Neo-Nazi Ulusal Sosyalist Yeraltı (NSU) örgütü davasındaki kararlara karşı hafta sonunda birçok kentte protestolar düzenlendi. Protestocular, beş yıl süren ve 438 yargılama gününü kapsayan dava sırasında, açığa çıkanlardan daha fazlasının örtbas edilmiş olduğu gerçeğini eleştirdiler. Protestolardaki konuşmacılar, kararın olayı sona erdirmemesi gerektiği yönünde “kapsamlı aydınlatma” talep ettiler.
Auschwitz toplama kampından sağ kurtulan Esther Bejerano, Cumartesi günü Hamburg’da düzenlenen bir protesto mitinginde konuştu. Bejerano, cesur bir şekilde, “Bugünden itibaren, NSU kurbanlarının ailelerinin intikamının bir parçasıyım ve sizler, benim Ulusal Sosyalizmden intikamımı almamın bir parçasısınız.” dedi.
Çarşamba günü, Münih Yüksek Bölge Mahkemesi (OLG), sağcı terörist NSU davasındaki kararlarını açıkladı. Baş sanık Beate Zschäpe, bir terörist grubuna üyeliğin ve ciddi kundakçılık suçu işlemenin yanı sıra 10 cinayete ve patlayıcıları kapsayan çeşitli saldırılara suç ortaklığından ömür boyu hapse mahkum edildi. Ancak diğer sanıkların hepsi, genelde hafif cezalar aldılar.
Bununla birlikte, en önemlisi, Federal Başsavcılık ve Mahkeme Başkanı Manfred Götzl, NSU’nun ve destekleyicilerinin geçmişi; özellikle de devletin beslediği muhbirlerin rolü hakkında daha fazla bilgiyi kasıtlı olarak gizledi.
Eski aşırı sağcı Alman Ulusal Partisi görevlisi Ralf Wohlleben, sanık Carsten Schultze ile birlikte, dokuz cinayetin gerçekleştirildiği Ceska cinayet silahını edinmiş olmaktan 10 yıl hapse mahkum edildi. Mahkemeye ilişkin haberler, Wohlleben’in karara nasıl rahatlayarak tepki verdiğini betimliyordu. O, yargılamanın büyük kısmını zaten tutuklu olarak geçirmiş olduğu için, yaklaşık üç yıl içinde serbest bırakılmayı bekleyebilir.
Carsten Schultze, suçun işlendiği sırada reşit olmaması nedeniyle çocuk kanuna başvurulması ve mahkemenin onun itirafını ve Wohlleben’in yardımı hakkındaki açıklamasını olumlu görmesi sebebiyle, aynı suçtan üç yıl hapis aldı.
Sanık Holger Gerlach, NSU üçlüsüne bir silah ve sahte belgeler tedarik etmiş olduğunu itiraf etmesinin ardından, bir terörist gruba destek olmaktan üç yıl hapse mahkum edildi.
Terörist bir grubu desteklemekten iki buçuk yıl verilen sanık André Eminger’in hafif cezasına özellikle öfke vardı. Eminger, Federal Başsavcılığın talepleri karşısında, cinayet teşebbüsüne yardım ve yataklıktan suçlu bulunmadı. O, Köln Probsteigasse’deki bombalı saldırıya dahil olmakla suçlanıyordu. Yargıç Götzl, ardından, Eminger’ın önceki tutukluluğunun artık uygun olmadığını açıkladı ve orada hazır bulunan yaklaşık bir düzine neo-Naziden alkış aldı. Eminger, mahkeme salonundan özgür biri olarak ayrıldı.
Daha Çarşamba günkü duruşma sırasında, birkaç yüz insan, kararları ve neo-Nazi ağının örtbas edilmesini protesto etmek için Münih’teki mahkeme salonunun önünde toplanmıştı. Avukat Alexander Hoffmann, ortak davacıların bir temsilcisi olarak, Yüksek Bölge Mahkemesi’nin kararının, Almanya’daki militan ve silahlı neo-Nazi faaliyet alanı için bir “yol gösterici” olduğunu söyledi. Kararla verilen mesaj şuydu: “Naziler insanları havaya uçurup öldürebilir ve onları desteklemekten sadece iki yıl alırlar. Bu bir meydan okumadır!” Hoffmann, ayrıca, kararlarla, geçtiğimiz yıl Hamburg’da düzenlenen G20 zirvesindeki solcu göstericilere yönelik sert baskıyı karşılaştırdı: “Onlar, G20’de taş atmaktan daha fazla [ceza] aldılar. … [NSU] karar[ı] yasal olabilir ama meşru değil.”
Yargılamayı ve sayısız soruşturma komitesini eleştirel bir şekilde takip etmiş olan NSU-İzleme bloğu temsilcileri, karara sert biçimde tepki gösterdiler: “Bu karar, NSU tarafından katledilenlerin aile üyelerinin ve NSU teröründen sağ kurtulanların suratına atılmış bir tokattır.” Bloğun sözcülerinden Caro Keller, karar ve gerekçesi, “terörist neo-Nazi faaliyete bir davetiyedir: Onlar, NSU’nun 2011’de bıraktığı yerden, neredeyse cezadan muaf bir şekilde devam edebilirler.” diye konuştu. Özellikle Wohlleben’a ve Eminger’e yönelik hafif kararlar, “inanmışlıklarını mahkemede de açıkça göstermiş olan bu iki Naziyi destekleme eylemlerinin önemsizleştirilmiş ve siyasi niteliğinden arındırılmış olduğunu” göstermişti.
