“Marksizm politikada hangi amaca hizmet eder? olanı anlamak ve olacakları önceden görmek, önsezi eylemin temeli olmalıdır.” (Troçki)
Çin Komünist Partisi (ÇKP) Temmuz 1921’de kuruldu. ÇKP, Çin’in sahil şehirlerinde ortaya çıkan ve kendiliğindenci bir biçimde örgütlenmeye çalışan, genişce bir sanayi proleterayasının sınıfsal militanlığı ve yükselen anti-emperyalist tepki içersinde gelişti. İlk kurulduğunda tüm üyeleri aydınlardan oluşan ÇKP, birkaç yıl içersinde işçi sınıfı hareketinin fiili önderi konumuna geldi. Bu yıllarda Çin’in statüsü; İngiliz-Fransız-Amerikan-Japon emperyalistleri arasında ‘gayri resmi’ olarak paylaşılmış bir yarı-sömürgeydi. 1919 öncesinde savaş ve devrim nedeniyle, Alman ve Rus emperyalizmi tasfiye edilmişti.
Çin’in tamamında, İngiliz-Fransız-Amerikan-Japon emperyalist güçleri kendi nüfus alanlarını koruyor; her emperyalist güç, kendi yerel feodal ağasını, diktatörünü, veya “ulusal” hükümetini destekliyordu. Örneğin; İngilizler, merkez Çin’de egemen olan diktatör Wu P’ei-Fu’ya para, silah, ve danışman verdiler. Japonlar’da tıpkı İngiliz’lerin yaptığı gibi, aynı yardımları Mançurya diktatörü Chang Tso-lin’e verdiler. Çin’in geri kalan kısmını kontrola altında tutan yerel silahlı haydut gruplarının her biri, şu ya da bu emperyalist gücün himayesinde hareket ediyordu.
Çin’in kanton ve çevresi, kısmen bu durumun dışında kalan tek istisnai bölgeydi. Bu bölgede Çin milliyetçiliğinin babası olarak anılan Sun Yat-Sen, “ulusal bağımsızlık” “modernizasyon” vb. “sol” görünümlü sosyal reformlar programı yönünde bir yapı oluşturmuştu. 1922 öncesinde şekilsiz bir yapıya sahip olan Sun Yat-Sen’in partisi Komintang (KMT) Kanton ve çevresindeki yerel “ilerici” diktatörün kanatları altındaydı.
Stalinist Komintern’in Çin politikası
1924 yılında Komintang (KMT) liderliği, Kanton’a siyasi ve askeri danışmanlar gönderen SSCB hükümeti ile bir anlaşma yaptı. KMT, SSCB’nin siyasi ve askeri desteği sayesinde, nispeten güçlü bir orduya sahip merkezi bir parti haline geldi.
1922’den itibaren ÇKP üyeleri Komintern’in talimatıyla, “bireyler olarak” burjuva-milliyetçi KMT’ye gönderildiler. Hatta önde gelen üç ÇKP üyesi, KMT’nin merkez komitesi’ne girdi. ÇKP içerisinde tepki ile karşılanan bu politika, Stalin liderliğindeki Komintern’in merkezi tarafından empoze edilmişti. ÇKP bu yıllarda, Komintern tarafından fiilen KMT’ye bağlanmıştı. Stalin’in liderliğindeki Komintern’in uzlaştırmacı Çin siyaseti, işçi sınıfını ve onun komünist öncüsünü (ÇKP’yi) milliyetçi Çin burjuvazinin peşine takarak acizliğe mahkum etti.
1925 yazı başlarında Şangay’da bir kitle grevi hareketi paltak verdi. Grev hızla, Kanton, Hong Kong ve Güney Çin’in büyük kentlerine sıçradı. 1927’nin başlarına kadar kentlerde güçlü bir kitle hareketi mevcuttu. Bu zaman aralığında, ÇKP liderliğindeki grev komitelerinin oluşturduğu “2 numaralı hükümet”le, merkezi hükümetler arasında ikili bir iktidar durumu mevcuttu. Aynı dönemde Çin’in bir çok önemli eyaletinde köylü isyanları gerçekleşti. Ülkeyi kaplayan diktatörlükler sarsılmıştı. KMT, Komintern’in ve ÇKP’nin yardımıyla bu sarsıntıyı atlattı ve sonrasında hiçbir sosyal değişim gerçekleştirmeksizin ulusal iktidarı ele geçirmek için ÇKP’den yararlanmak istedi. Stalin’in liderliğindeki Komintern, Çin işçi sınıfı ve onun komünist öncüsü ÇKP’yi, milliyetçi-burjuva bir liderlik olan KMT’nin peşine takarak, acizliğe mahkum etmekle yetinmedi. Stalin’in talimatıyla 1926’da Komintang (KMT) “yandaş parti” olarak Komintern’e kabul edildi. Komintern’in bu kararı, Çin işçi sınıfının komünist öncüsü ÇKP’nin tamamen etkisizleştirilmesini amaçlamaktaydı.
Troçki, 1926 Ağustosu’nda Radek’e yazdığı mektupta, ÇKP ile Komintang arasındaki ilişkiyi şu sözlerle eleştiriyordu:
“İşin aslı şu ki, ulusal ve hatta sömürgesel baskının varlığı Komünist Partinin ulusal-devrimci bir partiye girişini hiçbir şekilde gerektirmez. Sorun herşeyden önce sınıf güçlerinin farklılaşmasına ve bunun dış (yabancı) baskıyla nasıl ilişkili olduğuna bağlıdır. Politik açıdan sorun kendisini şu şekilde ortaya koyuyor: Komünist Parti, uzunca bir zaman boyunca, tecrit olmuş fikirdaşları (devrimci demokratik bir parti içinde) bir araya toplayan bir propaganda çevresi rolü oynamaya mahkum mudur. Yoksa yaklaşan zaman diliminde işçi hareketinin önderliğini ele geçirebilir mi? Çin’de koşulların ikinci durumdan yana olduğundan şüphe edilemez.”(1)
Troçki 1926 Nisanı’nda ÇKP’nin KMT’den çekilmesi için çağrıda bulundu. Bu konudaki ilk kayda değer eleştirisi Eylül tarihlidir:
“Çin’de devrimci mücadele, 1925’ten itibaren, proletaryanın geniş katmanlarının aktif müdahalesinin damgasını vurduğu yeni bir aşamaya girmiştir. Aynı zamanda, ticaret burjuvazisi ve onunla birlikte hareket eden aydın unsurlar grevlere, komünistlere ve SSCB’ye karşı düşmanca tavır alarak sağa kaymaktadır. Bu bellibaşlı gerçeklerin ışığında Komünist Partisi ve Komintang arasındaki ilişkilerin gözden geçirilmesi sorunu mutlaka gündeme getirilmelidir.. ‘Çin işçi kitlelerinin sola doğru hareketi kadar Çin burjuvazisinin de sağa hareketi kesin bir gerçektir. Şimdiye kadar Komintang işçilerin ve burjuvazinin politik ve örgütsel birliğini temel aldığından, şimdi bu birlik, sınıf mücadelesinin merkezkaç eğilimleri tarafından parçalanmalıdır.. ‘ÇKP’nin Komintang içinde yer alması ÇKP’nin kendisini gelecek bağımsız politik faaliyet için hazırladığı ama aynı zamanda süregelen ulusal kurtuluş mücadelesinde yer almayı planladığı dönemde tamamiyle doğruydu.. fakat Çin proletaryasının güçlü uyanışı, onun mücadele için ve bağımsız sınıf örgütü için isteği kesinlikle inkar edilemez.. Şimdi onun (ÇKP’nin) açık politik görevi uyanan işçi sınıfının doğrudan bağımsız liderliği için mücadele etmek olmalıdır, tabi işçi sınıfının ulusal-devrimci mücadeleden çekmek için değil, aksine onu sadece en azimli mücadeleci olduğuna değil ama aynı zamanda Çin kitlelerinin mücadelesinde egemen politik lider olduğuna ikna etmek için.. ‘Komintang içindeki küçük burjuvazinin kurnaz manevralarla veya iyi tavsiyelerle kazanabileceğini düşünmek umutsuz bir ütopyacılıktır. Kendi içinde güçlü olduğu ölçüde, yani Çin işçi sınıfını kazandığı ölçüde Komünist Partisi şehir ve kır küçük burjuvazisini dolaylı ve dolaysız olarak etkileyebilecektir. Ancak bu sadece bağımsız bir sınıf partisi ve sınıf politikası temelinde mümkündür.”(2)
Troçki, 27 Eylül 1927 tarihli “Çin Komünist Partisi ve Komintang” yazısında sorunu tekrardan ele aldı:
“ÇKP’nin Komintang’a katılımı, ÇKP’nin kendisini yanlızca gelecekteki bağımsız politik faaliyete hazırlayan, ama aynı zamanda süre giden ulusal kurtuluş mücadelesinde yer almaya çalışan bir propaganda topluluğu olduğu dönemde şüphesiz doğruydu. Geçtiğimiz iki yıl boyunca, Çinli işçiler arasında muazzam bir grev dalgasının yükselişine tanık olduk. ÇKP raporu, bu dönem boyunca sendikaların 1,2 milyon civarında işçiyi kendine çektiğini tahmin etmektedir. Bu tip konularda abartı şüphesiz kaçınılmadır. Dahası, yeni sendikal örgütlerin sürekli gel-git durumlarında nasıl istikrarsız olduklarını biliriz. Ama Çin proletaryasının muazzam uyanışı, mücadeleye ve bağımsız sınıf örgütlerine duyduğu arzu kesinlikle inkar edilemez.
