Kocaeli-Kartepe tesislerinde, Sabancı’ya ait KENTSA’nın içinde lastik üretimi yapan BriSA, küresel krizin ekonominin lokomotifi olan otomotiv sektörünü tepe taklak etmesini gerekçe göstererek; sendikaya ve Bölge Çalışma Müdürlüğüne bildirmeden toplu işten çıkarmalara başladı. İşveren, işten çıkartmaları vardiya girişlerinde veya telefonla bildirdiği için net olarak kaç işçinin çıkarıldığı bilinmiyor. BriSA’da örgütlü DİSK’e bağlı Lastik-İş sendikası yetkililerinden alınan bilgiye göre 64 işçi işten çıkarıldı. İşten çıkartmalarda dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta var: çıkartılanların tamamına yakınının sendika yönetimine muhalif olmaları ve 2004 yılında gerçekleştirilen şube kongresinde Abdullah Karacan’nın listesi karşısında delege adayı olmalarıdır. 2009 yılında şube kongresinin yapılmasına aylar kala, her üç fabrikada da peş peşe yaşanan gelişmelerle sendika yönetimine muhalif işçilerin işten çıkarılması tesadüf değildir. Sendika bürokrasisinin muhalif işçileri temizleme operasyonu BriSA’da ilk değildi, tıpkı Pirelli ve Goodyear’da geçtiğimiz aylarda yaşananlar gibi.
1300 işçinin çalıştığı fabrikada, 17 Aralık Çarşamba günü 08.00-16.00 ve 16.00-24.00 vardiyalarındaki işçiler, işverenin ekonomik kriz gerekçesiyle işçi çıkarımı duyumları üzerine üretimi durdurarak fabrikayı terk etmeme eylemine geçtiler. 24.00 vardiyasına gelen işçilerin de eyleme katılmaları ile yaklaşık 1000 işçi kendilerini fabrikaya kapatarak fabrikayı işgal etti. İşgalci işçiler, çıkartılan işçi arkadaşlarının iş başı yapana dek işgalin süreceğini ifade ettiler. Fabrikanın işgali ile şarteller indirildi, üretim durma noktasına geldi. 1000’i aşkın işçinin katıldığı eylem sendikanın engellemelerine ve her türlü baskılara karşı kararlı bir şekilde başladı. Sendika bürokrasisi, eylemin daha uzun sürmesi sonucunda işten çıkarmaların artacağı ve jandarmanın fabrikayı zorla boşaltacağı iddiaları ile gerek devam eden işgali, gerekse mücadelenin kitleselleşmesini ve yayılmasını engelleyerek hareketi frenlemek çabasındaydı.
BriSA işçileri, işten çıkartmaları sendika ile işverenin çıkarları doğrultusunda yapılan bir operasyon olarak görüyorlardı. Lastik-İş sendika bürokrasisi, daha önce yaşanılan birçok örnekte olduğu gibi bu sefer de işçileri patronlar karşısında satacaktı. İşçiler; sendika bürokrasisinin işten çıkartılan işçilerin geri alınması yönünde hiçbir çabaya girmeyeceklerini, işveren karşısında işçilerin çıkarlarını korumayacaklarını, patronlar ile hareket edeceğini -tahmin etmiyorlardı- biliyorlardı, çünkü sendikanın patronlarla anlaşma masasında işçilerin tarafında değil patronlar tarafında oldukları filmini defalarca izlemişler, tüm bu olanlar karşısında deneyim kazanmışlardı. İşte bu deneyim, işçilerin sendika bürokrasisine güvenilemeyeceği, bürokratlara danışmadan, bağımsız olarak birbirinden aldıkları cesaret ve güç ile mücadele edilmesi gerektiği bilincini kazandırdı.
İşçiler yanılmadı, bir kez daha sendikanın ihaneti ile karşı karşıya kaldılar. İstanbul’da Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı ile cumartesi sabah saatlerinde bir araya gelen Lastik-İş Sendikası yöneticilerinin görüşmesi –satış pazarlığı- akşam saatlerine kadar devam etti. Akşam saatlerinde sona eren görüşmede varılan anlaşmaya göre işten çıkarılması kesinleşen 64 işçinin dışında başka işçinin çıkarılmaması koşulu ile 7 günü 2009 yıllık izinlerinden 2 günü de ücretli izin olmak üzere fabrikada üretime 9 gün ara verilmesi kararlaştırıldı. Öte yandan işten atılan 64 işçiye ihbar ve kıdem tazminatlarının yanı sıra brüt 1500 YTL fazladan para ödeme kararı alındı (Ki tüm bu ödemeler atılan işçilerin birkaç aylık gelirlerine eşittir, yani birkaç ayın ardından bu işçiler de milyonlarca işsizin durumuna düşecektir).
Atılan 64 işçinin fabrika önünde beklediği saatlerde fabrikaya gelerek açıklama yapması beklenen Lastik-İş Genel Başkanı Abdullah Karacan, fabrikaya gelmezken, işçilere yemekhanede açıklamayı Sosyal İşler Daire Başkanı Alaaddin Sarı yaptı. Atılan işçilerin yemekhaneye alınmadığı açıklama sırasında Sarı’nın yapılan eylemin fabrikanın işgali anlamına geldiğini, eğer eylem devam ederse jandarma zoruyla fabrikanın boşaltılacağını ve tüm işçilerin tazminatsız olarak işten çıkarılacağını, bu nedenle fabrikanın boşaltılması gerektiğini söyledi. Sendika bürokratlarının anlaşma sağladıkları kararları, işten çıkarıldıkları günden beri fabrika dışında direnişe geçen 64 işçiye söylememeleri işçileri oldukça öfkelendirdi. BriSA işçileri, sendika bürokratlarının kendilerine sormadan ve en küçük bir bilgi paylaşmadan işveren ile masaya oturmasını “ihanet” olarak gördüler. Anlaşmanın sonrasında işçiler fabrikayı boşaltarak işgal eylemi sona erdi.
