Marx’ı İki Yönlü Okumak: Sermaye Sola Mı Dönüyor?

Şu günlerde sermayenin “Marx’ı keşfetmeliyiz” diye feryat ettiğini görüyoruz. Özellikle krizin geri dönülmez kabulünün başlangıcıyla birlikte dünyanın bir çok yerinde bizzat iş adamları tarafından Marx’ın önemi vurgulanır oldu. Burjuva iktisatçılar ve siyasetçiler Marx’ı inceliyorlar. Dünyanın pek çok yerinde Kapital’in satışları tırmanıyor. “Marksist” siyasetçiler televizyonlarda ve burjuva basında sürekli boy gösterme fırsatı ediniyorlar. Geçtiğimiz aylarda da bu doğrultuda yazılmış bir makaleyi eleştirmiştik.[1]

Peki, bu neden oluyor? 150 yıldan fazla bir süredir Marksizm’e karşı her türlü mücadeleyi veren sermaye sınıfı neden şimdi Marx’ı kurtarıcı olarak kabul ediyor? Bunun cevabını kapitalizmin içine düştüğü krizde aramak gerek. Uzun zamandır kapitalizmin kronikleşmiş krizinin olduğu ortamda “çözüm Marx’da” diyenler türüyordu. Şimdi ise kriz patlama noktasına ulaşınca bunun daha da arttığını görüyoruz. Sermaye sınıfı, kendisine karşı işçi sınıfından gelecek olan tehlikeleri bu yolla manipüle etmeye ya da en azından ertelemeye çalışıyor.

Geçtiğimiz yıl Microsoft’un patronu Bill Gates, verdiği bir konferansta “güleryüzlü kapitalizm” fikrini ortaya attı. Sosyal harcamaların tekrar arttırılması, zengin ile yoksul arasındaki uçurumun bir miktar küçültülmesi önerisinde bulunmuştu. Aynı öneriyi “Marx’ı keşfetmeliyiz” nutukları atan İshak Alaton da yapıyor. Halbuki kendisi, Sabah gazetesine verdiği röportajda “bu sloganı atıyorum ama ben komünist değil, kapitalistim” benzeri sözler söyledi (elbette haklı olarak) .

İşte sermayenin sola dönüşü de bu kadar oluyor. Onlar aslında sola dönmüyorlar, Marx’ı sağa döndürmeye çalışıyorlar. Uzun yıllar boyunca Stalinistler’le el ele verip sosyalizmi devletçilik olarak yutturmaya çalışan burjuvalar artık çıkarları doğrultusunda Marx’ın Stalinizm tarafından karartılan bütün görüşleri yeniden keşfediliyorlar: “Marx, hiçbir zaman devletçi bir sosyalizmi savunmadı. O devletin müdahalesinin kaldırılmasını istedi. O hiçbir zaman dışa kapalı korumacı devletler istemedi. O hiçbir zaman tek parti iktidarı istemedi, terörü her zaman lanetledi. O hiçbir zaman tek bir ülke sınırlarına hapsolmadı. Kapitalizmin yıkılacağını söyledi. İnsanlar için daha iyi bir dünya istedi.”

Bunların hepsi esasında doğru olmakla birlikte sermayenin dediği anlamda doğru değildi. “Marx, devletin müdahalesinin ortadan kaldırılmasını istedi” çünkü devletin ve devleti ortaya çıkaran koşulların (sınıfların) ortadan kaldırılmasını istedi. Ama kapitalizmden sosyalizme geçiş döneminin bir günde olamayacağı ve proletaryanın tüm sınıfları ve kendisini de ortadan kaldırarak sınıfsız topluma ulaşabilmesi için bir geçiş döneminin zorunlu olduğu tahlilinden proletarya diktatörlüğü programını benimsedi. O, sınırsız, ama / ve aynı zamanda sınıfsız bir dünya için mücadele verdi. Sınırsız kapitalist bir dünya hayalini yaymadı, sınırsız bir sosyalist dünya istedi. Tek partili olan ve diğer bütün partilerin yasaklandığı, otoriter / baskıcı bir toplum istemedi ama bu geçiş döneminde işçi sınıfının devrimci partisini de gerekli gördü, Komünistler Birliğinin örgütleyicilerinden biri oldu. Bireysel terörü lanetledi, çünkü bunun işçi sınıfına zarar vermekten başka bir şeye yaramadığını gördü ama işçi sınıfına “mücadele etmeyin” demedi, “bizim daha farklı mücadele biçimlerimiz olmalı” dedi. Kapitalizmin yıkılacağını söyledi ama kendiliğinden yıkılacağını söylemedi. İnsanlar için daha iyi bir dünya istedi, ama bunun insanların ahlaki vb. duygularıyla değil, devrimci işçi sınıfının sınıfsız ve devletsiz bir dünya yaratmasıyla mümkün olacağını; işçi sınıfının bilinçli devrimci kalkışmasının maddi temellerinin de bizzat kapitalizmin içinde yattığını belirtti.

