Pek çok ekonomist, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu “eşik ülkeler” kategorisinin “finansal tsunamiyi” tetikleyecek bir saatli bombanın üzerinde oturduğu ve Yunanistan’dan çok daha büyük bir iflas zincirinin dünya ekonomisini çöküşe götürebileceği üzerinde duruyor.
Ekonomi dünyasında “merkez bankalarının merkez bankası” olarak tanınan BIS (Uluslararası Ödemeler Bankası) Basel’de yaptığı bir açıklamada, “büyüyen ekonomilerin” iç kredi toplamındaki tehlikeli birikimin, yeni bir krize yol açabileceğine dikkat çekmişti. BIS Genel Müdürü Jaime Caruana, bankanın yıllık raporunu sunarken, sanayileşmiş ülkelerdeki kredi faizlerinin düşüklüğünün çok tehlikeli bir mali trafik doğurduğunu, aşırı ısınmaya karşı önlem alınması gerektiğini bildirmişti.
Kredi balonu
Uzmanlara göre, neredeyse sıfır maliyetli kredilerdeki artış, tarihte benzeri olmayan bir şişkinlik yaratmış durumda. Bu dev kredi balonunun, özellikle Türkiye, Hindistan, Rusya gibi ülkelerde patlamasıyla banka ve borsa sisteminin çökebileceği iddia ediliyor.
Alman Die Welt’te yayınlanan ayrıntılı bir analiz yazısında ise, faiz oranlarındaki düşüklüğün, “yüksek piyasalar” olarak da tanımlanan orta büyüklükteki ekonomileri metropol ekonomilerle birlikte tam bir çöküşe sürüklediğine dikkat çekiliyordu. “Bedava Krediler” döneminin tüketici kredilerinde patlamaya yol açtığını kaydeden Die Welt, eski boyutlarda olmasa da hala yüksek enflasyon oranları nedeniyle kredi faizlerinin borçlular için “negatif reel faiz” düzeyine indiğini belirtmişti. Negatif reel faiz, gösterge faiz oranlarının enflasyon oranından düşük olması halinde ortaya çıkıyor.
BNP Yatırım Şefi William De Vijlder ise, negatif reel faizin Avrupa ve ABD ekonomileri için gerekli olabileceğini savunurken, Türkiye, Hindistan, Rusya, Tayland gibi ülkelerde bu oranların yıkıcı sonuçlara yol açabileceği uyarısını yapmıştı.
Soros: Ekonomik çöküşün kıyısındayız
Milyarder yatırımcı ve spekülatör George Soros, borç kriziyle boğuşan Avrupa ülkelerinin yeni önlemler almasının kaçınılmaz olduğuna dikkat çekti. Viyana’da katıldığı bir panelde açıklamalarda bulunan Soros “Zayıf Avro bölgesi ekonomilerinin ortak para biriminden çıkışına olanak sağlayacak bir mekanizmanın devreye sokulmasının zorunlu olduğunu” belirtti. Konuşması sırasında “Ekonomik çöküşün kıyısındayız” diyen Soros, Yunanistan ve diğer Avrupa ülkelerindeki kriz durumunun neden olacağı sonuçların çok kolay yayılabileceğini söyledi.
Soros konuşmasında, ayrıca finansal sistemin son derece kırılgan bir konumda olduğuna dikkat çekti. “Sanırım birçoğumuz, Avrupa krizinin aslında Euro merkezli olduğu konusunda hemfikiriz” diyen Soros, bunun bir anlamda finansal kriz olduğunu ve giderek derinleştiğini ifade etti [1]. “Bunun öngörülebilir bir durum olduğunu” belirten Soros, “sistemin başındakilerin bunun farkında olduğunu” söyledi.