Bu kesin gerçek, ÇKP’yi, bugün kendisini içinde bulunduğu hazırlık sınıfından daha üst bir dereceye terfi etme göreviyle karşı karşıya bırakıyor. Onun ivedi politik görevi bugün artık uyanan işçi sınıfının doğrudan bağımsız önderliği için savaşmak olmalıdır; şüphesiz işçi sınıfını ulusal-devrimci mücadele çerçevesinden uzaklaştırmak amacıyla değil, fakat yanlızca onun en kararlı savaşçı rolünü değil, aynı zamanda Çinli kitlelerin mücadelesinde hegemonyasını kurmuş politik önder rolünü de güvenceye almak için.”(3)
Dört Sınıf Bloğu teorisi
Troçki’nin bu görüşleri, Stalin tarafından asla kabul edilemezdi. Stalin’in politikası, ÇKP’yi Komintang’a (KMT’’ye) bağımlı olmaya zorlamaktı. Stalin böylece, SSCB’in güvenliği için Güney Çin’de ve daha sonra tüm ülke çapında iktidarı ele geçirebilecek güvenilir bir müttefik yaratmayı planlıyordu. Stalin Çin Devrimi’ni uluslararası sosyalist devrimin itici güçlerinden biri olarak değil, SSCB’nin güvenliğinin sağlanabilmesi (Güney sınırının) için kontrol altına alınması gereken bir sorun olarak ele alıyordu.
Stalin’in liderliğindeki Komintern’in politikaları, “İşçi-köylü demokratik diktatörlüğü” tezinin yeniden canlanmasına neden oldu. Çin yarı-sömürge bir ülkeydi. Çin devrimi bir “burjuva devrimiydi”. Bu nedenden dolayı, Çin devrimi’nin hedefinin “proletarya ve köylülüğün demokratik diktatörlüğü” olması gerektiği iddia ediliyordu. Stalin’e göre; ÇKP işçi-köylü bloğunu korumak için kendini burjuva demokratik talepler ve sloganlar ile sınırlamalıydı. Stalin’e göre; sosyalist devrim Çin işçi sınıfının gündeminde değildi.
Komintang’ın bir köylü partisi olmasının yarattığı durum, Stalinist bürokrasiyi, KMT’nin gerçekte “dört sınıf bloğu”ndan oluşan (burjuvazi, kent küçük burjuvazisi, işçiler ve köylüler) “çok sınıflı” bir parti olduğu yönünde bir “teoriyi üretmek zorunda” bıraktı. Stalinist bürokrasi uzunca bir dönem, Komintang’ın bu sınıfsal yapısını (köylü partisi olmasını) “dört sınıf bloğu” argümanı ile geçiştirmeye çalıştı. Burjuva demokratik talepler ile sınırlı kalması gereken Çin Devrimi’ne nasıl oluyor da, bir köylü partisi olan Komintang (KMT) önderlik edecekti? Zaten edemezdi de, Çünkü köylülük bağımsız bir politik rol oynamaktan uzaktı, hele hele köylü sınıfı, hiçbir zaman burjuva demokratik devrimin görevlerini tek başına gerçekleştiremezdi.
Troçki “Dört sınıf bloğu” teorisi’ni şu sözlerle eleştiriyordu:
“Bu dört sınıf bloğu denen şeyin anlamı nedir? Marksist literatürde daha önce hiç böyle bir ifadeye rastladınız mı? Eğer burjuvazi ezilen halk kitlelerine burjuva bayrağının altında önderlik ediyorsa ve bu önderlik sayesinde devlet iktidarını ele geçiriyorsa, o taktirde bu bir blok değil, burjuvazinin ezilen kitleleri politik olarak sömürmesi demektir”(4)
Troçki’ye göre esas sorun, Çin burjuvazisinin emperyalist güçlere teslim olmasıydı. Bu nedenden dolayı, Komintang’ın karşı-devrimci bir rol oynaması kaçınılmaz olacaktı:
“Çin burjuvazisi, yeteri kadar gerçekçiydi ve başından beri emperyalizme karşı gerçekten ciddi bir mücadelenin devrimci kitlelerin ayaklanmasıyla başarılabileceğini bilecek kadar dünya emperyalizmini yakından tanıyordu ve bu ayaklanmanın da öncelikle burjuvazinin kendisi için bir tehdit oluşturacağının da farkındaydı. Ve eğer biz başından beri Rus işçilerine Çarlığı yıkmak ve feodalizmi yok etmek için liberalizmin istekli olduğunu ve küçük burjuva demokrasisinin yeteneğine güvenmelerini öğretmediysek, Çinli işçilere de aynı güvensizlik ruhunu öğretmede daha az gayretli olmamalıyız. Stalin-Buharin tarafından ileri sürülen, yerli burjuvazinin içinde devrimci ruhun var olduğunu savunan yeni ve kesinlikli yanlış olan teori, özünde, menşevizmin Çin politika diline tercümesinden başka bir şey değildir.”(5)
Kanton Komünü
Komintang’ın başkumandanı Çan Kay – Şek, sola karşı ilk darbesini 1926 Martı’nda Kanton’da vurdu. Komintern’in baskısı altında olan ÇKP bu duruma boyun eğdi. Çan Kay – Şek’in ordusu Kuzey seferini yaptığı zaman, bir işçi sınıfı ve köylü isyan dalgası diktatör güçlerini mahvetti, fakat “dört sınıf bloğu”na sadık kalan ÇKP “aşırılıkları” önlemek için elinden geleni yaptı. 1927 Martı’nda Çan Kay – Şek Şangay’a girmeden önce diktatörlük kuvvetleri, ÇKP önderliğindeki iki genel grev ve bir ayaklanma tarafından yenilgiye uğratılmıştı. Çan Kay –Şek işçilerin silahsızladırılmasını emretti. ÇKP direnmedi. ÇKP önderliği Nisan’da katledildi ve işçi hareketi önderliksiz kaldı. Bunu Komintang’da bir bölünme izledi. Çan Kay –Şek’in askeri diktatör olmasından endişe eden sivil askerler kendi hükümetlerini Wuhan’da kurdular.
ÇKP önderliği Komintern tarafından bu “sol” Komintang rejimini desteklemeye zorlanıyordu ve ÇKP bu hükümetin Çalışma ve Tarım bakanlıklarını aldı. Bu hükümetin lideri, Wang Ching- Wei bu bakanları kendi amacı için kullandı ve birkaç ay sonra kendi darbesini yaptı. Hatta daha sonra Çin’i işgal eden kukla hükümetin başı oldu. ÇKP yeraltına çekildi ve hızla şehirlerdeki kitle tabanını kaybetti.
SSCB’de parti içi mücadelenin ulaştığı kritik aşama nedeniyle, SBKP’de egemen Stalin-Buharin grubu 180 derece dönüş yaptı. Komintang’a sayısız teslimiyetten sonra, ÇKP darbe yapmaya zorlandı. Stalin ve Buharin’in Aralık 1927’deki 15.Kongre öncesinde, ihraç etmeyi planladıkları muhalefetin eleştirilerinden kurtulmak için, Çin’de bir zafere ihtiyacı vardı. Heinz Neumann, komintern görevlisi olarak Aralık başlarında bir darbe sahnelemeyi denediği Kanton’a gönderildi. ÇKP’nin ve Komintern’in tüm teslimiyetçi politikalara karşın, hala kentlerde ciddi bir yer altı örgütü vardı. Çoğu işçi olan ve ayaklanmada yer alan beşbin komünist. Fakat hiçbir ön politik hazırlık, ajitasyon, işçi kitlesi içinde çalışma yapılmadı. Komünistler yalnız kaldı. “Kanton komünü”, yaklaşık olarak Paris’te 1839’da Blanki’nin ayaklanmasının bastırıldığı kadar bir zamanda – iki üç gün – ve aynı gerekçelerle bastırıldı. Bu sınıf mücadelesinin düzeyi ve işçi sınıfının bilinçliliği gözönünde alınmadan gerçekleştirilen bir darbe girişimiydi. Sonuç Şangay’dakinden de büyük bir katliamdı. Bu katliamla, ÇKP’nin Kanton’daki örgütsel varlığı sona erdi.
Troçki “Kanton Komünü” üzerine şunları söylüyordu:
“Kanton başkaldırısı, Çin’deki Menşevik politikanın felaketvari sonuçlarının kendisini bütünüyle açığa vurmasından sonra, Komintern’in sola doğru su götürmez bir maceracı zikzağıdır. Kanton macerası, 1923 Almanya’sında devrimci durumun kaçmasından sonraki 1924 Estonya komplosunun en kötü ve daha öldürücü bir taklididir.* Menşevizm artı bürokratik maceracılık, çifte bir darbe vurmuştur; şüphe etmiyoruz ki, Kanton’un intikamı, uluslararası politika alanında ve özellikle Çin’de sağa dönük yeni ve uzun bir zikzak olacaktır.”(6)
“Geri” Çin’de proletarya diktatörlüğü
ÇKP’nin Bolşeviklerin 1917 Nisan’ında sonra izledikleri yolu izlediklerini varsayalım. Şu soruyu sormak gerekir; 1920’lerde Çin kadar geri bir ülkede proletarya diktatörlüğü gerçekten mümkün müydü?
Lenin ve Troçki’nin tartıştıkları sorun, geri ülkelerin önünde duran, tarihsel olarak burjuva-demokratik görevler kategorisine giren görevlerin nasıl çözüleceğiydi. Proletarya diktatörlüğü bayrağı altında bu görevlerin çözülmesi mümkün müydü?
Kapitalist gelişme düzeyi geri ülkelerin önünde duran burjuva demokratik görevler “kabaca” üç kategoride toplanabilir.
- Demokrasi ve siyasal özgürlükler sorunu
- Toprak sorunu
- Ulusal bağımsızlık ve birlik sorunu
Troçki, Sonuçlar ve olasılıklar adlı broşüründe, emperyalizm çağında, burjuva-demokratik görevlerin bütünsel ve gerçek bir çözümünü başarabilecek tek gücün proletarya diktatörlüğü olduğunu dile getiriyordu:
“Demokrasi ve ulusal kurtuluş görevlerinin tam ve gerçek çözümü, ancak boyunduruk altındaki ulusun ve en önemliside köylü kitlelerinin önderi olarak proletarya diktatörlüğü ile mümkündür”(7)
Troçki buna rağmen yine de, proletarya diktatörlüğü için henüz olgunlaşmamış ülkelerinde varolduğunu belirtmiş, bu ülkelerin burjuva-demokratik görevlerin çözümüne “henüz hazır olmadığını” vurgulamıştır:
“köylülüğü birleştirmek ve iktidarı almak için yeterince hazır bir proletaryası olmayan geri bir sömürge ya da yarı sömürge ülkenin demokratik devrimi tamamlaması mümkün değildir.”(8)
Troçki’ye göre, geri ülkelerin önünde duran burjuva demokratik görevlerin nasıl çözüleceği, önceden saptanamazdı. Proletaryanın geri bir ülkede politik önderliği alabilmesi için, o ülkenin kapitalist gelişmesinin ulaşması gereken bir “eşik değeri” vardır. Kapitalist üretim ilişkilerinin daha hakim üretim tarzı haline gelmediği, o ülkenin tüm iktisadi yaşamını belirlemediği, toplumsal yaşamda kentlerin öne çıkmadığı, proletaryanın daha kendisi için bir sınıf olarak bile şekillenmediği, hiçbir mücadele ve örgütlenme deneyiminin bulunmadığı, geri bir ülkede, devrimci bir proletaryanın varlığından sözedilemez. Fakat, böylesi bir “eşik değerini” kimse önceden kesin olarak saptayamaz.
