Berlin Senatosu adayı Andy Niklaus’un çağrısı: İşçilerin kendi partilerine ihtiyacı var!

Andy Niklaus, 25 yıldır Berlin Ulaşım Şirketi’nde (BVG) çalışıyor ve 18 Eylül’de düzenlenecek Berlin Senatosu seçimlerine Partei für Soziale Gleichheit’ın (Sosyalist Eşitlik Partisi) adayı olarak katılıyor. Andy, aşağıdaki çağrıyı yayınladı.

Sevgili çalışma arkadaşlarım,

Ben, 25 yıldır Berlin Ulaşım Şirketi’nde (BVG) çalışıyorum ve 18 Eylül’de düzenlenecek Berlin Temsilciler Meclisi seçimlerine Partei für Soziale Gleichheit’ın (PSG) adayı olarak katılıyorum.

BVG’deki ve diğer tüm şirketlerdeki çalışma arkadaşlarımı, PSG’nin seçim programını okumaya ve PSG işyeri komiteleri inşa etmeye çağırıyorum.

Berlin seçimleri, olağanüstü bir kriz döneminde gerçekleşiyor. Bütün düzen partileri barış, mutluluk ve neşe hakimmiş gibi hareket etseler de, dünya bir barut fıçısını andırıyor. Geçmişin bütün hayaletleri, bir kez daha geri dönüyor: ekonomik kriz, kitlesel yoksulluk, diktatörlük ve savaş yönelimi.

Alman hükümeti Ağustos ayında halkın kendisini kimyasal, biyolojik ve nükleer silahlardan gelecek saldırılara hazırlaması gerektiğini ilan ettiğinde, çoğu insan kulaklarına inanamadı.

Ancak zorunlu askerliğin yeniden uygulanması ve Federal Çalışma Bürosu’nun savaş sırasında “ulusal savunma için yaşamsal alanlar”da erkekleri ve kadınları zorla çalıştırmakla yetkilendirmeyi duyurma planlarının yanı sıra, gıda ve su stoklama; ilaç, sıcak battaniye, el feneri, dolu pil ve nakit para bulundurma yönündeki talimatlar, ciddiye alınmalıdır.

Bu yönergeler, tüm düzen partilerini içeren bir savaş komplosunun halkın arkasından gerçekleşmekte olduğunu ortaya koymaktadır. Eğer işçi sınıfı savaşa gidişi durdurmak üzere müdahale etmezse, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’ndakinden çok daha kötü bir felaketle tehdit edileceğiz.

Ancak işçi sınıfının, bu toplumsal gelişmelere müdahale etmek için, savaşa karşı mücadele ile kapitalizme, yoksulluğa ve sefalete karşı mücadeleyi birleştiren bir partiye; kapitalizm karşıtı sosyalist bir program ve bütün işçilerin uluslararası dayanışması ve birliği uğruna mücadele eden bir partiye ihtiyacı var.

Benim, PSG adayı olarak seçime katılmamın nedeni budur. PSG, bu programı temsil ediyor ve uluslararası bir örgütün; Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK) önderlik ettiği Dördüncü Enternasyonal’in bir parçası.

PSG’nin inşası da, işçilerin karşı karşıya olduğu acil sorunlar için son derece önem taşımaktadır. Bugün, işyerlerindeki tüm sorunlar, siyasi sorunlar olarak ortaya çıkıyor. Bunları çözmek için, sosyalist bir programa ve uluslararası bir stratejiye ihtiyaç var.

Bu, Berlin Ulaşım Şirketi’nde açık bir şekilde kanıtlanmıştır. Burada, yıllardır sistematik bir sosyal gerileme gerçekleştirildi. BVG işçilerinin ücretleri, diğer kamu işçilerininki gibi, son derece düşük bir seviyeye indiriliyor. Artan gıda maliyetleri ve en önemlisi, Berlin’de patlayan kiralar, herhangi bir tasarrufu hızla yiyip bitiriyor.

Bunun başlıca sorumluları, Sosyal Demokrat Parti (SPD), Sol Parti ve Verdi sendikasıdır. SPD ile Sol Parti’nin Klaus Wowereit önderliğinde Berlin’de iktidarda olduğu dönemde (2001-2011), yerel ulaşım işçileri arasında tam bir düşük ücret dilimi oluşturuldu. Bu süreçteki ilk adım, 1999’da, Hristiyan Demokrat Birlik’in (CDU) ve Berlin belediye başkanı Eberhard Diepgen’in kontrolündeki Senato’da, işçilerin düşük ücretle çalıştırıldığı Berlin Ulaşım GmbH kurulduğunda atılmıştı. Daha sonra, en büyük kesintiler, 2005’te Wowereit’ın yönetimi altında meydana geldi.

2003’te, sözde Kızıl-Kızıl Koalisyon yönetimi, federal işverenler derneğini, kamu sektörü işçilerinin maaşlarını yüzde 12 düşürebilmesi için serbest bıraktı. İki yıl sonra, bu, BVG için de uygulandı.

Verdi, yerel ulaşım ücret anlaşması TV-N’de, Kızıl-Kızıl Senato’yla birlikte yalnızca ücretleri sert biçimde -yüzde 10’dan fazla- düşüren ve Noel ikramiyelerini ve ücretli izinleri azaltan düzenlemeleri yapmakla kalmadı. Onlar, aynı zamanda, üçte bire kadar varan maaş farklılıklarına sahip yaşlı ve genç çalışanlarla, işgücünün bölünmesini örgütledi.