Küresel krizin işaretleri
ABD finansal sorunlarını çözemezse seçim sonrası yeni bir krizle karşı karşıya kalabilir. Çünkü yüksek işsizlik ve bir türlü rayına oturmayan konut sektörü nedeniyle Obama hükümeti, ne harcamaları kısabiliyor ne de vergileri arttırabiliyor. ABD ekonomisi, ekonomiye pompalanan trilyonlarca dolara rağmen 2008 yılında girdiği derin resesyondan çıkabilmiş değil. ABD’de konut fiyatları 2009 yılında kırılan düşük konut fiyatı rekorunun da altına düşmüş durumda. ABD’deki gayrimenkul piyasası esas alınarak hesaplandığında, konut fiyatlarındaki düşüş, ABD ekonomisinde resesyonun hala sürdüğünün göstergesidir [2]. Sonuç olarak milyonlarca Amerikalı bu durumun farkında ve halkın %90’ı ekonominin hastalıklı olduğunu düşünüyor .
Amerikan ekonomisi sürdürülemez bir borç düzeyine ulaşmışken, Cumhuriyetçiler bunu Obama’ya karşı bir seçim malzemesi haline getiriyorlar. Mayıs-Haziran-Temmuz aralığında iç borçlar tavan yaptı; bu yüzden Obama hükümetinin hiçbir şey yapamaz bir hale gelmiş olmasına karşın, Cumhuriyetçiler borç eşiğinin yükseltilmesi için Obama’ya yetki vermeye yanaşmıyorlar. Amerikan tekelci burjuvazisinin büyük bir bölümü, ABD’nin şu an dünyanın en hasta ekonomilerinden biri olduğunu ya göremiyor ya da görmek istemiyor. ABD ekonomisi tehlike sinyalleri veriyor, hızlı bir çöküş, kontrol altına alınamayacak bir paniğe yol açabilir.
Avrupa Birliği, özellikle Asya’dan ithalatı yavaşlatmak için, gümrük duvarı silahını kullanmaya hazır hale getirdi. AB, BRICS ülkelerinin (Brezilya, Çin, Hindistan, Rusya ve Güney Afrika) ekonomilerini dışlamak için tercihli tarife sistemini revize etti. AB, 2010 yılı sonunda anti-damping ve güvenlik tedbirleri yasalarını sessizce çıkardı; artık bu yönde karar almak için üye devletlerin salt çoğunluğu yeterli, oysa önceden nitelikli çoğunluk şartı vardı. İngiltere, İspanya, Portekiz, İrlanda ve Yunanistan gibi Avrupa ülkelerinde uygulamaya koyulan sosyal kesintiler ve ek tasarruf önlemleri nedeniyle yoksulluk sınırında yaşayan insan sayısı arttı. Borç sorunu ise, Euro bölgesinin geleceği üzerine karabasan gibi çökmeye devam ediyor.
Birçok ekonomiste göre artık, İngiltere sırtını bankacılık sektörüne dayamaktan vazgeçip, sanayiyi canlandırmalı; zira 2011’in ikinci yarısında beklenen kriz bu ülkede ilk olarak bankacılık sektörünü vurabilir. Bu nedenden dolayı İngiltere’de bankacılık sektörünün geleceğine ilişkin derin kuşkular var. İngiltere’deki koalisyon hükümetinin büyük ortağı olan Muhafazakâr Parti’nin milletvekili Matthew Hancock “sınai üretimi arttırmak için gereken her şeyin yapılmasını destekliyorum ama bu finans sektörünü küçültme pahasına olmamalı” diyor. Ancak koalisyonun küçük ortağı olan Liberal Parti’den Lord Oakeshott ise “milli hasıladan beş kat daha büyük bir hacme ulaşmış olan finans sektörü İngiliz ekonomisi için ciddi bir sorundur” diyor. Kendisi de bir yatırım uzmanı olan Oakeshott “Bu hacmin, finans sektörü zora düştüğünde ülke ekonomisinin başına büyük dertler açacağını, küçük ve orta ölçekli işletmeleri de olumsuz yönde etkileyeceğini” belirtiyor. Amerika’da küçük ve orta ölçekli işletmelerin mali kaynak ihtiyacının dörtte biri bankalar tarafından sağlarken; İngiltere’de ise bu oran dörtte üçün çok üzerine çıkıyor. Bu durum İngiltere’nin “risk altındaki ekonomiler” kategorisine dahil edilmesine neden oluyor.