Troçki’nin vurguladığı gibi bu “eşik değerinin” nihai ölçüsü mücadelenin kendisidir.
“Somut, tarihsel, politik ve güncel sorun, Çin’in “kendi” sosyalizmi için ekonomik olarak olgunlaşıp olgunlaşmadığına göre değil, proletarya diktatörlüğüne politik olarak hazır olup olmadığına indirgenebilir. Bu iki sorun hiçbir şekilde özdeş değildir. Eşitsiz Gelişme Yasası olmasaydı bunlar özdeşmiş gibi algılanabilirdi. Bu yasanın oturduğu, ekonomi ve politika arasındaki karşılıklı ilişkiye bütünüyle uygulandığı yer burasıdır. Öyleyse Çin proletarya diktatörlüğü için olgunlaşmış mıdır? Sadece mücadele deneyimi bu soruya kesin bir yanıt sağlayabilir. Aynı nedenle, Çin’in gerçek birliği, kurtuluşu ve yenilenmesinin ne zaman ve hangi koşullar altında gerçekleşeceğine gelince, bu sorunu ancak mücadele çözebilir.”(9)
Geri bir ülkenin önünde burjuva-demokratik görevler duruyor diye, o ülkenin bu görevlerin hepsinin üstesinden gelmesi beklenemez. Hele hele o ülkenin proletaryasının, bu görevleri çözmek için yeterince “olgun” olmak gibi bir özelliğinin de olması gerekmez. Bir ülkenin önündeki burjuva-demokratik görevlerin nihai çözümü, hem ulusal hem de uluslararası planda, proletaryanın vereceği mücadeleye bağlıdır.
Troçki, Çin Devrimi özelinde, geri bir ülkede proletarya diktatörlüğünün başarı olasılığı üzerine şunları söylüyordu:
“Bizim ütopyacılığımız, aşırı solculuğumuz vb. hakkında basbas bağıracak olan filistenler çıkacaktır. Bunlar Çin’in geriliğinde, proletaryanın sayıca azlığından vb. yakınıp duracaklar.
Bunlara herşeyden vereceğimiz yanıt, bizim sosyalizmi tek bir ülkede, hele Çin’de inşa etmeye niyetimiz olmadığıdır. Çin devrimi, devrim tarafından ortaya çıkarılan tüm sorunlara Çin’in sınırları dahilinde çözümler bulması gereken bağımsız, yalıtılmış bir olgu değildir. Çin devrimi, aralarında şu halkların da bulunduğu bir zincirin halkasıdır: Sovyetler Birliği, gelecekteki emperyalist savaşlar, eli kulağında proleter ayaklanmalar vb. –diğer bir deyişle, bugünkü emperyalist dönemi oluşturan savaşlar ve devrimler zinciri. Çin’deki sınıf ilişkilerinin bu derece sertleşmesine yol açan ve devrimin en önemli görevlerinin yalnızca burjuva önderliği altında değil, aynı zamanda küçük-burjuvazi ve proletaryanın demokratik diktatörlüğü aracılığıyla da çözümünü imkansız kılan ve böylelikle kent ve kır yoksulları tarafından desteklenen proletarya diktatörlüğünü kurma görevini gündeme sokan tam da emperyalizm dönemidir. Proletaryanın diktatörlüğü, mülkiyet ilişkilerinde sosyalist gedikler açma ve devlet denetimindeki üretime geçiş, yani sosyalist devrim yoluna girmek anlamına gelir.
Peki Çin proletaryasının güçleri, yüz milyonlarca Çinli yoksulun desteğini almaya, iktidarı ele geçirmeye, bir ordu ve devlet aygıtı kurmaya, abluka ve sabotaja karşı dayanmaya, ülkenin en önemli ekonomik işletmelerini korumaya vb. yeterli midir? Özünde bu sorun diğer bir sorunla özdeştir: yukarıda sıralananlardan başka yol ve yöntemler mevcut olmadığına göre, Çin devriminin daha da gelişme ve zafer kazanma şansı gerçekten var mıdır? Tabiatıyla hiç kimse Çin proletaryasının yakın bir gelecekte iktidara gelmeyi başaracağını kesin olarak söyleyemez. Bunun doğru olup olmadığını söyleyebilecek olan sadece gündelik mücadeledir. Bir zaferi ancak doğru bir önderlik kazanabilir. Söyledikleri gibi devrimci “sınır” , yani tüm diğerlerini sınırlayan nicelik, şu an zerrece Çin proletaryası değil, yanlış bir teorinin, yanlış bir çizginin ve hatalı bir önderliğin en berbat derecede zayıflattığı Çin Komünist Partisi’dir. Sayısıyla, üretici rolüyle ve bir bütün olarak ülkeye dağılım biçimiyle Çin proletaryası muazzam bir gücü temsil etmektedir ve Çin Komünist Partisi’nin hızlı gelişiminin ve çelikleşmesinin kanıtladığı gibi ülkenin yönetici ve egemen gücü haline gelebilir. Kaybedilen ve boşu boşuna harcanan zamanı telafi edebilir mi? Edebilir. Eğer ani bir devrimci yükseliş olursa parti hızla olayların düzeyine yükselebilir. Ama bunun gerçekleşmesi için, önünde net bir persfektifi olması gerekir..