Benim, Verdi’nin açık bir muhalifi olmamın nedeni budur.

Verdi, işçilerin çıkarlarını temsil etmemektedir. O, devlet kurumlarıyla yakın bağlara sahip, bürokratik bir aygıttır ve SPD, Sol Parti ve Yeşiller ile yakın bir şekilde çalışmaktadır. Verdi’nin devlet aygıtıyla ne kadar iyi bütünleşmiş olduğu, yıllardır çeşitli devlet işletmeleri ve özel şirketler için Verdi ve diğer sendikalar ile görüşmelere önderlik etmiş olan Berlin Belediye İşverenleri Birliği’nin (KAV) önderliği incelendiğinde görülebilir. KAV’ın önderliği, çoğunlukla Verdi üyelerinden oluşmaktadır.

Verdi’nin önceli olan kamu hizmeti, ulaşım ve trafik sendikası ÖTV’den terfi edip, atık imha şirketi BSR’de personel müdürü olan KAV-Berlin’in başkanı Martin Urban iyi bir örnektir. Berliner Morgenpost’a göre, Urban, KAV başkanı olarak, şu anda, yıllık yaklaşık 350.000 avro kazanıyor. Berlin Belediye İşverenleri Birliği ile toplu sözleşme görüşmelerinde, Verdi kendisiyle pazarlık yapıyordu.

Diğer tüm sendikalar gibi, Verdi de, başlıca görevini, sınıf mücadelesini bastırmak ve işçilerin her bağımsız hareketini başladığı anda boğmak olarak görmektedir. Toplu iş sözleşmeleri, yıllardır, ücret kesintilerini, iş hızlandırmalarını ve berbat çalışma koşullarını zorla kabul ettiren bağlılık sözleşmeleri halini almıştır.

Verdi’ye muhalefetin büyümesinin nedeni budur. Son 10 yılda, ülke genelinde 200.000’den fazla Verdi üyesi sendikadan ayrıldı. BVG’de de, sendika üyeliğinden istifaların sayısı artmış durumda.

Bu nedenle, bir süre önce BVG’de, kendisini “Verdi-aktif: demokratik, açık ve şeffaf” diye tanımlayan bir Verdi muhalefet grubu kuruldu. Onlar, “gerçek sınıf mücadelesi tarzı”na ve “açık demokratik” sendika çalışmasına dönüş çağrısında bulunuyor ve Verdi’yi güçlü ve etkili bir sendikaya dönüştürmeyi amaçlıyor.

Ancak Verdi’yi “gerçek sınıf mücadelesi tarzı”na sahip bir sendikaya dönüştürmek, SPD’yi bir kez daha bir işçi partisine dönüştürmek kadar imkansızdır. SPD, Hartz-IV ve savaş partisidir ve ondan haklı olarak nefret edilmektedir. Bu yüzden, o, Verdi ile beraberdir. Verdi, birçok memuru için yönetime, yüksek gelirlere ve ayrıcalıklara doğru bir basamak olarak işlev gören, yozlaşmış, bürokratik bir aygıt olarak kalmaktadır.

Verdi’nin ve diğer bütün sendikaların, şirketlerin ajanlarına ve devlet aygıtının araçlarına dönüşmesi, tek başına onların önde gelen yöneticilerinin alabildiğine yozlaşmasının bir sonucu değildir; bunun derin nesnel kökleri bulunmaktadır.

Emek piyasası ve çalışma koşulları büyük ölçüde ulusal bir karakterde olduğu sürece, sendikalar, daha yüksek ücretler ve sosyal iyileştirmeler elde etmek için baskı uygulayabiliyordu. Üretimin küreselleşmesi, dünya çapında sınırsız rekabetin hüküm sürdüğü koşullar yarattı. Artık, sendikalar, işçiler için kazanımlar elde etmek üzere yönetimlere baskı uygulamıyor. Bunun yerine, onlar, şirketlerin rekabet koşullarını geliştirmek için işçilerden ücret-sosyal hak kesintisi sızdırıyorlar.

“Verdi-aktif”in yalnızca en sınırlı, asgari talepleri gündeme getirmesinin ve görüşmelerin başında, hedeflerinin yarısına ulaşması halinde tatmin olacağını ilan etmesinin de nedeni budur. Şu, kesinlikle açık olmalıdır: Yalnızca sadaka için el açmak isteyen biri, bir işçi temsilcisi olarak kabul edilmemelidir.

Gerçekte, “Verdi-aktif”, Sol Parti’ye ve onun sahte sol çevresine bağlıdır ve Verdi’ye yönelik büyüyen muhalefeti durdurmaya ve onu, sendikalist kanallar içine hapsedilmiş olarak tutmaya çalışmaktadır.

Ben, bunu reddediyorum. Sendikaların deli gömleğinden kurtulmak ve kapitalist kar mantığına karşı çıkan ve işçi sınıfını ücret-sosyal hak kesintilerine ve savaş hazırlıklarına karşı bir mücadelede birleştiren sosyalist bir partiyi inşa etmek gerekmektedir. Hareketin ihtiyaçlarının tutarlı bir şekilde uygulanması da, yalnızca bu temelde mümkündür.

Bu yüzden, sizleri, PSG’nin seçim programını okumaya, onu Facebook’ta ve diğer yerlerde dağıtmaya ve PSG’nin tartışma toplantılarına katılmaya çağırıyorum.

9 Eylül 2016

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir