Binbir Gece ya da Yeni Burjuva Masalları

Birleşmiş Milletler Bin Yıl Kalkınma Hedeflerini görüşmek üzere 20-22 Eylül tarihleri arasında BM üye ülkelerinin devlet ve hükümet başkanları 040New York’ta toplandı. 2000 yılında 189 ülke lideri 8 maddelik Kalkınma Hedefleri üzerinde anlaşmıştı. Liderler zirvesinde dünya çapında kabul edilen ve 2015 yılına kadar ulaşılması beklenen 8 hedefe nasıl ulaşılacağı, ilerleme durumu ve programı, nelerin hızlandırabileceği üzerine konuşuldu. Hedefler aşırı yoksulluğun ve açlığın yok edilmesi, evrensel ilköğretimin sağlanması, cinsiyet eşitliğinin teşvik edilmesi ve kadınların güçlendirilmesi, çocuk ölüm oranının azaltılması, anne sağlığının iyileştirilmesi, HIV\AIDS, sıtma ve diğer hastalıklarla mücadele edilmesi, çevresel sürdürülebilirliğin sağlanması ve kalkınmaya yönelik küresel işbirliğinin geliştirilmesi olarak belirlenmişti. 22 Eylül’de BM Kalkınma Programı da (UNDP) ülkelerin aşırı yoksulluğu yok etme ve sürdürülebilir kalkınmayı sağlama yolundaki engelleri tanımlamaları ve bunları ortadan kaldırmaları için “yenilikçi” bir yaklaşım olan Bin Yıl Kalkınma Hedefleri Hızlandırma çerçevesini tanıttı.

2008 yılında Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon, “dünyadaki gıda krizi acil boyutlara ulaştı. Bu krizin çok daha kapsamlı ekonomik, siyasi sonuçları olacak” diye haykırmış, kapitalistleri emekçilerin isyanlarına karşı uyarmıştı (Haksız olmadığı o süreçte birçok ülkede gerçekleşen isyanlarla görüldü). 2010 BM konuşmasına ise 2000 yılında konulan hedefleri hatırlatarak başlayan Ban Ki-moon, umutlu olduğunu söyledi. Belirlenen hedeflere 2015’e kadar ulaşılmasının mümkün olduğunu vurgulayan BM Genel Sekreteri, “Bugün bu hedefleri yakalayacak gücümüz var, bundan daha değerli küresel bir proje yok. Bugün dünyaya güçlü ve umut dolu bir mesaj gönderelim, sözümüzü tutalım” şeklinde konuştu. UNDP Başkanı Helen Clark da “ulusal şartlara uyarlandığında ve hükümetlerinin, ortaklarının etkili yardımıyla öncülük ettiği takdirde ilerlemeyi güvence altına alacak, etkinliği kanıtlanmış birçok politika ve müdahale var” dedi.

BM’nin, dünya burjuvazisinin ihtiyaçlarından başka, emekçi sınıfların sorunlarını çözmesinin mümkün olmadığı, böyle bir amaç gütmesinin doğası gereği gerçeği yansıtmadığı, amacını aştığı ortada. Bu maddelerin çözümünün, sadece bu sorunların adlarını kağıda yazmakla olmayacağı gibi umut ve vaatlerinin de, herkesçe bilinen samimiyetsizliği-geçersizliği ortadadır. Aslına bakılırsa, dünya burjuvazisinin sayılı örgütlerinden biri olarak BM’nin, tam da sözü edilen sorunların yaratıcısı bir kurum olduğu; emperyalist işgallerin, açlığın, yoksulluğun ve kapitalizmin ürettiği diğer sorunların başlıca sebeplerini doğurmak ve bu sebepleri gizlemekle yükümlü olduğunu görmemek mümkün değil. Baştan sona ideolojik bir çarpıtma üzerine kurulu bu hedefler, burjuvazinin asla ulaşamayacağı ve de ulaşmak istemediği hedeflerdir.

Sözü geçen sorunlara burjuvazinin nasıl yaklaştığını anlatmaktan ziyade, bu metinde, BM’nin, Bin Yıl Kalkınma Hedefleri adı altında dile getirdiği –vaat ettiği- “umutların” ve önemli bir sorun olan açlığın boyutlarını ve bunu -kapitalizm altında- yok etmenin gerçekleşme olasılığına kısaca değinmekte fayda var.

Kapitalizmde açlığa çözüm var mı?

Öncelikle, kapitalist toplumun ürettiği krizlerin tekerrürlerinin nedenlerini, bu toplumun üyelerinin öznel bilincinde -niyet ve planlarında- aramanın imkansız olduğunu bir kez daha hatırlayalım. 2015’de ulaşılması beklenen BM hedefleri, kapitalizmin yıkımları ile beraber, yıkımları yavaşlatacak acil önlemlere de gebe olduğunu gösteriyor. Ancak bu “önlemlerin” işe yaramayacağı, yeni krizlerin, savaşların her an yaşanabileceği ve yaşandığı gerçeği ile de her gün yüz yüze geliyoruz. Birleşmiş Milletler’in ve diğer küresel örgütlerin açıkladıkları raporlardan birkaç veri aktarmak, burada, Bin Yıl Kalkınma Hedeflerinin ne kadar “ilerlediğini” görmek açısından yerinde olacak.

