştırmasında, maden iş kolunda toplam 186 kazanın meydana geldiği, bu “kazalarda” 87 işçinin yaşamını yitirdiği, 247 işçinin ise yaralandığı belirtildi. Artan enerji talebi ve sektörde büyüyen rekabet, çalışma koşullarını ağırlaştırırken hemen her gün madenlerde yaşanan kazaları takip etmekte zorlanıyoruz. Yine bu rapordan, son beş yıl içinde 400 maden işçisinin hayatını kaybettiğini öğrenmiş bulunuyoruz. [3]
Ölümlü “iş kazasının” sektörel dağılımları incelendiğinde enerji sektörünün rakamsal üstünlüğünü görmek zor değil. İş kazalarında en yüksek oran, pek tabiî ki % 10,1 ile madenciliğe ve taş ocakçılığına ait. Kömür, onca teknolojik yeniliğe ve yenilenebilir enerji kaynaklarındaki artışa rağmen önemli enerji girdisi olmayı sürdürüyor. Kapitalizm, Perslerden ve Romalılardan sonra kömürdeki ısrarı sürdüren imparatorluğunu son zamanlarda iyice yaygınlaştırdı. [4] “İş kazaları” oranlarında madenciliği izleyen dallar ise %7,7 ile elektrik, gaz ve su.
Yaşanan ölümlerin büyümede önemli kalemlerin başında gelen enerji ve inşaat sektöründe yaşanması şaşırtıcı değil. Ortadoğu’daki gelişmelere rağmen Türkiye’nin bu bölgede inşaat sektöründe ulaştığı rakamlar oldukça çarpıcı. Sektörde Çin ile sıralamanın üst basamaklarını paylaşan Türkiye’nin inşaat sektörü geçtiğimiz dönem % 10,6 büyüdü. 3. çeyrekte sektörün büyüklüğü 15,03 milyar TL’ye ulaştı. İnşaat sektöründe zamanlı projeler ve yaygın taşeron ağı, çalışma koşullarını en az enerji sektöründe olduğu kadar ağırlaştırıyor. [5]
Türkiye’nin OECD ülkeleri sıralamasında 2002’den bu yana enerji talebinde birinci sırada yer aldığını belirterek devam edelim. Benzer şekilde Türkiye, doğalgaz ve elektrik talebinde Çin’den sonra dünya sıralamasında ikinci. [6] Türkiye, bir yandan içeride doğayı katleden HES ve Termik Santral inşasını arttırırken diğer yandan kömürü “eski güzel günlerine” geri götürmenin hazırlığı içerisinde. Bu verilere, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşanan altüst oluşları ve enerji arzında süre giden belirsizliği eklediğimizde, sektörde rekabetin hangi boyutlara ulaştığını kolaylıkla görebiliriz. Bu rekabet, işgücü maliyetlerini azaltmak adına çalışma koşullarını insan yaşamını hiçe sayacak şekilde kötüleştirmeye devam ediyor. Kriz, belirsizlik ve rekabet kömür ve madencilikte süren ısrarın nedenini açıklamaya yetiyor. Enerji talebinde Türkiye’nin önünde seyreden Çin’de, hemen her gün iş kazalarında ölen maden işçilerine ilişkin haberler, hükümetin bütün engelleme çabalarına rağmen dünya basınına ulaşıyor. Resmi rakamlara göre, Çin’de sadece geçtiğimiz yıl 2433 maden işçisi hayatını kaybetti. [7]
Büyüme rakamlarında üst sıraları Çin’le paylaşan Türkiye, enerji talebindeki artışa bağlı olarak maden iş kolunda yaşanan kazalarda da bu ülkeyle yarışıyor. Türk Harb-İş sendikasının bir araştırmasına göre, Türkiye’de her yıl yaklaşık 300 bin iş kazası meydana geliyor. [8] Araştırmaya göre, dünyada en fazla iş kazası Güney Kore ile Brezilya’nın ardından Türkiye’de olurken, ölümlü iş kazaları açısından Avrupa’da ilk sıra Türkiye’nin.
Bu yazının yazıldığı saatlerde, Kırıkkale’de TSK’ye ait bir TNT deposunda yaşanan patlamada dört işçinin öldüğünü belirterek devam edelim. Benzerleri arasında dünyanın “en güvenli” depolarından biri olarak gösterilen Yahşiyan’daki silah deposunda da işçiler hiç şüphesiz “kaza” (!) sonucu öldü ve Genelkurmay tarafından cinayetin üstünü örtmek üzere bir de “şehit” ilan edildiler. Dünya genelinde her yıl, ortalama 1,2 milyon işçi iş kazaları nedeniyle hayatını kaybettiğini bildiğimize göre, yazının yazıldığı bu saatlerde dünyanın birçok yerinde binlerce işçinin bile bile ölüme gönderilmeye devam ettiğini söyleyebiliriz. [9]
Bitirirken
Arap baharı, Avrupa’daki küresel kriz ve kitlesel öfke dünya siyasetinin seyrini belirlerken, bu altüst oluşların Türkiye’de ve dünyanın birçok yerinde çalışma yaşamına etkisi görmezden gelinemez. Dünya ticaretinde olası daralma, enerji arzında ve uluslararası taşımacılıkta yaşanacak kriz, ambargolar, bölgesel savaşları gündeme getirmekte. Bu koşullar altında, patronların işçi sınıfına karşı saldırılarının artacağı kuşku götürmez. Geçtiğimiz günlerde asgari ücret üzerine yapılan görüşmelerde de görüldüğü gibi işçi sınıfının her türden talebi “kriz var” gerekçesiyle reddediliyor.
Bizler iş cinayetleri üzerine rakamlarla yapılan analizlerin, kapitalizmin ücretli emek sömürüsüne topyekün karşı duruşun örgütlenemediği böylesi koşullarda işçi sınıfını istediğimiz sonuca ulaştırmayacağını çok iyi biliyoruz. Buna rağmen, burjuvazinin, işçilerin “tembelliğine” ve “cehaletine” vurgu yaparak kapitalist rekabeti ve işçi sınıfına dayattığı acımasız çalışma koşullarını gizlemesine izin vermemeliyiz.