BriSA İşçilerinin Sesi
– İşçilerin sık sık “İşçiler burada sendika nerede” sloganı atmaları, “mücadeleci” sendikanın işçiler tarafından nasıl görüldüğünü gösteriyor. (Bilindiği gibi, birçok sol kesim sendikaları “mücadeleci” ve “işbirlikçi” olarak ayırmakta)
– Bu işgal ve BriSA işyeri baş temsilcisi Barış Günel’in şu açıklaması “İşçi arkadaşlarımız iş başı yapana kadar bu işgal devam edecek. Dışarı çıkmayacağız. İşveren bizimle şu ana kadar bir görüşme yapmadı. Biz direnişimize devam edeceğiz. İçerdeki arkadaşlarımızdan da atılacaklar olacak. Bu kıyımın önüne geçmek zorundayız” işçi sınıfının sendikal önderliği aşarak mücadele verebileceğinin ve vermek zorunda olduğunun açık göstergesidir.
– İşçilerin sendika aleyhine slogan atması üzerine Lastik-İş Kocaeli Şube Başkanı Hasan Hüseyin Çakar, “sakinleştirmek” amacıyla atılan işçilerin yanına gitti. Bunun üzerine işçiler, “İşten atıldığımızdan beri bir kez yanımıza gelmedin. Şimdi basın var diye geliyorsun. İnsan yanımızdan geçerken bir geçmiş olsun der. Siz bunu bile yapmadınız” şeklinde tepki göstermeleri sendikanın eylem esnasında işçiler ile olan organik bağının olmadığını göstermektedir.
– İşten atılan 64 işçinin yıllardır lastik işçisinin kazanılmış haklarının korunması için mücadele ettiğini ifade eden 20 yıllık BriSA işçisi Adnan Özkanlı da şunları dile getirdi, “Lastik patronları krizle kazanılmış haklara saldırmanın hesabını yapıyor. Zaten kaç dönemdir işe giriş ücretinin kendilerince belirlenmesi ve geçici işçiliğin yaygınlaştırılması dayatmaları ile karşımıza çıkıyorlar. Kriz bu maddelerin alınması için fırsat… Sendika için de muhaliflerden kurtulmak için fırsat. Elbirliği ile böyle bir operasyon başlattılar”. Sendika ile işverenin görüşmeler sonucunda aldığı kararlara ilişkin Özkanlı, “ Atılan işçiye 1500 lira fazladan para almışlar. Bizi 1500 liraya sattılar” diye konuştu.
Tüm bu yaşananlar gören gözler için yeterince açıktır. BriSA işçilerinin mücadelesi, önderliğin sendikada olması nedeniyle yenilgiye uğramıştır. Yapılması gereken, sendikal örgütlenmenin aşılması ve işçilerin öz örgütlenme modelinde fabrika komiteleri kurarak işgali sürdürmeleri ve mücadelelerini diğer fabrikalara yaymalarıydı. Ancak elbette bu sendika eliyle değil Marksist bir örgütlenmeyle birlikte yapılabilirdi. Şu bir gerçektir ki, mücadeleci rol atfedilen sendikalar –yönetimlerinden bağımsız olarak- gerçekte burjuvazinin işçi sınıfı içindeki ajanlarıdır. İşçilerin kitle örgütleri olan ve gündelik-ekonomik çıkarlarının savunusu; dolayısıyla ücretli emeğin sömürüsü üzerine kurulu olan sendikalar işçi sınıfının mücadelesinin yükseldiği her durumda işçileri satmaktan çekinmezler –bu onların doğasından kaynaklıdır. Elbette bu işçilerin sendikalardan çıkmaları çağrısı anlamına gelmez. Sendikal örgütlenme ve mücadelenin sınırları ve bunun neye yol açacağı Marksistler tarafından her zaman dile getirildi. Sendikal mücadele karşısında yerlere kapanan “Ekonomistler”e karşı Lenin tarafından Ne Yapmalı’nın kaleme alındığını tekrar tekrar vurgulamak gerekir.
Yenilgiyle sonuçlanan BriSA işçilerinin mücadelesinin önemi ve işçilerin bu kendiliğinden başlayan mücadelelerinin en küçük bir kazanım ile sonuçlanabilmesi için dahi sendikal örgütlenmenin aşılması ve mücadelenin siyasi bir örgütlenme eliyle yayılmasının gerekliliği ortadadır. Ve en önemlisi, mücadeleye girişen işçilere bunun kapitalizmin bir sonucu olduğu ve sorunun tam da bu üretim biçiminde yattığı, patronun ve devletin birlikte hareket ettiği vs. gibi örnekler vererek onların mücadelesi bir ekonomik mücadele olmaktan çıkarılıp siyasallaştırılmalıdır. Marksistler tam da bunun için mücadele ederler, yani işkoluna göre ve ekonomik kazanım için örgütlenen sendikaların aksine, onlar bir grup işçinin değil, bir sınıf olarak proletaryanın tarihsel çıkarlarını savunurlar; işkoluna göre değil dünya işçi sınıfı içerisinde siyasi mücadele ve komünizm programı altında örgütlenirler. Sendikal mücadeleyi göklere çıkaran ve ona yedeklenen “Marksist” maskeli ulusalcı solun görmediği gerçek tam da budur.