Yani onların savunduğu Marx ile gerçek Marx arasında dağlar kadar uçurum var. Onlar bu yolla Marksizm’i kendileri için zararsız hale getirmeye çalışıyorlar. Onlar, -özellikle küresel bir krizin yaşandığı bu günlerde-, -toplumsallaştığında- kapitalizmi yokoluşa dönüştürebilecek tek bilimsel öğretiyi; Marksizm’i iğdiş etmeye, onu zararsız hale getirmeye çalışıyorlar. Ancak onlar ne kadar çaba gösterirlerse göstersinler, Marksizm’in devrimci özü her gelişme ile birlikte kanıtlanıp-gelişerek varolmaya devam ediyor.[2]

Aslında bu burjuvalar, kendi zararsız “Marksist”lerini de buldular: Pablocular, Stalinistler, reformistler, sol liberaller vs. her renkten burjuva ve küçük burjuva solcusu. Şimdi onlar, dünyanın pek çok ülkesinde üniversite kürsülerinde, televizyonlarda, gazetelerde, burjuva haber sitelerinde boy göstermeleri için davet ediliyorlar. Onlardan, “Marksist” fikirlerini anlatmaları isteniyor. Gerçek Marksistlerin önüne konulan engellerin hepsi onların önünden kaldırılıyor. Hatta dünyanın pek çok ülkesinde iktidara gelerek işçi sınıfını manipüle ediyorlar. Venezuela’da Chavez, Bolivya’da Morales, Nepal’de NKP-M, İtalya’da Refondazione ve daha onların izlediği yolu izleyen ve izleyecek olan pek çok sözde “devrimci” oluşum bu gerçeğin ifadesidir.

Gerek sermaye sınıfının Marx’ı dilinden düşürmemesi, gerekse dünyanın pek çok yerinde burjuva / küçük burjuva ulusalcı reformist önderliklerin yükselişe geçmesi hatta bazı yerlerde iktidar koltuğuna kurulması kapitalizmin krizinin bir ifadesidir. Krizin ve onun yol açtığı / açacağı toplumsal altüst oluşlar sonucunda işçi sınıfı mücadelesinin kendiliğinden yükselişinin dizginlenmesi ve yolundan saptırılabilmesi için zararsız bir Marksizm’in yaratılması, onun, deyim yerindeyse küçük burjuva önderlikler eliyle sistemin koltuk değneği haline dönüştürülmesi gerekiyor. Aksi durumda egemen sınıflar, sosyalist bilince ve Marksist bir önderliğe sahip proletaryanın neler yapabileceğini Ekim Devrimi örneğinden biliyorlar.

Şu an iktidar koltuğuna kurulmuş olan bahsi geçen hasta bakıcılar görevlerini layıkıyla yerini getirmiştir, getirmektedirler. Diğerleri de şimdiden bu yolda olduklarını kanıtlamışlardır. Bilinçli işçilerin, bunlardan sadece birisi olan Pablocular hakkında yazılmış olan şu satırları aklından çıkarmaması gerekir: …geleneğimizde Pabloculuk olarak bilinen akıma dahil olan bu önderlikler, üretken sermayenin uluslararasılaşmasını ve onun ardında yatan maddi nedenleri (üretici güçlerin ulusal hapishanelerin “korumacı” duvarlarını yıkmaya başlamasını) akıl almaz bir “duyarsızlık”la görmezden gelmekle kalmamış; 1950’lerden beri kuyruğuna yapıştıkları sosyalizm düşmanı küçük burjuva akımların bütün ulusalcı politikalarını –sözde “emperyalizm ve küreselleşme karşıtlığı” adına- devralmışlardır. Pabloculuk, küreselleşmenin, üretici güçlerin, üretimin uluslararası ölçekte planlanmasını ve gerçekleştirilmesini mümkün kılan devasa gelişmesinin kaçınılmaz ürünü olduğunu; ulusal pazarların aşılmasının ilerici bir karakter taşıdığını; bütün bunların sosyalizmin maddi altyapısını oluşturduğunu vb. vb. göremedi. Çünkü bizzat Pabloculuk, II. Dünya Savaşı sonrası ulusal kalkınmacı “refah devleti” politikalarının ürünü ulusalcı bir akımdır ve bu yüzden, dünyaya, ulus – ulusal devlet ekseninden bakmaktadır. Onun, işçi sınıfını, her biri küçük burjuva ulusalcılığıyla damgalanan Stalinizme (ya da Pablocuların ifadesiyle “devrimci kanadına”), gerillacılığa, sendikacılığa vb. yedekleme politikalarının ardında da bu olgu yatar. [3]