Gerçekten de, hem Federal Başsavcılık hem de alt mahkeme, her türlü siyasi bağlamı, özellikle de Gizli Servis’in rolünü dikkate almamak ve dolayısıyla onları ateş hattından çıkarmak için elinden geleni yapmıştır. Federal Başsavcılık, iddianamede, NSU’nun “hiçbir zaman bir şebeke olmadığı”nı ama “üç kişinin tekil bir birliği” olduğunu ilan etmişti.
Acemi sağcı terörist grubun Kasım 2011’de dağılmasından kısa süre sonra, üç ana aktörün arkasındaki neo-Nazi yapıların önceki kapsamı ve devletin gizli görevliler eliyle geniş çaplı dahiliyeti açık hale geldi. Aynı zamanda, yaklaşık 40’ı aktif olan, toplam yedi farklı güvenlik kurumu için çalışmış ve dönem dönem birçok suç işlemiş 140 dolayında insanın NSU ile ilişkili olduğu biliniyor.
Onlar arasında en bilineni, 1994’ten 2001’e kadar yedi yıl boyunca Türingiya eyaleti gizli servisi için çalışmış ve tamamen aşırı sağcı faaliyet alanı inşa etmeye yatırıldığını iddia ettiği yaklaşık 200.000 Alman Markı toplamış olan Tino Brandt’tir. Brandt, aynı zamanda, Beate Zschäpe’nin ve NSU “üçlüsü”nün diğer iki ölmüş faili olan Uwe Mundlos ile Uwe Böhnhardt’ın da aktif olduğu “Thüringer Heimatschutz”un (THS, Türingiya Anayurt Savunması) eş kurucusuydu.
NSU hakkındaki bilginin açığa çıkmasının hemen ardından, teröristlerin etrafındaki çevrede aktif olan devlet ajanlarının sistematik bir şekilde gizlenmesi başlamıştı. Daha ilk günlerde, Türingiya’daki aşırı sağcı faaliyet ile ilişkili yüzlerce dosya, gizli servis tarafından parçalandı. Federal Başsavcılık, sorumlu kişiyi (kod adı “Lothar Lingen”) Münih’teki yargılamada herkesin önünde ifade vermekten başarılı bir şekilde korumak için, hukuki hilelere başvurdu. “Üçlü”nün Eisenach’taki karavanının yakılmasında olduğu gibi, hiç kimse kanıtları yok etmekten suçlanmadı.
Bunun yerine, devletin katılımının örtbas edilmesi devam ediyor. Münih kararının duyurulmasından iki hafta önce, Hesse eyalet meclisi soruşturma komitesi, Hesse eyaleti gizli servisinin, yetkililerin NSU ile ilgilenirkenki bilgisinden ve “hatalar”ından söz eden bir iç raporunu tartıştı. Hesse’nin kuzeyinde bulunan Kassel’de, Hesse gizli servisinin bir ajanı, NSU Halit Yozgat’ı internet kafesinde öldürdüğü sırada oradaydı ve ajanının yalan ifade verdiği kanıtlanabilirdi. Yukarıda sözü geçen rapor, 120 yıllığına mühürlenmiştir.
Bu arada, sadece geçtiğimiz yıldan beri, devlet aygıtı içinde daha fazla sağcı şebeke olması gerektiği açığa çıktı. Örneğin, ordu subayı Franco A., sonradan Suriyeli sığınmacıları sorumlu tutmak istediği saldırılar planlamış. O, bu amaçla, silah, cephane ve sahte bir sığınmacı kimliği edinmekle kalmamış; bir kısmı yine Bundeswehr’de (silahlı kuvvetler) görevli suç ortaklarıyla birlikte çalışmış. Onun iddia edilen destekçilerinden biri, şu anda aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif’in (AfD) parlamento üyesi olan Jan Nolte için çalışıyor. Frankfurt am Main Yüksek Bölge Mahkemesi, Haziran ayı başında, skandal bir kararla, Franco A.’nın ciddi ceza gerektiren bir suç hazırlığı ile suçlanmadığını duyurmuştu.
Münih Yüksek Bölge Mahkemesi’nde görülen NSU davası ve 10 Temmuz’da verilen kararlar, aşırı sağcılığın devlet aygıtının parçalarıyla ne kadar yakın bir şekilde bağlantılı olduğunu göstermektedir. Aşırı sağcı bir terörist grubun yıllarca engellenmeden göçmenleri öldürebilmesinin ve grubun dağılmasından sonra her türlü devlet katılımının örtbas edilmesinin ardından, şimdi, terör saldırıları dizisine bulaşmış olan herkes, tüm şiddetiyle devam etme mesajını almıştır. 100’ü aşkın aşırı sağcı ve bir dereceye kadar devlet tarafından beslenen NSU destekleyicisi, birkaç istisna dışında, kayıplara karışmış durumda.