Çin Devrimi yeni aşamasında ya proletarya diktatörlüğü olarak kazanacaktır ya da hiç kazanamayacaktır.”(10)
Çin Devrimi’nin dersleri
Çin Devrimi’nden çıkarılan dersleri ele almadan önce, devrimin yenilgi nedenlerini, dönemsel olarak özetlemek gerekiyor.
Çin devriminin “ilk döneminde” (1923-25), yenilgi nedenleri söyle sıralanabilir:
- Stalin-Buharin’in, Çin devriminin anti-emperyalist karakterine bağlı olarak, Çin ‘ulusal’ burjuvazisine devrimde önder rolü vermesi.
- Stalin-Buharin’in, –büyük burjuvazi, küçük-burjuvazi, köylülük ve proletarya- ‘Dört sınıf bloğu’ sloganı.
- ÇKP‘nin Komintang‘a girişi ve Komintang‘ın Komintern‘e kabulü.
- Kuzey seferinin çıkarları için tarım devriminin frenlenmesi.
- 1925-27‘de işçi ve köylü hareketi geliştiğinde, sovyet sloganlarının reddedilmesi.
- Stalinist ‘işçi ve köylü’ partisi sloganı, yani Rus narodniklerinin eski sloganı.
- ÇKP’nin Komintang’dan bağımsız bir proleter parti biçiminde örgütlenmemesi.
Çin devriminin “ikinci döneminde” (1925-27), yenilgi nedenleri şöyle sıralanabilir:
- Komintern‘in, işçi ve köylü hareketinin, sol ve sağ Komintang tarafından ezilmesini, ‘devrimin daha üst bir aşamaya geçişi’ olarak görmesi.
- Bu koşullar altında, Komintern‘in başarısız ayaklanma sloganı.
- İşçi ve köylü hareketinin geriye çekildiği bir dönemde, Komintern‘in tarafından desteklenen, Ho Lung ve Yeh tarafından oluşturulan gerilla savaşı taktiği.
- Hiçbir ön hazırlık yapılmaksızın, Komintern ajanları tarafından Kanton‘da ayaklanma örgütlemesi.
- Ayaklanmanın yenilgiye uğramasıyla, ÇKP’nin Kanton’daki tüm örgütsel varlığının son bulması.
Troçki Temmuz 1929’da; Çin Devrimi’nden çıkarılan dersleri, şu sözlerle formüle ediyordu:
“Komintern’in bütünüyle oportünist çizgisi, Çin devriminin kaderini belirleyen dört sorunda kendi ifadesini buldu:
‘1. Parti sorunu. Çin Komünist Partisi, bir ‘işçi ve köylü partisi’ ve hatta ‘dört sınıf’ partisi (Stalin-Martilov) gibi şarlatanca felsefelerle burjuva karakteri örtülen bir burjuva partisine, Komintang’a girdi. Proletarya böylelikle en kritik anda bizzat kendi partisinden mahrum edildi. Daha da kötüsü: sahte-Komünist Partisi işçileri aldatma işinde burjuvazinin bir ek aracına dönüştürüldü. Dünya devrimci hareketinin tüm tarihinde bu suça eşdeğer bir başka şey yoktur. Sorumluluk tümüyle bunu esinlendiren Komintern ve Stalin’e aittir.
Şimdi bile Hindistan’da, Kore’de ve diğer ülkelerde “işçi ve köylü” partileri, yani yeni Komintanglar halen kurulmakta olduğundan, Çin Komünist muhalefeti ikinci Çin devriminin deneyimi temelinde şunu ilan etmeyi bir zorunluluk olarak görür:
Proletarya partisi asla ve hiçbir koşulda diğer sınıfların partisine giremez ya da bu partilerle örgütsel olarak kaynaşamaz. Proletaryanın mutlak anlamda bağımsız partisi komünist politikanın ilk ve kesin şartıdır.
- Emperyalizm sorunu. Komintern’in hatalı gidişatı, uluslararası emperyalizmin eğemenliğinin tüm “ileri” sınıfları birlikte davranmaya zorladığı ifadesine dayandırıldı. Diğer bir deyişle, Komintern’in Stalinist teorisine göre emperyalizmin egemenliği bir şekilde sınıf mücadelesinin yasalarını değiştirecekti. Gerçekte ise, emperyalizmin Çin yaşamına ekonomik, politik ve askeri bakımdan girişi, iç sınıf mücadelesini son derece keskinleştirmişti.
Dipte, Çin ekonomisinin tarımsal temellerinde, burjuvazi organik olarak ve kopmaz bağlarla feodal sömürü biçimlerine bağlıyken, tepede aynı ölçüde organik ve kopmaz bağlarla dünya mali sermayesine bağlanmıştır. Çin burjuvazisi tek başına ne tarımsal feodalizmden ne de yabancı emperyalizmden ipini koparıp serbest kalamaz.
Burjuvazinin en gerici feodal millitaristlerle çatışması ve uluslararası emperyalistler ile çarpışması, yoksul işçi ve köylüler ile olan uzlaşmaz çelişkisine kıyasla, belirleyici anda herzaman ikinci planda kalır.
Çin’li işçi ve köylülere karşı dünyadaki emperyalistlerin yardımını herzaman arkasına almış olan sözde ulusal burjuvazi, dünyadaki başka herhangi bir burjuvaziden çok daha hızlı, çok daha acımasız bir şekilde sınıf mücadelesini bir iç savaş düzeyine yükseltir ve işçi ve köylüleri kana boğar.
Komintern önderliğinin Çin ulusal burjuvazisinin eleştirilerden ve devrimci Bolşeviklerin protestolarından bir zırh gibi korurken, ona işçi ve köylülerin tepesine çıkmakta yardım etmesi devasa ve tarihsel bir suçtur. Tüm devrimler tarihinde burjuvazi hiçbir zaman böylesi bir himayeyi ve stalinist önderliğin Çin burjuvazisi için yarattığı böylesi sahte bir kılığa sahip olmamıştır.
Muhalefet Çin’li işçilere ve dünyanın tüm işçilerine hatırlatır ki, Çan Kay–Şek’in Şanghay darbesinden yanlızca birkaç gün önce, Stalin yanlızca ansızın Çan Kay –Şek’e güven ve destek bulunmamış, aynı zamanda devrimi bekleyen yenilgi hakkında zamanında uyarılarda bulunmuş olan Bolşevik-Leninistler (“Troçkistler”) şiddetli baskılara maruz bırakılmışlardır.
Çin muhalifleri ilan eder ki, geçmişe atıfta bulunarak “ulusal” burjuvazinin kitlelere devrimci bir mücadelede önderlik edebileceği efsanesini destekleyen veya yayan ya da savunan herkes haindir. Çin devriminin görevleri ancak ezilen kitlelerin başını çeken Çin proletaryasının burjuva politik önderliği defetmesi ve iktidarı ele geçirmesi koşuluyla gerçekten çözüme kavuşabilir. Başka yolu yoktur.
- Küçük-burjuvazi ve köylülük sorunu. Doğunun tüm ülkeleri için olduğu kadar Çin açısından da belirleyici öneme sahip bu sorunda da Komintern’in politikası marksizmin Menşevik bir tahrifatını oluşturmaktadır. Muhalefet olarak bizler proletarya ve küçük-burjuvazinin devrimci ittifakının zorunluluğundan bahsederken, aklımızdan geçen ezilen kitleler, yani on milyonlarca ve yüz milyonlarca kent ve kır yoksuludur. Komintern önderliği ise; küçük-burjuvaziden demokratik partiler ve örgütler biçimi altında, kır ve kent yoksullarını belirleyici anda büyük burjuvaziye satarak sömüren, küçük-burjuvazinin tepelerini, ağırlıklı olarak entellektüel kesimini anlamaktaydı ve anlamaktadır. Bizler açısından, Çan Kay–Şek’e karşı Wang Çing-Wei ile ittifak meselesi değil, Wang Çing-Wei ve Çan Kay–Şek’e karşı emekçi kitleler ile ittifak meselesidir.
- Sovyetler sorunu. Bolşevik sovyet teorisi sonradan maceracı bir pratikle desteklenen oportünist tahrifat ile değiştirilmiştir. Tıpkı batı ülkeleri için olduğu gibi doğu ülkeleri için de, sovyetler geniş devrimci yükseliş dalgasının daha ilk aşamasında yaratılabilecek ve yaratılması gereken örgüt biçimidir. Sovyetler genellikle devrimci grev örgütleri olarak ortaya çıkarlar ve sonra kendi işlevlerini genişleterek kitlelerin gözünde sahip olduğu otoriteyi arttırırlar. Bir sonraki aşamada devrimci ayaklanmanın örgütleri haline gelirler. Nihayet, ayaklanmanın zaferinden sonra devrimci iktidarın organlarına dönüşürler.
Komintern’in Stalinist önderliği Çin’li işçi ve köylülerin sovyetleri oluşturmasını engellemekle yapay bir şekilde emekçi kitleleri burjuvazinin karşısında zayıflatmış ve silahsızlandırmış, böylece burjuvaziye devrimi ezme fırsatı sunmuştur. Sonradan Kasım 1927’de Kanton’da yirmi dört saat içinde bir sovyet kurma teşebbüsü caniyane bir maceradan başka bir şey değildi ve bu macera yanlızca kahraman Kanton işçilerinin zaptedilmez bir ordu tarafından nihai yenilgisini hazırlamıştır.