Bu satırlarda anlatılanlar yalnızca tek bir örnektir. 20. yüzyıl tarihini tarihsel maddeci yöntemle incelemiş her sınıf bilinçli işçi, küçük burjuva önderliklerin daha önce de defalarca kapitalist sistemin ayakta kalmasını sağladıklarını bilirler.

Tabii kapitalist sınıf bu kadarla da yetinmiyor, bizzat bu işi kendisi yapmaya da hazırlanıyor. Kapital’i alıp okumaları, en ince ayrıntısına kadar incelemeleri, krizi Marx’ın çözümlemelerinden yararlanarak atlatmak içindir. Onlar Kapital’i bizzat kapitalist üretim biçimini kurtarmak için incelemekteler. Ancak Marx’ın Kapital’i, kapitalist üretimin işleyiş yasalarını ortaya dökülmekle yetinmez; sömürü üzerine kurulu bu sistemin aynı zamanda devrimci işçi sınıfını ve komünizmin öncüllerini yarattığını da belirtir. Kapitalizmin kaçınılmaz krizlerini, yalnızca işçi sınıfı tarafından gerçekleştirilebilecek yıkılışını ve yerini alacak yeni toplumsal yapıyı (sırısız, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya toplumu) ilan eder. Özetle Kapital, üniversite öğretim üyeleri için değil işçi sınıfı için üretilmiş bir silahtır. Engels’in dediği gibi “kapitalizm var olduğu sürece işçi sınıfı için daha iyisi yazılmayacak.” Israrla vurgulamak gerekiyor: Kapitalizm derin bir kriz içindedir ve sosyalizm için bütün maddi şartları hazırlamıştır, hazırlamaya da devam etmektedir. Fakat bunlar kapitalizmin çöküşü anlamına gelmez, daha doğru bir ifade ile söyleyecek olursak kapitalizm kendi kendisine yıkılamaz. Dolayısıyla, var olan krizler, kapitalizmin işi daha fazla götüremeyeceğinin ifadesi olarak algılanmalı. Fakat bu sistemi yıkacak olan bir kriz hiçbir zaman tanıtlanmamıştır, tanıtlanması için hiçbir sebep de bulunmamaktadır. Kapitalizm krizlerle beslenir. Her kriz döneminde üretici güçlerin (bilimin ve teknolojinin ürünü olan üretim araçlarının, canlı emeğin, doğanın, kültürel birikimin vb.) ve malların bir bölümü tahrip edilebilir ama bu sadece kısa süreli bir geri dönüşü ifade eder. Kapitalizm sadece bu bunalımı değil, yüzlerce bunalımı yaşadı. Ayrıca pek çok da savaş da gördü, hatta bunlardan iki tanesi dünyayı kasıp kavurdu. Fakat bu sistem, savaşlardan ve krizlerden sonra ayakta kalmasını bildi. Bu ayakta kalış, milyonlarca işçinin cesedi üzerinde yükseldi ve Rosa’nın ifade ettiği iki tercihin “Barbarlık” tarafını ifade ediyordu (kapitalizmin, iki dünya savaşında ve çok sayıda krizde ayakta kalmasını, tümüyle sosyal demokrasinin ve Stalinizm’e borçlu olduğunu bir kez daha anımsatmaya gerek var mı?)

Özetle, gerek sermayenin sola dönüş yalanlarına, gerekse küçük burjuva önderliklere inanmak işçi sınıfına sadece ve sadece yıkım getirecek, kapitalizmin devamlılığını sağlayacaktır. Sınırları olmayan sosyalist bir dünya inşa etmek dünya işçi sınıfının tarihsel görevidir ve bu, sadece bir dünya devrimi ile mümkündür. Her yazımızda vurguladığımız gibi, sınıf bilinçli işçilerin önünde duran görev, sosyalizm yolunda işçi sınıfına önderlik edecek devrimci dünya partisini güçlendirmektir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir