Bildiğiniz üzere, 61. hükümetin AKP önderliğinde kurulması aşamasında bakanlıklar revize edildi. Bu süreçte, Kadından ve Aileden Sorumlu Bakanlık, bakanlar kurulunun 6 Nisan 2011 tarihinde çıkardığı 633 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ‘kadın sorumluluğundan’ kurtularak, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na dönüştü. Fatma Şahin de bu yeni kurumun ilk bakanı olarak atandı.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, daha önce AKP’den iki dönem Gaziantep milletvekilliği yapmış ve bu süreçte de meclis içinde yürütülen kadın çalışmalarında yer almış, aynı zamanda AKP’nin kadın kolları komisyonunda başkanlık yapmış bir isim. Şahin, bakanlığa geldiği ilk günden itibaren, bir takım kadın örgütlerinin, sivil toplum kuruşlarının ve köşe yazarının desteğini arkasına aldı. Burjuva basını içerisinde muhalif tutumuyla tanınan Ece Temelkuran dahi, Fatma Şahin’in desteklenmesi gerektiğini vurguladı.*
Bu küçük anımsatmaların ardından, yazımızın derdini şöyle özetleyebiliriz; Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nı deşifre etmek ve burjuva basınındaki, Fatma Şahin’in öncüllerinden farklı olduğu iddiasıyla yüzleşmek.
Değişen Bakanlık ve Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü
Kadın ve Aileden Sorumlu Bakanlık geçtiğimiz Nisan ayında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na dönüşünce, mevcut bakanlığın görevleri de yeniden oluşturuldu. 633 sayılı KHK’de belirtilen kurumun görevleri arasında kadın haklarına ilişkin bent, sosyal hizmetlerin düzenlenmesi, aile değerlerinin korunması ve çocuğa yönelik suçların engellenmesinden daha sonra gelen “ç” bendinde belirtildi. Kurumun hizmet birimlerinde, kadına ilişkin olan tek birim, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü olarak ayrıldı.
Kurumun misyonu, resmi internet sitesinde, “kadın ve erkeğin toplumsal hayattaki eşitliğini hayata geçirebilmek”; vizyonu ise “toplumsal cinsiyetçi algıyı ortadan kaldırmak” olarak ifade edilmiş. Ancak, bakanlığın adından kadın adının silinmiş olması ve yerine ailenin, sosyal politikaların getirilmiş olması, kurumun misyonunu ve vizyonunu oldukça iddialı kılıyor. Çünkü bu düzenleme, açıkça, kadın haklarını, ailenin birliği ve korunması şartına indirgiyor. Bu, tarihte ilk kez uygulanan bir yöntem değil. Sınıflı toplumların tarihi boyunca, kadının toplumsal hayattaki yeri, yersizliktir. Yani kadın, aileden ayrı algılanmaz, onun bileşenidir ama ayrı bir birey olarak düşünülmez. Kadınlar için, tarihte bir ilk olmayan bu süreç, kadın cinayetlerinin ve kadına yönelik şiddetin büyük artışlar gösterdiği günümüz Türkiye’sinde, muhatap bulamamak sorununu ortaya çıkarıyor. Çünkü 61. hükümet bu revizyonla, bizlere açıkça şunu söylemiş oldu: ‘kadının yaşamından ve korunmasından daha önemli olan şey ailenin bekası ve korunmasıdır.’
Kısacası, Kadın ve Aileden Sorumlu Bakanlık’tan ‘kadın’ adının çıkarılması süreci, kadınların yaşadığı hak ihlallerinde karşısındaki muhatabı ortadan kaldırma anlamına gelir.
Kadın cinayetlerine Aile Bakanlığı’nın yaklaşımı
Yaşananlar da bu muhatapsızlığı gösterir nitelikte. Yıl içerisinde kadına yönelik şiddet, taciz ve tecavüz olaylarında mağdur kadınların, basın ve hukuk önünde neredeyse suçlu gösterildiğini, suçluların ise “iyi hal indirimi ve ağır tahrik” gibi sebeplerden kolaylıkla aklandığına defalarca şahitlik ettik.
Seleflerinden farklı olduğu sıkça iddia edilen Aile Bakanlığı’nın ve başındaki bakanının bu hukuksuzluk karşısındaki yaklaşımı ise iç açıcı değil. Bakan, her defasında, yargının bağımsızlığını öne sürerek, konunun takipçisi olduklarını ifade ediyor. Peki, ne değişiyor? Konunun takipçisi olmak, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı resmi internet sayfasının açılışına ‘kadına yönelik şiddete karşı dayanışma bildirisi imzala’ formunu koymaktan mı ibaret? Bakanlık, “takipçisi olduğu” hangi kadın cinayeti, tecavüzü, tacizi ya da şiddeti davasında müdahil olarak yer alıyor? Lütfen, bakanlığın resmi sitesini açıp, hizmet birimlerini ziyaret edin. Güncellikten en uzak hizmet birimi hangisi? Biz cevap verelim, Kadın Statüsü Genel Müdürlüğü. Her gün üç kadının öldürüldüğü bir ülkede, kadına ilişkin birim yenilenmemiş bile! Peki, bakanlığın web sayfasında, “takipçisi olduğu”nu iddia ettiği davalara ilişkin en ufak bir bilgi mevcut mu? Devletin korumadığı Ayşe Paşalı, genç bir kadınken erkek arkadaşı tarafından canice öldürülen Münevver Karabulut? Ya diğerleri? Hayır, bu sitede, bakanlığın “takipçisi olduğu” hukuksuzluğa ilişkin en ufak bir numune bulamayacaksınız.
Yalnızca internet sitesinden yola çıkarak tahlil yapmak çok sağlıklı olmaz. O halde eskisinden daha iyi olduğu iddia edilen bakanlığın son çalışmasından bahsedelim. Geçtiğimiz haftalarda Bakanlar Kurulu’na, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından hazırlanıp sunulan yasa tasarısının, kadına yönelik şiddette koruma kapsamının yalnızca evli, boşanmış ya da nişanlılar için daraltılması ne anlama geliyor? Elbette, tasarıyı hazırlayan bakanlığın kuruluşuna ilişkin KHK’sinde belirtildiği gibi, öncelik ailenin korunması olduğu için böyle bir daraltma rahatça yapılabilmekte. Evli olmayan, bir erkekle bir arada yaşama ‘ahlaksızlığını’ (!) gösteren ve aile kurumunu tehdit eden bir kadını devlet neden korusun? Bu devletin önceliği kadının korunması değil ki!
Ailenin korunmasını isteyen bir kurum toplumsal cinsiyetçiliğe karşı olamaz
Kapitalist toplum sırtını dayadığı ve aynı zamanda birlikte çalıştığı patriarkadan vazgeçebilir mi? Bu sorunun cevabı, ailenin varlığını ve bekasını öncelikli amaç edinmiş bir kurumun, toplumsal cinsiyetçi rollerden vazgeçip-vazgeçemeyeceği sorusunu da yanıtlar. Sınıflı toplumların tabiatı olan cinsiyetçilik, aileyi, kadının birey olarak yokluğu üzerine inşa eden bir sistem olduğundan, kadının özgürleşmesine, sistemin ona dayattığı rollerden sıyrılmasına seyirci kalamaz. Bakanlığın isminde dahi kabul görmeyen kadın, bu sebeplerle bakanlığın icraatlarıyla, toplumsal cinsiyetin zehirli oklarından kendini sakınamaz. Aksine, kadın, kapitalist devletlerin hetoroseksist aile yapısına hapsedilir; ailede ev içi üretimiyle ve çoğu zaman serbest piyasadaki ucuz emeğiyle ömrünü tüketir.
Bütün bu sebeplerle, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, ne eski adıyla, ne de bugün muhatabımızın yok edildiği yeni adıyla, -iddia ettiği gibi- toplumsal cinsiyetçilikten kurtulma mücadelemizde ilerici bir rol oynamamaktadır.
Fatma Şahin’in kadın politikaları
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na ilişkin derdimizi bir nebze olsun anlatabildiğimizi düşünüyor ve yüzümüzü diğer bir tartışmalı konuya, Fatma Şahin’in kadın politikalarına çeviriyoruz. Fatma Şahin ismiyle ilk tanışmamız, onun, TBMM Töre ve Namus Cinayetleri ile Çocuklara Karşı Şiddeti Araştırma Komisyon Başkanı olmasına rastlıyor aslında. Kendisinin o dönemde yaptığı bir açıklama var ki, bunu basit bir gaf olarak değerlendirmek mümkün değil. Kendini her daim, muhafazakar bir partinin bakanı olarak tanımlayan Fatma Şahin, 22. Dönem TBMM Töre ve Namus Cinayetleri ile Çocuklara Karşı Şiddeti Araştırma Komisyon Başkanı sıfatıyla, tecavüze uğrayan kadının lekelendiğini ifade etmişti. Hayır, bu basit bir dil sürçmesi değildi. Muhafazakarlık, bir anlamda, kadının bedeninin kendisine yabancılaştırıldığı ve kadının cinselliğinin, toplumun ihtiyaçlarının gerisinde kaldığı bir formdur. Sınıflı toplumlarda, her daim kendisine yer bulabilmiş olan muhafazakar yapı, kadının ‘namus’ kisvesi altında hapsedilmesidir. Bu sebeple, cinsel saldırıların en ağırı, tecavüze uğrayan bir kadını lekeli olarak göstermektir. Bu anlayışa göre, lekeli olan, tecavüzcü değildir! Kadını yalnızca cinsellik üzerinden değerlendiren toplumlarda “namus”, kadının koruması gereken en asli bileşeni olduğu için, onun eksikliği, yamanamayacak bir kara delik, temizlenemeyecek bir lekedir. Şahin’in bu açıklamasının tesadüfi olmadığına bugüne dek defalarca tanık olduk.
Anımsayalım, eşcinsellik üzerine görüşleri kendisine sorulduğunda, Aliye Kavaf cevap vermemiş olsa da, bu konunun bilimsel bir konu olduğunu, bu sebeple üzerinde konuşmasının doğru olmayacağını ifade etmiş ve eklemişti: “Ben muhafazakar bir partinin bakanıyım.” Fatma Şahin ise bizlere şu mesajı veriyor; benden fazla bir şey beklemeyin. Muhafazakarların görüşü ortada.
Sevginin ürünüdür insan, eğrinin değil
Son olarak bir hatırlatmada daha bulunalım. Recep Tayyip Erdoğan’ın en az üç çocuk çıkışı, Türkiye’nin en popüler sloganlarından biri oldu. Biz kadınlara karşı açıkça bir saldırı olan bu slogan, geçtiğimiz hafta, üstü ‘bilimsel’ bir şekilde örtülmüş olarak Fatma Şahin’in ağzındaydı.
Fatma Şahin, Meclis’teki bütçe görüşmeleri sırasında, elinde bilimsel bir şekilde hazırlandığını iddia ettiği bir grafik, bize soruyordu:“Bu eğriyi siz kaç çocukla düzeltebileceğinizi araştırın. Bu konuda bir bilim kurulu siz oluşturun. Bütçesini ben kendi bakanlığımdan vereceğim.” Şahin’in bahsettiği eğri, genç nüfusun gittikçe azaldığına, buna karşılık 65 yaş üstü nüfusun yüzde yedi arttığına ilişkin bir grafik eğrisiydi. Fatma Şahin, konuşmasını, “bu muhafazakar erkek anlayışı değil” diyerek sürdürmüştü.
Muhafazakar olduğunu her fırsatta gururlanarak dile getiren, üstelik de kadının değil ama ailenin bakanı olan Fatma Şahin’e neden inanalım? Neden, onu bunca cinsiyetçi açıklamalarına rağmen diğerlerinden üstün tutalım? Onun sınıf karakteri, elbette, bu eril dile ve onun cinsiyetçi ifadelerine yer verecek. Özellikle bu son açıklamadan sonra, “kadınlara verdiği sözü unuttu” tarzı ‘masumane’ haberlere gerek var mı? Fatma Şahin, görevinin başında ve onun görevi, 633 sayılı KHK ile belirlenmiş durumda: Kadından önce aile, kadından önce sosyal yardım, kadından önce çocuk… vs.
Sonuç yerine
Kadına yönelik saldırılar bizzat devlet eliyle; üstelik de ironik bir biçimde, ‘kadını koruma’ maskesini takmış bir bakanlığın ürettiği politikalar eliyle gerçekleşiyor. Toplumsal yaşamın her yerinde cinsiyetçi, kadını açıkça aşağılayan söylemlerin sürdüğü ve kadına yönelik suçların cezasız kaldığı bir süreç yaşanıyor ama Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, yalnızca yaşananlar karşında sessiz kalmakla yetinmiyor, hazırladığı yasalarla bu saldırıların destekçisi oluyor. Fatma Şahin’in ya da onun yerine gelecek bir başkasının veya devlet bakanlıklarının kadın cinayetlerini, eşcinsellere karşı işlenen nefret cinayetlerini ya da diğer cinsiyetçi suçları ortadan kaldıracağını ummanın bizler için bir geçerliliği yoktur. Etrafımızı kuşatan muhafazakar politikalara ve cinsiyetçi söylemelere karşı mücadelemizi, burjuva aileyi karşımıza alarak biz sosyalist kadınlar kurmalı ve büyütmeliyiz.