Avrupa ve Amerika’nın krizden çıkması beklenirken acaba “Çin de mi krize girecek?” sorusu daha sık sorulmaya başlandı. Çin’in ciddi şekilde bir resesyona doğru gittiğini düşünenlerin sayısı az değil. Pek çok ekonomist, Çin ekonomisinin gelecek 2-3 yıl içinde daralma yaşayacağını öngörüyor. Şu anda aşırı ısınmış olan Çin ekonomisi, eninde sonunda sert bir iniş yapabilir. Bunun aksini iddia edenler, dolar üzerinden yapılan hesaplamalara göre Çin ekonomisinin 2030’da veya 2040’ta, belki de 2050’de Amerikan ekonomisini geride bırakacağı öngörüsünde bulunuyordu; fakat metropol ekonomilerin paralarındaki alım gücü değişimlerinden yola çıkılırsa, bu tarih çok yakına çekilebilir ve 2016 olabilir.
Asya ülkelerinin 2008’dekine benzer bir finansal tsunamiye yakalanmamak için, kendi aralarında mali düzenlemeler yaptığı ve 2008 öncesinden kalma ABD-AB güdümlü finansal sistemden hızla uzaklaştığı görülüyor. Neredeyse bütün bölge, Çin önderliğinde inşa edilen ulaşım-ticaret ağlarının da dahil olduğu bir ekonomik entegrasyon süreci içinde. Bu durum ABD-AB cephesinde büyük bir tedirginlik ve öfke yaratıyor. Küresel ekonominin diğer kutbunda yer alan Japonya’nın durumu ise “ümitsiz vaka”. Uzmanlara göre Japonya “batmasa da çıkmayacak”.
Ünlü Ekonomist Nouriel Roubini CNBC-e ile yaptığı söyleşide “mükemmel fırtına”nın yaklaştığını söylemişti. Roubini ‘ye göre “Üç yıldır beklenen küresel toparlanmanın gerçekleşmesi artık mümkün değil”. Roubini’ye göre gidişat 2011’in ikinci yarısı için küresel krizi işaret ediyor.
Patlayıcı karışım
2011 yılının ikinci yarısının küresel kapitalist sistemin ilerleyişinde önemli bir dönemeç olacağı kesin: Altın ve gümüş piyasalarında oynaklık (volatilite) artıyor; dünya ölçeğinde üretim yapan güçlü ulus-ötesi şirketler kan kaybediyor; Washington ve Londra gibi finans merkezleri, sorunlarını gizlemek için Yunanistan sorunu kasıtlı olarak öne çıkarıyor; Amerikan bankacılık sisteminin merkezi olan Wall Street ve İngiliz bankacılık sisteminin merkezi olan City, son bir hamle olarak Avrupa Merkez Bankası’nı (ECB) kontrol altına almaya çalışıyor. Küresel kapitalist sistem kendi içinde sürekli olarak iki ana eğilim üretiyor: Küresel jeopolitik dengelerin bozulması ve küresel mali kriz.
Korumacılık, gümrük duvarları, ticari kısıtlamalar, ihracat ambargoları, döviz rezervlerinin çeşitlendirilmesi, hammadde rekabeti, genel enflasyon, rekor düzeyde işsizlik, umut vermeyen merkez bankaları [3], ne yapacağını bilemeyen emperyalist ülke liderleri, resesyon ya da depresyon arasındaki ekonomiler, istikrarsız para birimleri, meta fiyatlarının uçuşa geçmesi, bir çok Avrupa ülkesinin kontrol altına alınamayan borç yükü, işçi sınıfının yaşam koşullarının her geçen gün kötüleşmesi… Kuşkusuz, bu “patlayıcı karışım”, önümüzdeki yıllara damgasını vuracak gibi gözüküyor.