BM Bin Yıl Kampanyasını başlatan Eveline Herfkens (BM Kalkınma Programı – UNDP- eski yöneticisi ), yeniden düzenlenmemiş bir Avrupa tarım politikasının, AB’nin ve diğer donörlerin yoksulluğu azaltma çabalarını aksatmaya ve insanların sıkıntılarını sürdürmeye devam edeceğini söyledi. Herfenks “artık AB’nin geçen haftaki Bin Yıl Kalkınma Hedeflerinde belirtildiği gibi kalkınma sözlerini yerine getirmesi ve tarım politikaları ile devlet yardımlarını gelişmekte olan ülkeleri incitmeyecek şekilde tasarlanması gerekiyor” dedi. İncitmeden kastedilen daha da yoksullaştırılmasından çekinmeden, arada sadaka vermek olsa gerek.

BM uzmanlarının Addis Abada’da yayımladığı raporda, dünyadaki ekonomik ve mali krizden önce bile BM Bin Yıl Kalkınma Hedeflerinin ilki olan aşırı yoksulluğun ve açlığın yok edilmesi konusunda yol alınamadığı, mevcut krizin bu hedefe ulaşmayı çok daha zorlaştırdığı itiraf ediliyor. BM uzmanlarının “Yoksulluğu Tekrar Düşünmek” başlıklı raporlarında, son küresel ekonomik/mali krizden önce bile dünyadaki yoksullukla ve açlıkla mücadelede mesafe alınamadığını, aksine söz konusu krizle birlikte milyonlarca insanın açlık sınırının altına düştüğü bilgisine yer veriliyor. Aynı rapor Sahra altı Afrikası’nda ve Asya’nın bazı bölgelerinde açlık ve yoksulluğun hala çok fazla olduğu, gıda fiyatlarındaki artış nedeniyle 100 milyondan fazla kişinin, ekonomik kriz nedeniyle 2008-2009’da 200 milyon kişinin daha yoksul hale geldiği vurgulandı. Yine Afrika’da yaklaşık 388 milyon kişinin günde bir dolardan daha az parayla yaşadığı, bu kişilerin sayısının 1981’de 212 milyon olduğu altı çizilen bilgiler arasında yer alıyor.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün güncel değerlendirmesine göre, dünyadaki aç insan sayısı 1990-1992 verilerine oranla 142 milyon artış göstererek, 963 milyona ulaştı ki bu da 6.6 milyar olduğu tahmin edilen dünya nüfusunun yaklaşık %14.6’sına tekabül ediyor. Yıllara göre küresel açlık rakamlarına bakacak olursak; 1996: 825 milyon, 2000: 857 milyon, 2004: 873 milyon, 2008: 915 milyon, 2009:1.02 milyar. BM dünyadaki “açlığı yok etme” planını esneterek, açlığı 2015 yılına kadar yarı yarıya azaltma hedefinde olduğunu söylese de, dünyadaki açlık rakamları bunun tırmanarak yükseldiğini gösteriyor.

FAO’nun (Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü) 2009 tahminlerine göre, 2007-2008’de buğday ve pirinç gibi temel ürünlerin fiyatlarındaki artış ile küresel mali krizin ortak etkileri sonucunda 2009 yılında aç insan sayısı yaklaşık 100 milyon arttı.

Açlık ve yoksulluk ABD söz konusu olduğunda da değişmiyor. ABD Tarım Başkanlığı araştırma servisinin raporlarına göre, 30 milyonun üzerinde insan ya tamamen aç yaşıyor ya da sonraki öğününü garanti edemiyor. Bir diğer küresel örgüt olan Dünya Bankası da, gıda krizi ve küreselleşmenin sonucu olarak dünyada yaklaşık 1.5 milyar insanın yoksulluk içinde yaşadığını belirtti.

Zirve toplantılarının hemen hepsinde uluslararası ticaretin kalkınmanın motoru durumunda olduğu teyit edilmiş ve ticaretin önündeki engellerin kaldırılmasının “yoksullukla mücadeleye” olumlu etki yapacağı vurgulanmıştı. Ancak, ticaretin önündeki engelleri kaldırmanın, sermayenin önündeki engelleri kaldırmak demek olduğu ne kadar açıksa; yoksulluğun da özel mülkiyet üzerine kurulu sermaye düzeninden ve onun sürekli gelişiminden doğduğu da ortada. Kapitalist küreselleşmenin neredeyse her boyutta etkilerinin yaşandığı dünyada gerek AB’nin gerekse BM gibi örgütlerin bu programları geliştirmeleri sermayenin en acil ihtiyaçlarındandır. Küresel sermaye -kendi doğurduğu- bu felaketleri görmezden gelemediği gibi, onları zikretmekten ve çözeceğini vaat etmekten de çekinmiyor. Elbette bu tutumun arkasında dünya burjuvazisinin sınıfsal kaygıları yatıyor.

Gerek yerli gerekse yabancı basında Bin Yıl Kalkınma Hedefleri adı altında ele alınan sorunların çözümüne ya da programın nasıl geliştirilip hızlandırılacağına dair kayda değer bir haber bulmak oldukça zor. Çözüme dair burjuva politikacılarından medet ummak elbette saflık olur, onlar bu sorunların sebebi olan sınıfın siyasi temsilcileridirler. Ama dünya liderleri zirvesinden “ağırlıkları” oranında sözde çözüm önerilerini en azından -onların çözüm önerilerini- görmek kendilerinin sık sık vurgulamaktan çekinmedikleri “dürüstlüklerinin ve hassasiyetlerinin” ciddiyetini gösterecekti, ama bu bile olmadı. BM Güvenlik Konseyi daimi ve veto sahibi üye ülkelerinin, dünyada en fazla silah üreten ve pazarlayan ülkeler olmasını da göz önünde bulundurursak, BM’nin güvenliği ve barışı korumada ve diğer sorunların çözümünde ne kadar “samimi-dürüst” olduğu daha anlaşılır olacaktır.

BM zirvesini değerlendiren İspanyol El Pais gazetesinin zirveyle ilgili değerlendirmesi ise şöyle: <“Büyük lafların edildiği bu özel zirve muğlâk vaatlerle sona erdi. Yani kısacası 10 yıl önce neredeysek şimdi de o noktadayız. Tek fark, artık 2015 yılına kadar açlık ve yoksullukla mücadelede belirlenen hedeflere ulaşılamayacağının anlaşılmış olmasıdır.”

Uygarlıkta yoksulluk bolluğun kendisinden doğar*

Kapitalist üretim biçiminin akıl almazlığı kendisini en açık olarak, yoksulluğun servet birikiminden doğuyor olmasında gösterir. Marx Kapital’in ilk cildinde bunu şöyle ifade etmişti: Kapitalizm “… sermaye birikimine tekabül eden bir sefalet birikimi yaratır. Bu yüzden, bir kutupta servet birikimi, aynı zamanda diğer kutupta, sefaletin, yorgunluk ve bezginliğin, köleliğin, cehaletin, zalimliğin, zihinsel yozlaşmanın birikimidir”. Yaklaşık 150 yıl önce ifade edilen bu tespit geçerliliğini artan bir oranda korumaktadır. Dünyadaki toplam zenginliğin ezici bir çoğunluğu, giderek daha az sayıda burjuvanın elinde toplanırken, kitlelerin proleterleşmesi ve yoksullaşması giderek nüfusun daha ezici bir çoğunluğunu kapsıyor. BM’de siyasi temsilcilerini bulunduran büyük burjuvazi, gıda maddelerini satarak kar elde edemeyeceği durumlarda, onları yakmayı ya da okyanuslara dökmeyi tercih ediyor; bu kapitalist ekonominin doğal bir sonucudur.

BM’nin sözde çözmek üzere ortaya koyduğu sorunların tümü burjuvazinin her gün yeniden ürettiği sorunlardır. Çevre felaketleri, kadınların ve çocukların ezilmesi her geçen gün daha da ağırlaşmakta; burjuvazinin çözüm önerileri de bunu koşut olarak giderek pervasızlaşmaktadır. Onlar, bahsi geçen sorunları kendi varlıklarını koruma amacı dışında gündeme getirmemektedirler. En büyük korkuları, yaşamları bu sistem eliyle bir bütün olarak parçalanmış ve altüst edilmiş işçi ve emekçilerin ayağa kalkması ve kapitalist sistemle beraber tümünü tarihin çöplüğüne göndermesidir. Bu ‘tehlikeli’ ihtimalin bilinciyle sorunların kaynağını çarpıtma ve emekçilerin öfkesini başka yerlere yönlendirme rolünü oynuyorlar.

Kapitalistler kar peşinde koşarken, onları durduracak engellere tahammüllerinin olmadığını, bunun için gerekirse ‘bin yıl’ gibi isimlerle binlerce niyet ortaya koyacaklarını ve dünyayı yok ettiklerini-edeceklerini biliyoruz. Kapitalizmin doğasında kar hırsı, rekabet ve krizler varken bunun sonucu olan açlığı, yoksulluğu ve diğer insanlık-doğa felaketlerini çözme güdüsünün olamayacağı ortadadır. Çünkü kapitalizmin kendisi bir felakettir; gelişiminin kaynağı krizler ile insanlığın çoğunluğunun mahvoluşudur. Üretimin dünya çapında toplumsallaşmasıyla, üretim araçlarının özel mülkiyeti ve onun ürünü ulus-devletler arasındaki karşıtlığın ürettiği bu sorunların kapitalizmde hiçbir çözümü bulunmuyor. Çözüm, dünya işçi sınıfının üretim araçlarını toplumsallaştırmak üzere işçi iktidarını kurmasından yani sorunların nedenini ortadan kaldırmasından geçiyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir