ABD Başkanı Donald Trump’ı Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Helsinki görüşmesi üzerinden hedef alan aralıksız histerinin ve suçlamaların ortasında, New York Times (NYT), Çarşamba günü, “Vatana ihanet ifadesi tartışmaya giriyor” başlıklı bir baş sayfa yazısı yayınladı.
Yazı, gazetenin Beyaz Saray muhabiri Peter Baker tarafından yazılmış. Baker, Obama üzerine, Tarihin Çağrısı başlıklı bir kutsama çalışmasının ve Putin’e yönelik, Soğuk Savaş tarzı bir şeytanlaştırma olan Yükselen Kremlin: Vladimir Putin’in Rusyası ve Devrimin Sonu başlıklı bir başka kitabın yazarı. O, istemsiz bir şekilde, Demokratik Parti ve düzen medyası liberalizmi olarak tanınan şeyin keskin sağa kayışına açık bir teşhir sağlıyor.
Vatana ihanet suçlamasının, Trump’ın, görünen o ki “Rusların seçime müdahalesi konusunda Amerika’nın istihbarat kurumlarınınki yerine Putin’in sözünü” kabul etmesinden kaynaklandığını belirten Baker, şunları yazıyor:
“Bay Trump, yalnızca kötü karar verme ile değil ama vatana ihanetle ve sadece uç unsurlar ve liberal sohbet programı sunucuları tarafından değil ama eski bir CIA müdürü tarafından suçlanıyor.
“Benzersiz bir başkanlıkta, tarih kitapları için bir başka anı daha işaretleyin. Vatana ihanet suçlaması siyasi tartışma sınırlarında zaman zaman savrulmuş olsa da, modern dönemde hiçbir zaman, böylesine belirgin bir şekilde ulusal tartışmanın parçası olmamıştır.”
Baker için, “modern dönem”, kısa bir zaman dilimi gibi görünüyor olmalı. Dahası, görünüşe göre, o, ABD egemen çevrelerinin bu “büyük tirajlı ve saygın gazete”sinin iç sayfalarında aynı gün çıkan son derece ilişkili bir yazı hakkında bilgilendirilmemiş: 1964’teki Hiç Kimse İhanet Demeye Cesaret Edemedi başlıklı bir kitabın yazarı olan John Stormer’ın ölümü üzerine bir yazı.
Dönemin Cumhuriyetçi adayı Barry Goldwater’ın başarısız başkanlık girişiminde belirgin bir rol oynamış olan bu kitap, bir süre Senatör Joseph McCarthy ile ilişkili olan Amerikan aşırı sağı tarafından geliştirilen, Amerikan hükümetinin Kremlin’in çıkarları doğrultusunda yönetiyor olan komünist ajanlar ve “ahmaklar” tarafından büyük ölçüde ele geçirilmiş olduğu yönündeki hikayeyi özetliyor ve yayıyordu.
Kitabın baş sayfasında şu tanıtım yazısı vardı: “1964, bir kriz ve karar yılıdır. Amerika komünist düşmana yardım etmeye, tehlike karşısında silahsızlanmaya, gezegeninin her köşesindeki komünist diktatörlerin önünde boyun eğmeye devam mı edecek? Karar sizin.”
Bu paranoyak tarz, Demokratik Parti ve bizzat NYT içinde inkar edilemez yankılar buluyor. Gazetenin tarif edilmez dış ilişkiler köşe yazarı Thomas Friedman, daha iki gün önce, Trump’ı, “bir Rus istihbaratı varlığı” olarak tanımlamış ve benzer bir silahlanma çağrısı yapmıştı: “Amerikalı kardeşlerim, başımız belada ve bugün almamız gereken bazı büyük kararlar var.” Aynı Friedman, geçtiğimiz yıl, köşesini, Trump yönetimindeki ordu subaylarına başkanı bir saray darbesiyle görevden alma çağrısı yapan bir açık mektuba değinmek için kullanmıştı.
Baker’ın vatana ihanet için atıfta bulunduğu baş otorite, “Trump’ın en çok sesi çıkan eleştirmenlerinden biri” diye tanımladığı, ABD Merkezi İstihbarat Kurumu’nun (CIA) eski müdürü John Brennan’dır. Brennan, Trump’ın Helsinki’deki tavrını, “hainlikten başka bir şey değil” diyerek alenen suçlamıştı.
Trump’ın bir Kremlin ajanı olduğu düşüncesi, yarım yüzyılı aşkın bir süre önce McCarthy, Stormer ve John Birch Derneği gibilerinin Eisenhower’a ve Kennedy’ye yönelttikleri benzer suçlamalar kadar inanılırlığa sahiptir.
Demokratik Parti’nin Amerikan siyasi yelpazesinin en sağcı unsurlarıyla ilişkili bir hikayeyi diriltiyor olmasının uğursuz sonuçları bulunmaktadır. Bu, yalnızca, ABD halkı içinde siyasi yönelim bozukluğu tohumları ekme ve Amerikan kapitalist devletinin son derece gerici ve tehlikeli bir yönelişine zemin hazırlama işlevi görebilir.
Peki, Trump’ın “hainliği”nin içeriği ne? Televizyon sunucularının ve gevezelerinin; Trump yönetiminin ABD-Meksika sınırındaki çocuk sığınmacılara yönelik işkencesine, Suriye ile Irak’taki savaş suçlarına ve Yemen halkına karşı soykırımsal savaşa verdiği desteğe ya sessiz kalıp göz yuman ya da gerekçe sağlayan aynı medya piyonlarının durmadan yinelediği suçlama ne?
Suçlama, Trump’ın Amerikan istihbarat kurumlarının sözünü kabul etmemiş olmasıdır. Bu sözümona “cürüm” üzerine otoriteler olarak sunulanlar, artık televizyon kanalları için “güvenlik ve istihbarat uzmanları” olarak banka hesaplarını semirtiyor olan eski istihbarat şefleri üçlüsüdür: John Brennan, Michael Hayden ve James Clapper.
Gerçeğin ne kadar beklenmedik koruyucuları! Onların hepsi, CIA müdürleri olarak, Amerikan halkından gizli işlenen diğer suçların yanı sıra, işkenceyi, “gizli hapishaneler”i, “olağanüstü gözaltılar”ı ve insansız hava aracı suikastlarını yönetmiştir.
Brennan, CIA ajanlarının Senato istihbarat komitesinin bilgisayarlarını heklemesi talimatını vererek, CIA’in işkencesinin açığa çıkmasını önlemeye çalışmıştı. Clapper, yine kendisinin başkanlık ettiği Ulusal Güvenlik Kurumu’nun (NSA) Amerikan yurttaşları üzerine veri topladığını inkar ederek Kongre’ye yalan söylemiş bir yalancı tanıktır. Bu yalan, Edward Snowden’ın ifşaatlarıyla açığa vurulmuştu. Yine aynı zamanda bir NSA şefi olan Hayden, geniş çaplı ülke içi gözetleme programlarını başlatmıştı.
Üstünkörü bir tarih bilgisine sahip olanların bile, bu kurumların şu anda “vatan haini” Trump’a karşı demokrasi savunucuları olarak yüceltilmesini sorgulaması gerekir.
Herhangi bir demokratik toplumda, kapitalist devletin gizli polisine ve istihbarat güçlerine, her zaman, en büyük kuşkuyla yaklaşılmıştır. Bu, başka hiçbir yerde, ABD’de olduğundan daha geçerli değildir.
Doğrusu, CIA’ye yönelik kuşku o kadar büyüktü ki, onun kuruluş tüzüğü, gizli kapaklı faaliyetlerinin hem ulusal hem de uluslararası hukuk parametreleri dışında gerçekleştiği kabulü temelinde, kurumun ABD içinde faaliyet göstermesini yasaklıyordu.
Düzenlediği suikastlar için “Cinayet A.Ş.” adı verilmiş olan CIA, aynı zamanda, demokratik olarak seçilmiş hükümetlere karşı, İran’dan Guatemala’ya, Türkiye’den Yunanistan’a ve Latin Amerika ülkelerine kadar vahşi diktatörlük kurmuş olan darbeler tezgahladı.
FBI’a gelince; onun sicili yargı entrikaları, provokasyonlar ve cinayetler ile doludur. FBI, yurttaşlık hakları hareketine, savaş karşıtı harekete ve Amerikan solunun her kesimine karşı, örgütleri binlerce casus ve ajan provokatörle basarak fiilen bir savaş yürütmüştür.
Bu kurumlar, sonu gelmeyen saldırı savaşlarına dayanan çeyrek yüzyıllık ABD dış politikasını gerekçelendirmek için kullanılan ikiz yalanlardan büyük ölçüde sorumludurlar: “kitle imha silahları” ve “terörle mücadele.”
CIA’in, FBI’ın ve NSA’in dürüstlüğü ve doğruluğu konusunda şüpheci tavır göstermenin vatana ihanet ile damgalanabiliyor olması, bir ABD polis devletinin tehlikelerine ilişkin şiddetli bir uyarıyı temsil etmektedir.
Diğer “hainlik” eylemi, Moskova ile gerilimleri azaltmaya çalışmaktı. Trump, Rusya’ya, etkileşimsel “Önce Amerika” dış politikası prizmasından bakarken, ABD egemen çevreleri ve Washington’ın devasa ordu ve istihbarat aygıtı içindeki baskın hizipler, Rusya Federasyonu’nu parçalayıp sömürgeleştirmeyi amaçlayan ve hiçbir gevşemenin hoş görülemeyeceği bir askeri çatışma hazırlığına son derece bağlılar.
Bunlar, Wall Street’in ve CIA’in su katılmamış partisi olan Demokratlar tarafından dile getirilen çıkarlardır. Bu parti, Trump’a, sol şöyle dursun, ilerici bir bakış açısından karşı çıkmaya isteksizdir ve bunu yapamaz, çünkü o, mali sermayenin ve bu dünyanın Jeff Bezos’larının çıkarlarının savunucusudur.
“Sol” ve “sağ” terimleri, ABD’deki burjuva politikası bağlamında herhangi bir gerçek anlam taşımaya son vermiştir. Demokratlar tarafından benimsenen neo-McCarthyci politika, tüm egemen çevrelerin ve onların savaş halindeki hiziplerinin gericiliğe ve geniş emekçi kitlelerinin temel sosyal ve demokratik haklarını yok etmeye doğru kayışını yansıtmaktadır.
Aynı dinamiğin Demokratik Parti yörüngesindeki sahte sol örgütler arasında da hakim olduğu, Uluslararası Sosyalist Örgüt’ün (ISO) Helsinki zirvesine yönelik patırtıya verdiği tepkiyle açıkça ortaya kondu. ISO, “Trump, gezegendeki net bir şekilde en kötü insanlardan birinin bir ahmağı gibi görünmeyi başardı.” diyordu.
Üst orta sınıfın daha ayrıcalıklı tabakalarının çıkarlarını ifade eden bu siyasi eğilimlerin tamamı, ABD’de ve dünya çapında sınıf mücadelesinde yaşanan kabarma ve devrimci bir toplumsal patlama tehdidi eliyle keskin bir şekilde sağa itiliyor.