Bunlar Stalinist Komintern önderliğinin Çin’deki temel suçlarıdırlar. Hepsi birlikte ele alındığında mükemmelleştirilmiş ve son sınırına denk götürülmüş bir Menşevizm’in Bolşevizmi ikamesi anlamını taşır. İkinci Çin devrimin ezilmesi herşeyden önce –bu kez Bolşevik bir maske altında ortaya çıkan- Menşevizmin stratejisinin yenilgisidir. Bu noktada tüm uluslararası sosyal-demokrasinin Stalin ve Buharin ile dayanışma içine girmiş olması bir tesadüf değildir.
Çin işçi sınfının bu denli pahalıya ödediği, bu büyük dersleri anlamaksızın ileri doğru hiçbir adım atılamaz. Çin sol muhalefeti kendisini bütünüyle ve tamamen bu dersler temellendirir. Çin burjuvazisi, halk kitlelerinin yenilgisinden sonra askeri diktatörlüğe katlanmak zorunda kaldı. İçinden geçtiğimiz dönemde diktatörlük, bir yandan halk kitlelerine karşı burjuvazinin uzlaşmaz çelişkisinden ve diğer yanda da burjuvazinin yabancı emperyalizme bağımlılığından kaynaklanan mümkün yegane devlet iktidarı biçimidir. Burjuvazinin tekil katmanları ve taşralı grupları bu kılıç yönetiminden memnun değillerdir. Ama bir bütün olarak büyük burjuvazi kendisinin iktidarını kılıçlar dışında bir yolla koruyamaz.”(11)
Troçki, Stalin’in Çin Devrimi’ni nasıl felakete sürüklemeyi başardığını (Stalin’in tarihsel rolünü) şu anlamlı sözlerle dile getiriyordu:
“Çin devrimi Stalin’in yeni rolünün –tersinden gitme yöntemiyle- bir sınanışıydı. Uluslararası devrimden kopmakta olan katmanların yardımının yanı sıra, düşman sınıfların dolaylı ancak çok somut yardımlarıyla SSCB’de iktidarı ele geçiren Stalin otomatikman Komintern’in ve böylelikle de Çin Devrimi’nin önderi haline geldi. Perde arkasındaki aygıt mekanizmasının pasif kahramanı, yöntemini ve kalitesini büyük devrimci akışın olayları içerisinde göstermek zorundaydı. Stalin’in Çin’deki rolünün trajik paradoksları işte burada yatmaktadır.
Çinli işçileri burjuvaziye boyun eğdirmekle, toprak devrimini frenlemekle, gerici generalleri desteklemekle, işçileri silahsızlandırmakla, sovyetlerin yaratılmasını önlemekle ve yaratıldıklarında da tasfiye etmekle Stalin, Çeretelli’nin Rusya’da gerçekleştirmeye yalnızca yeltenebildiği tarihsel rolü sonuna kadar vardırmıştır. Fark şu ki, Çeretelli Bolşevikleri karşısına alarak açık bir şekilde davrandı ve derhal, burjuvaziye ayağına bir pranga vurulmuş ve aldatılmış bir işçi sınıfı sunmaya dönük tüm çabalarının sorumluluğunu üstlenmek zorunda kaldı. Stalin ise Çin’deki rolünü esasen perde arkasında oynadı, güçlü bir aygıt tarafından savunuldu ve “Bolşevizm bayrağının” arkasına sığındı. Çeretelli kendisini Bolşeviklerin iktidarının burjuvazi tarafından bastırılmasına dayandırmıştı. Stalin ise bizzat bu baskıları Bolşevik-Leninistlere (Muhalefete) uyguladı. Burjuvazinin baskıları devrimin yükselen dalgası tarafından yerle bir edildi. Stalin’in baskıları ise geri çekilme dalgasından beslenmişti. Stalin’in Çin Devrimi’ndeki bütünüyle Menşevik politikasını, son noktasına kadar, yani en trajik felakete kadar götürme deneyini gerçekleştirmesi bu nedenle mümkün olmuştur.”(12)
1925-27 Çin Devrimi’nden çıkarılan tüm bu dersler, dün olduğu gibi bugün de öneminden hiçbir şey kaybetmemiştir. Devrim ve komünizm davasının son yüzyılı titizlikle incelenirse görülecektir ki, bir çok “1925-27 Çin Devrimi”, hakim sınıfların eline teslim edilmiştir. Günümüzde de aynı yanlışları yapmakta ısrar edenler, ne kendilerini ne de önderlik etmek istedikleri sınıfı, iktidara taşıyamayacaktır. Tam tersine, gelecek her yerde, tüm bu dersleri en iyi şekilde özümsemiş olan, Bolşevizm’i kendisine rehber edinen, devrimci marksist önderliklerin olacaktır.
*Alman KP’sinin eylemsizliği nedeniyle 1923 Alman devriminin yenilgisini takiben 1 Aralık 1924 de Estonya da darbeci bir ayaklanma emri verildi, 200 silahlı komünist hükümet binalarına ve stratejik noktalara saldırdı. Kitleler arasında ciddi bir hazırlıktan yoksun olan ayaklanma dört saat içinde bastırıldı.